2024 Yerel Seçimleri yaklaşırken solun hal-i pür melali

Kitlelerin sistem ve sandıktan bu denli umudunu kestiği bir dönemde sosyalistlerin düzenin kurulu sınırları içinde popülist politikalara yönelmeleri kitleleri umutsuzluğa iten bir başka faktördür.

Abone ol

2024 yerel seçimlerine giderken sol-sosyalist güçler açısından göze çarpan en önemli eksiklik çok parçalı ve dağınık yapının Dersim hariç (ilk defa sol güçler yerel seçimlerde geniş bir yelpazede bir araya geldi) ülkenin neredeyse her kentinde göze çarpmasıdır. Yerel seçimler yaklaşırken başta deprem bölgesi Antakya, Defne ve Samandağ olmak üzere sol güçlerin yaptığı ortak çalıştaylar toplumsal muhalefet ve yerel halk açısından başlangıçta ümit kaynağı olmuş fakat söz konusu çalıştaylardaki ittifak ruhu ne yazık ki aday belirleme sürecinde kendisini gösterememiştir. Bu noktada solun farklı kesimlerinin en büyük eleştirisi TİP’in popülerliğinin popülizme dönüştüğü yönündedir.

TİP’e benzer biçimde SMF’nin Maçoğlunun adaylığını açıklama süreci de çokça eleştiri alan konular arasındadır. Öncelikle seçimlere TKP ile birlikte girme meselesinde teknik olarak bir sıkıntının olmadığını söylemek gerekir. Çünkü halk saflarında olan her hareket, grup ve parti ile ittifak yapılabilir ve bundan doğal bir şey yoktur. Fakat bu durum taktik politikanın bir yönü iken eleştirilmesi gereken önemli bir diğer yön de vardır. Halkın birleşik cephe politikasını ve dostlarla ittifak siyasetini mücadele stratejisinin önemli bir unsuru olarak tanımlayan SMF, ne yazık ki solun en geniş cephesinin onayını almamış veya alamamıştır. Bu olumsuzluk, ister iradi, isterse dışsal nedenlerden kaynaklansın Türkiye’nin genelinde görülen çok parçalı havanın halk nezdinde yarattığı güvensizliği Kadıköy’de yeniden üretmiş ve birçok sol parti kendi adayını çıkarmıştır. Diğer yandan “Maçoğlu neden Kadıköy’den aday oluyor?” sorusu da başlı başına yerel yönetimlerde sosyalist ölçek tartışmasını alevlendirmiş ve SMF birçok açıdan eleştiri almıştır.

KADIKÖY'E KAYAN SİYASET

Fakat burada unutulmaması gereken önemli bir boyut; acımasızca eleştiri yapan siyasal çevrelerin birçoğunun, özellikle Taksim sosyo-mekansal olarak çöktükten sonra, dernek-büro-parti merkezlerini hızlıca Kadıköy’e taşımaları, gündelik zamanının önemli bir bölümünü de yine Kadıköy’de geçirmeleridir. Bununla birlikte İstanbul’da neredeyse bütün miting ve basın açıklamaları artık Kadıköy’de yapılmaktadır. Aynı zamanda burası İstanbul’un kültür-sanat birikiminin göç ettiği yeni merkez durumuna gelmiştir. Ek olarak Kadıköy kıyı-kent ilişkisi ve yeşil alan kurgusu açısından diğer merkez ilçelere nazaran emeğin yeniden üretiminin sağlıklı işlediği kolektif mekanlar da sunmaktadır.

Dolayısıyla Taksim yakın döneme kadar İstanbul’un kültür ve siyasetini kumanda eden merkez iken, bu rolü zamanla Kadıköy oynamaya başlamıştır. Fakat bu sayılan unsurlar tek başına Kadıköy’den aday olmak için yeterli sebepler midir, tartışılır. Çünkü Ovacık, Dersim ve son olarak Kadıköy yöneliminde görüldüğü üzere siyasal ve ekonomik olarak yukarı yönde büyüyen yönetsel ölçeğin sorunları da paralel biçimde büyüyerek farklılaşmaktadır. Örneğin Ovacık’ta tefeci-tüccarlara karşı mücadele yürütülüp belediye otobüsleri ücretsiz yapılabilirken, Dersim merkez belediyesinde orta ölçekli sermaye kesimi ile karşı karşıya gelinmekte ve ulaşım kararları verilirken esnaf odaları ile uzlaşılması gerekmektedir.

