7 Ekim'den sonra Ortadoğu'da art arda yaşanan gelişmelerin kazananları listesinde hangi ülkeler, hangi isimler var? Kaybedenler listesinin başında yer alan İran'ın bundan sonraki hamleleri neler olacak? İkinci Trump dönemi Ortadoğu dengelerini nasıl etkileyecek? Dr. Can Cemgil ve Dr. Erhan Keleşoğlu ile bu soruların yanıtlarını konuştuk.
Dünyada sarsıcı gelişmelerin yaşandığı bölgelerden biri
Ortadoğu’dur. İsrail, Gazze’deki saldırılarına devam etti, buna
Lübnan, Suriye’yi ekledi. Öte yandan Suriye’de 13 yıldan bu yana
devam eden savaş HTŞ’nin Esad rejimini devirmesiyle şimdilik başka
bir aşamaya geçti. ABD’de başlayacak Trump iktidarıyla beraber
2025’te nasıl bir Ortadoğu bizi bekliyor?
Suriye’nin 2024’ünü ve olası gelişmelerini İstanbul Bilgi
Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olan
Dr. Can Cemgil ile; İsrail’in Filistin politikasını, Gazze’deki
durumu ve gelecek günlerin getireceği olasılıkları Toplumsal Tarih
Dergisi Yayın Yönetmeni Dr. Erhan Keleşoğlu ile konuştuk.
İstanbul Bilgi Üniversitesi Uluslararası İlişkiler
Bölümü öğretim üyesi Dr. Can Cemgil
Suriye’de denklemin neredeyse tamamen değiştiği bir 2024
gördük. İran, Esad, Hizbullah ve Rusya gibi aktörler devre dışı
kalırken, İsrail, HTŞ ve Türkiye’nin yükselişini kısaca nasıl
yorumlarsınız?
Dr. Can Cemgil: Suriye İç Savaşı’nın en azından
bu aşamasının Esad rejiminin alaşağı edilmesiyle sona ermesi,
Suriye’yi bir süredir gözlemleyen herkes için belli ölçüde sürpriz
oldu. Dolayısıyla Suriye etrafındaki tartışmalar ilk aşamada
meselenin jeopolitiğine yöneldi. Orada da ilk göze çarpan,
Rusya’nın yaklaşık üç yıldır süren Rusya-Ukrayna Savaşı’ndan
dolayı, İran’ın da ABD ile birlikte İsrail’in basıncıyla rejime
verdikleri aktif desteği çekmesi oldu. Böylece bir süredir bu
şekilde bir operasyonu planlayan ve İdlib’de hazırlıklarını
sürdüren HTŞ’nin koordinasyonunda ve liderliğinde rejim düşürüldü
ve Şam kontrol altına alındı.
Rusya, Ukrayna’da arzu ettiği kadar hızlı bir şekilde sonuca
ulaşamadığı gibi, bir süredir ABD’nin savaşlarını nitelemek için
kullanılan sonsuz bir savaşın içinde bulmuştu kendini. Her ne kadar
Putin, Şam’ın HTŞ kontrolüne geçmesiyle sonuçlanan süreci
değerlendirirken sorumluluğu rejim güçlerine yüklemiş olsa da
Rusya’nın da Esad’la birlikte kaybedenler arasında olduğunu not
etmek mümkün. Benzer şekilde, İran’ın dini lideri Hamaney,
Türkiye’nin olan bitende dahli olduğunu ima ederken asıl
sorumluların ve planlayıcıların ABD ve İsrail olduğunu iddia etti
ve rejimin düşmesinin İran’ı etkilemeyeceğini savundu. İran’ın uzun
zamandır “direniş ekseni olarak” tanımladığı koalisyonun “altın
halkası” olarak nitelediği Esad rejiminin yıkılmasından olumsuz
etkilenmeyeceğini düşünmek pek mümkün görünmüyor. Bir süredir
Filistin üzerinden İsrail-İran geriliminin artmasıyla birlikte ABD
ve İsrail’in İran üzerine uyguladığı basıncın, Trump ve ekibinin
yönetimi devralmasıyla birlikte artarak süreceği dikkate
alındığında, İran’ın belki de Esad’dan sonra Suriye İç Savaşı’nın
en büyük kaybedeni olduğunu söylemek abartı olmaz.
