2024 yılını uğurlamaya hazırladığımız şu günlerde etrafımızı
saran, gündemimizi işgal eden bir bereket söz konusu. Yıl
değerlendirmeleri, bilanço dökümü, yılı son dakikada yakalayan
albümler, yeni konser haberleri derken şenlikli günler geçiriyoruz.
Buna yılbaşı heyecanını ve sevincini de eklediğimizde yılın en
güzel ve tuhaf bir şekilde yoğun günlerini yaşadığımızı söylemek
yanlış olmuyor. Değerlendirmeyi ilerleyen haftalara bırakayım ama
öncesinde, bu yıl beni en heyecanlandıran olayın on bir yıl sonra
gelen Duman albümü “Kufi” olduğunu söyleyeyim. Geçtiğimiz
haftalarda sekiz şarkısı yayınlanan albüm cuma günü sekiz şarkı
daha eklenmek suretiyle tamamlandı. On bir yıllık bekleyişimizin
boşa olmadığını gördük, albümü hatmetmeyi sürdürüyoruz… En azından
ben öyle yapıyorum.
Duman, ’90’lı yılların son deminde tanıştığımız, sevdiğimiz bir
topluluk. İlk albümleri “Eski Köprünün Altında”, yirmi beş yıl önce
yayınlandı ve sonrasında hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Tarihin
akışını, müziğin yönünü değiştiren albümlerden. Elbette ekip bunu
tek başına yapmadı; o dönem yükselen rock hareketinin içinde bir
işaret fişeği yaktı ve hareketi görünür kıldı.
Rock, ’50’li yılların ortalarından itibaren (dünyayla aynı anda)
Türkiye’yi de sallamaya başladı. Gençler bu ‘sert’ müziği
sahiplendi ve Erol Büyükburç’un İngilizce rock’n rol besteleriyle
başlayan yolculuk ilerleyen yıllarda çeşitlendi ve değişerek
gelişti. Kökünü memleket müziğinden alan Anadolu-pop ya da bugün
andığımız gibi söylersek Anadolu-rock ve farklı zamanlarda onun
yanına ilişen ya da ondan ayrışarak çoğalan türler, akımlar bu
modayı sürekli kıldı.
Bundan dört yıl önce bugün aramızdan ayrılan Erkut Taçkın, Erol
Büyükburç’un liseli rakibi, döneminin büyük yıldızı, Somer Soyata
ve Arkadaşları adıyla da anılan Deniz Harp Okulu Orkestrası’nın
solistlerinden biriydi; ilerleyen yıllarda da müziği hiç bırakmadı.
’70’li yılların ortalarına kadar İngilizce söyleyen sanatçı, bu
yıllarda yaptığı tek albümüyle kendine özgü bir hat açtı, oradan
ilerledi. Erol Büyükburç ilerleyen yıllarda dümeni pop cenahına
kırmış olsa da rock’tan hiç kopmadı. Bu iki isim ve onların
peşinden gelenler, bugünkü bereketin ilk tohumlarını
ekenler.
Cumhuriyetin ilk yıllarından itibaren el üstünde tutulan, tango
ve vals örneklerinde olduğu gibi zaman zaman devlet sathında da
kabul gören Batı müziği popülerleştikçe bağımsızlığını ilan etti.
Rock, asilik yolunda ilk adım olarak değerlendirilebilir.
Anadolu-pop döneminde halk ozanları geleneğinden beslenen, o
söylemi geliştiren kimi isimler, halkın isteklerini şarkılarla
kayıt altına alırken bir yandan da tarihe not düşüyordu. Bu açıdan
baktığımızda memleketin bir hayli verimli olduğunu görebiliyoruz…
’70’li yıllarda Cem Karaca, ’80’li yıllarda Bulutsuzluk Özlemi,
’90’lı yıllarda Mor ve Ötesi, Kesmeşeker gibi isimler o yıllarda
yaşananları bugüne aktaran bir tarih kitabı gibi. Şarkılarında
güncel olaylardan söz ediyorlar ve onları bugüne aktarıyorlar.