Yine Ovacık yüz yüze ilişkilerin yoğun olduğu bir yer iken; Dersim Belediyesi’nde karar süreçlerini yer ve ağ yönünden zenginleştiren katılım mekanizmaları ile beslemek gerekir. Kadıköy ise metropol ilçe ölçeğidir ve yalnızca İstanbul sermayesinin değil ulus üstü ölçekte faaliyet yürüten finans-inşaat sermayesinin yöneldiği bir kenttir.

Gerek kent halkının sınıfsal ve kültürel açıdan çeşitlenen talepleri, gerekse yerel siyasette değişen “baş düşmanlar”; başta emek - meslek örgütleri, DKÖ’ler ve aydınlar olmak üzere Kadıköy ve İstanbul’da etkin olan bütün demokratik güçlerin gönüllü desteğinin alınmasını ve bu kurumların katıldığı meclislerin tabandan örgütlenmesini gerektirirdi. Fakat ne yazık ki süreç böyle işletilemedi ve nedeni ne olursa olsun Defne örneğinde olduğu gibi önemli bir fırsat da İstanbul’da kaçırılmış oldu.

TİP'İN GEBZE TERCİHİ

TİP başkanı Erkan Baş’ın Gebze’den aday gösterilmesi de ayrıca değerlendirmeyi hak eden önemli bir konudur. Erkan Baş’ın Gebze’yi kazanmasına pek şans verilmese de toplumsal muhalefet üzerinde baskının arttığı böylesi bir dönemde adaylığını sanayi emekçilerinin yoğun olduğu bir ilçede koymasının sembolik önemi vardır. Yani seçilme ihtimali olmasa bile Gebze’de emekçi sınıflarla kurulacak ilişkilerin gelecekte sürekliliği sağlanmış sistemli mevzilere dönüşme potansiyeli bulunmaktadır. Yani Antakya seçim sürecinde TİP’e yapılan popülizm eleştirisinin tersine TİP Gebze adaylığında olumlu bir rol üstlenmiştir.

Dolayısıyla sol-sosyalist güçlerce adaylaşılan yerlerin üretim, yönetim, kültür, turizm ve hizmet kentleri olmasının getirdiği bir takım olumluluklar-olumsuzluklar barındırmasının yanında; kentteki kitle tabanı, sol kültür birikimi, taraftar-kadro güçleri de aday olunurken göz önünde tutulması gereken iradi yani subjektif tarafları oluşturmaktadır.

İZMİR’E BİR PARANTEZ

Bütün bu tartışmaların ötesinde 3 büyükşehir arasında İzmir ayrıca değerlendirilmeyi hak etmektedir. Bilindiği üzere 2019 yerel seçimlerinde CHP 25 sene sonra İstanbul ve Ankara’yı kazanmış, bu da AKP’nin artık gidici olduğu yönündeki kanıları güçlendirmişti. Fakat 2023 cumhurbaşkanlığı seçimi sonrası söz konusu iyimser beklentiler hüsrana uğramış ve halkın geniş kesiminin ümitleri kırılmıştır. 2019 yerel seçimlerinde kırıntı da olsa demokratik bir hayata olan özlem geniş kitleleri İmamoğlu ve Yavaş’ı desteklemeye itmiş, sol-sosyalist güçlerin kadroları olmasa bile taraftarları büyük oranda oyunu CHP’ye vermiştir. Benzer başarının beklendiği 2023 seçiminde Kemal Kılıçtaroğlu’nun kaybetmesi ise özellikle İstanbul ve Ankara’da CHP etrafında kendiliğinden biriken demokratik güçlerin dağılmasına, krize girmesine ve herkesin kendi yoluna bakmasına neden olmuştur.

Fakat bu iki kentin dışında İzmir her zaman farklı bir nitelik arz etmiştir. İstanbul ve Ankara’da görülen ulusal-yerel güç savaşları ve bu savaşların yoğunlaştığı merkez-yerel gerilimi İzmir’de diğer iki kentte olduğu gibi yoğun ve görünür yaşanmamıştır. İzmir’de çıkarları çatışan gruplar yine farklı belediyelerdeki CHP’li yöneticileridir. Bu yönüyle İzmir orta çağın feodal kentler federasyonunu andırmaktadır. Yani her ilçe bir lordluktur ve bu lordlar arasından bir kral seçilmiştir büyükşehir belediyesine. Fakat bu kralın imparator ile genelde bir çelişkisi bulunmaz ve esas çatışma alanı yine özerk bir alanda siyaset yapan diğer lordlarladır. Bu durum emek-meslek örgütlerini de içine alacak şekilde geniş patronaj ağlar sistemi yaratmıştır.

Tabii ki İzmir halkının AKP ile sorunları olduğu aşikardır ve klientalizm (kayırmacılık) İzmir’e özgü bir olgu da değildir fakat İzmir diğer iki kentten farklı olarak siyasal islamın merkez projesinin geçmişten beri yerel siyasette hegemonik olamadığı bir kenttir. Bu durum kentsel çelişkinin çatışan unsurlarını yine CHP’nin kendi içinden çıkardığı çıkar grupları etrafında siyaset yapan belediye aktörleri yapmıştır.

Düzen partisi olarak CHP’nin İzmir’deki bu çok parçalı yapısının ötesinde sosyalist güçler de diğer kentlerde olduğu gibi örgütlü ve derli toplu bir hava vermemektedir. Öyle ki sermaye sınıfı ulus üstü ölçeklerde kurduğu konsorsiyumlarla Bayraklı’yı Manhattan’laştırıp, Urla’dan Çeşme’ye kadar yeni bir Bodrum yaratırken, geçmişte sola sempati duyan bir kısım İzmir halkı ve şimdilerde İzmir’e göç etmiş beyaz yakalı “aydın” kesim ise 19. yy’ın ütopik topluluklarına benzer şekilde kurtuluşu yerel bağımsız komünal topluluklarda görmektedir.

Yani sermaye sınır tanımaz bir kuralsızlıkla küresel ölçekte oyun alanını yaratmışken, demokratik güçlerin siyaset sahnesi ise yerel alanın atomize kırsal topluluklarına doğru seyretmektedir. Sonuç olarak sermaye sınıfının ulusal ve ulus üstü ölçeklerde kurduğu eşitsizlik denklemi İzmir siyasetinin bağımsız değişkenlerini kendine tabi hale getirip bağımlı değişkene dönüştürürken, sol-sosyalist güçler mevcut yerel güç dengesinde oyun kuracak ve eşitsizliğin yönün değiştirecek politik aktörler olma amacının çok dışındadır. Bununla birlikte 2023 Aralık ayından başlayıp bugüne kadar devam eden İzmir Toplumcu Belediyecilik Çalışma Grubu’nun yaptığı çalışmalar İzmir ve İzmir dışında “toplumcu belediyeciliği” tekrardan toplumsal muhalefetin gündemine sokmakta başarılı olmuştur.

DEM PARTİ KÜRDİ BİR ROTAYA GİRDİ

31 Mart seçimleri öncesi yerel siyaset sahnesinin önemli bir diğer sol unsuru da Kürt Siyasal Hareketi’nin (KSH) omurgasını oluşturduğu DEM Parti’dir. 1999 yerel seçimleri öncesi daha çok köylü yoksul sınıflara yönelik politika üretirken, 1999 sonrası birçok belediyede yönetime gelmesiyle birlikte yüzünü zorunlu göçle kentin yeni alt ve orta sınıflarına çevirmiştir. Zorunlu göç hareketleri sonrası bölgenin il ve ilçe merkezlerinde biriken nüfusun çeşitlenerek artan taleplerine dönük politika geliştirme zorunluluğu, KSH’nin kentsel ihtiyaçlara ilişkin program üretme arayışına hız kazandırmıştır. Bu çerçevede KSH’nin yerel yönetimlere ilişkin Parti politikaları; 1999-2005 yılına kadar “demokratik cumhuriyet projesi”, 2007-2014 arası “demokratik özerklik” projesi, HDP‘nin siyasal programının netleşmesinden günümüze kadar ise “radikal demokrasi” kavramı temelinde ele alınmıştır.

Diğer sol hareketlerden farklı olarak Ortadoğu ölçeğinde de önemli bir aktör olan KSH’nin bu özelliği kuşkusuz kentsel stratejileri yerel ölçekten çıkarıp ulusal ve bölgesel mekanla ilişkili şekilde kurgulamaya itmiştir. Öyle ki kayyum sürecinin geleceği ve bugün CHP ve AKP ile yapılan görüşme trafiğinin yarattığı salınımlar, KSH açısından yerel, ulusal ve bölgesel politikaları geçmişte olmadığı kadar birlikte düşünmeyi gerekli kılmaktadır. Bugün DEM Parti’nin radikal demokrat HDP çizgisinden farklı olarak daha merkeziyetçi Kürdi bir noktaya gelmesinin temel nedeni, yerel dinamiklerden değil başta Suriye, Irak ve İran olmak üzere ulus üstü ölçeklerin iç içe geçmiş siyasal çatışmalarından kaynaklanmaktadır.