Dinlediğimizde pek çoğunun değişmemiş (ve hatta bir kısmının
gerilemiş) olduğunu görmek fena ama bu, bir yandan da ülkenin
içinde bulunduğu stabil durumu özetliyor.
Memleketin tarih içinde geçirdiği değişimler, tarihi değiştiren
müdahaleler, darbeler, şarkılarda da bir değişime sebep oluyor.
Sadece şarkılarda değil, plak kapaklarından eğlence anlayışına
uzanan pek çok şey bunlarda şekilleniyor. ‘Mutlu’ diyebileceğimiz
günlerde sanatçılar denizin önünde ya da arabalarıyla poz verirken
ilerleyen yıllarda bunların yerini acılar ve onunla şekillenen
kapaklar alıyor. Tarih tekerrür ediyor ama kapaklar ve müziğin
halka ulaştırıldığı araçlar sürekli değişiyor.
Radyo yayınıyla evlere kadar giren müzik, sonrasında icat edilen
taşıyıcılarla birlikte bireyselleşti. Plaklar, kasetler, CD’ler ve
son demde tanıştığımız harici bellekler, karekodlar, yayılmayı
hızlandırdı. Her dönem ve her medya kendi yıldızını yarattı. Radyo
günlerinde Münir Nurettin Selçuk’tan Perihan Altındağ Sözeri’ye,
Müzeyyen Senar’dan Safiye Ayla’ya uzanan isimler popülerdi ama
plakların (bilhassa 45’liklerin) yaygınlaşmasıyla pop söyleyenler
bir adım öne geçti. Ajda Pekkan’dan Berkant’a, Özdemir Erdoğan’dan
Sezen Aksu’ya, Melike Demirağ’dan Ali Rıza Binboğa’ya uzanan
isimler sadece yaşadıkları dönemi değil sonrasını da etkiledi. Cebe
sığacak kadar küçük radyo dergilerinin kapaklarını yukarıda adını
saydığım sanatçılar süslerken pop döneminde dergiler büyüdü,
basıldıkları kağıt güzelleşti, renkler belirginleşti ve posterler
odaların duvarlarını süslemeye başladı. Sinemanın yaygınlaşması,
televizyonun evlere girmesi bu süreci hızlandırdı. Darbe sonrasına
denk geldiği için memleketin karanlık dönemi olarak tarif
edebileceğimiz ’80’li yıllarda bile müzik bir hayli renkliydi.
Kasetler aracılığıyla çoğaltılan ve hızla yayılan şarkılar, o
dönemi güzel anmamıza sebep. Müzik o kadar etkiliydi ki haber
dergilerinin kapaklarına da şarkıcılar yerleşiyordu. Sonrası tam
bir keşmekeş ama bunu kötü anlamda söylemiyorum.
Geçtiğimiz günlerde İstanbul’da bir sergi açıldı. İstanbul
Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından düzenlenen, küratörlüğünü
Derya Bengi ile üstlendiğim “Müzik TR 100: Cumhuriyet Tarihinin
Müzikli Panoraması” başlıklı sergi, 31 Ocak’a kadar Müze Gazhane’de
gezilebilir. Bu, aslında hazırlığını uzun zamandır sürdürdüğümüz
bir box-set’in yavrusu ya da yan etkinliği. Cumhuriyet tarihi
boyunca etkin olmuş şarkıları, döneminde yayınlandıkları
formatlarla dinleyiciye ulaştıran bu set, memlekette yapılmış en
kapsamlı işlerden biri. İlerleyen haftalarda bununla ilgili bir
başka yazı yazarım belki ama büyük bir ekiple ilerlediğimizi ve
hazırlık sürecinde bir yandan tartıştığımızı diğer yandan
eğlendiğimizi söyleyebilirim. Türkiye, 101 yıllık tarihinde çok şey
gördü, görüyor, görecek. Önümüz yeni yıl. Umutlarımızı
artırdığımız, ileriye coşkuyla baktığımız şu günlerde kötü şeyleri
biraz olsun uzaklaştırmak, güzelliklerle hemhal olmak hakkımız.
Hele yeni yıl güzellikleri de getirirse değmeyin keyfimize…