SİYASAL İDDİASIZLIK VE KAVRAMLARDA KAYMALAR

2023 cumhurbaşkanlığı seçiminden AKP’nin güçlenerek çıkması, Roma İmparatorluğunun yıkılışı sonrası başlayan karanlık çağa benzemektedir. Roma döneminin municipeleri (İngilizcede municipality buradan gelir ve belediye demektir) geçmişten gelen polis/site geleneğinin özerk ruhunu belli açılardan korumuşlardı. Ticaret ve zanaat gibi canlı ekonomik işlevleriyle ün salmış bu kentler İmparatorluğun yıkılmasından sonra ise ancak piskoposların idaresi altında ayakta kalabilmişlerdir. Ama bu kentler artık pazarın ve çarşının verdiği canlılıktan uzak, herkesin başının çaresine bakmak zorunda olduğu kapalı komünitelere dönüşmüştür.

Bugün ortaçağ karanlığını andırır şekilde sol kesimlerin hem kendi içinde, hem de emekçi sınıflar ile arasındaki bağ giderek zayıflamakta, kültür, politika, sanat, estetik alanlardaki yaratıcılık kaybolmakta ve her grup kendi cemaat yaşamında dışa kapalı hayatlar sürmektedir. Kitlelerin sistem ve sandıktan bu denli umudunu kestiği bir dönemde sosyalistlerin düzenin kurulu sınırları içinde popülist politikalara yönelmeleri kitleleri umutsuzluğa iten bir başka faktördür. Söz konusu çok parçalı durum yaklaşan yerel seçim öncesi sol-sosyalist grupların kent yönetimlerine ilişkin parti programları ve seçim bildirgelerinde de göze çarpmaktadır.

Örneğin TKP, “komünist belediyecilik” kavramını kullanırken, TİP “sosyalist belediyecilik”e vurgu yapmaktadır. SMF “demokratik-halkçı belediyeciliğe” yönelirken, DEM Parti “demokratik belediyecilik” çizgisini savunmaktadır. Söz konusu partilerin bazı yerel örgütleri “toplumcu belediyecilik” tartışırken CHP “sosyal belediyecilik” çerçevesinde faaliyet yürütmektedir. Öyle ki Kadıköy’deki SMF – TKP ittifakı iki kavramı birleştirip “komünist esaslara dayalı halkçı belediyecilik” sloganını kullanmaktadır.

TKP’nin kullandığı kavramlar geçmiş deneyimlerin olgunlaştırdığı yerel tecrübeler olmayıp daha çok uygulamaya aday olan aktörün niyetini tarif etmektedir. Çünkü dünya ve Türkiye sol beledi hareketi için “komünist belediyecilik” çok iddialı bir kavramdır ve içinin de doğru doldurulması gerekir. 2. emperyalist paylaşım savaşı öncesi bile (yani konsey-sovyet-meclis sisteminin Avrupa genelinde etkisinin güçlü olduğu dönem) Avrupa’da bu iddianın yaygın ismi “Küçük Moskovalar” idi. Dolayısıyla TKP’nin kullanımında belediyenin ekonomik ve politik olarak sunacağı hizmetin niteliğinden çok uygulamaya aday aktörün ismi ön planda kalmaktadır.

Toplumcu belediyecilik” 1970’lerdeki belediyecilik pratikleri sonucu 5 temel ilke etrafında programlaşmış ve sosyalizm mücadelesinden etkilenen radikal belediye başkanları öncülüğünde hayata geçirilen bir belediyecilik çizgisidir.

Demokratik – halkçı belediyecilik” ve “demokratik belediyecilik” gibi kavramlar ise 2000 sonrası tecrübelerden çıkarılan dersler sonucu ortaya atılmış olan uygulanabilir mütevazi iddialara işaret etmektedir.

TİP’in kullandığı “Sosyalist belediyecilik” ise eskiyi yıkıp yeniyi kurma mücadelesinde toplumcu belediyeciliği devrimci bir edinimle radikalleştiren sosyalist partilerin yerel uygulama alanına işaret eder. Bu çizgi toplumcu belediyeciliğin 5 temel ilkesini barındırmakla birlikte yasal olana karşı meşru olanın sınırlarını zorlar. Yani pratik-politik sahada Avrupa’daki belediye sosyalizmi, yerel sosyalizm ve demokratik sosyalizm gibi akımlarından farklılık arz etmektedir. Dolayısıyla bu kavram da kullanılırken dikkatli olunmalıdır. Çünkü niyet değil içeriktir önemli olan.

*Şehir plancısı, İzmir Karşıyaka Belediyesi