‘TÜRKİYE’NİN HTŞ ÜZERİNDEKİ ETKİSİYLE SMO ÜSTÜNDEKİ ETKİSİNİ
BİR TUTMAK HATA OLUR’
Kazananlara gelince, Hamaney’den Trump’a pek çok lider
Türkiye’nin kilit rolüne dikkat çekti. Hatta Trump, Türkiye’nin
dostane olmayan bir şekilde Suriye’de kontrolü ele geçirdiğini ve
Suriye’nin geleceğinin anahtarını elinde tuttuğunu iddia etti. HTŞ
kontrolündeki Şam’a dışişleri bakanı düzeyindeki ilk ziyareti
gerçekleştiren Türkiye de bu izlenimin güçlenmesinde ciddi rol
oynadı. Öte yandan, HTŞ’nin Şam’a yürüyüşü henüz devam ederken,
Erdoğan dahil Türkiye’deki yetkililerin mütereddit ve mutedil
açıklamaları, Türkiye’nin süreci tamamen planlayıp yönettiğine
ilişkin algının pek de yerinde olmadığını gösteriyor. Ayrıca her ne
kadar HTŞ ile Türkiye arasında Astana sürecinin başlamasından bu
yana belli bir alışveriş olduysa da Türkiye’nin HTŞ üzerindeki
etkisini SMO üzerindeki yönlendirici etkisiyle bir tutmak hata
olurdu.
‘İSRAİL SURİYE’DE NASIL BİR REJİM KURULACAĞINDAN BAĞIMSIZ
SURİYE ASKERİ ALT YAPISINI TAHRİP ETTİ’
Suriye’de şu an itibariyle en büyük kazanan İsrail gibi
görünüyor. İsrail sadece Suriye içinde kontrol ettiği alanı Golan
Tepelerinin ötesine genişletmekle kalmadı, aynı zamanda Suriye’de
nihayetinde nasıl bir rejim kurulursa kurulsun yakın bir gelecekte
ciddi bir askeri kapasite gelişmesini engelleyecek şekilde
Suriye’nin askeri altyapısını tahrip etti. Ama en önemlisi, İran’ın
Suriye’deki varlığını ortadan kaldırdı, Lübnan’da Hizbullah’la olan
doğrudan kara bağlantısını kopardı ve en genel anlamıyla İran’ın
üzerindeki basıncı ciddi olarak arttırdı.
Geçici hükümeti yöneten HTŞ, anayasa sürecinin üç,
seçimlerin dört yılı bulacağını söyledi. Öte yandan askeri güçte
birlik iddiasıyla SDG dahil tüm unsurlardan silah bırakmaları
isteniyor, Ankara ise İmralı ile görüşmeleri başlattı. Bu
faktörleri dikkate alırsak, elbette kestirmek güç ancak, 2025’te
nasıl bir Suriye göreceğiz?
Suriye’nin geleceği hakkında yorum yapmak için henüz erken. Bu
kadar çok iç ve dış aktörün birbiriyle çelişen ve zaman zaman
kısmen örtüşen hedeflere yönelik stratejiler geliştirmeye çalıştığı
bir ortamda da son derece zor. Nihayetinde tam da bu karmaşıklık
nedeniyle büyük ihtimalle hiçbir aktörün hedeflediği sonuca tam
olarak ulaşamamasının yarattığı bir sonuca doğru ilerleyeceğiz.
Bugünkü gelişmeler ışığında yorumlayacak olursak HTŞ’nin ve lideri
Ahmed Şara’nın hem Suriye içinde hem Suriye dışında mümkün olacak
en geniş desteği arkasında toplamaya çalışacağının işaretlerini
görebiliyoruz. Genel olarak ılımlı bir tablo çizmeye çalışan Şara,
bu imajı Hıristiyan ve Dürzi liderlerle görüşerek de pekiştiriyor.
Batılı ülkelerin sadece siyasi liderliklerinin değil, medya ve
kamuoylarının da Şara’nın değişimine odaklandığını dikkate alırsak
Şara’nın bu çabalarının belli ölçüde bir karşılık bulduğunu
söyleyebiliriz. ABD’nin Şara üzerindeki para ödülünü kaldırması ve
genel olarak Batılı ülkelerde HTŞ’nin terör örgütleri listesinden
çıkarılmasına ilişkin tartışmaların gündeme gelmesi de aynı yönde
bir işaret.
‘ŞARA’DAN HTŞ İDEOLOJİSİNDEN SOYUTLANMIŞ, PRAGMATİK BİR YÖNTEM
İZLEMESİNİ BEKLEMEK ANLAMLI DEĞİL’
Diğer yandan Şara’nın ve HTŞ’nin ideolojiden tamamen
soyutlanmış, pragmatik bir yöntem izleyeceğini beklemek de çok
anlamlı değil. İstihbarat şefi olarak yine terör listesinde adı
geçen Enes Hattab’ın atanması, liderlik kadrolarının cihatçı
ideolojiden ne kadar uzaklaştığına ilişkin yaygın tereddüt ve son
olarak anayasa ve seçim için sırasıyla 3 ve 4 sene bekleneceğinin
açıklanması şüpheleri derinleştiriyor. Bu süre içerisinde HTŞ ile
birlikte diğer silahlı grupların resmi devlet örgütlenmelerine ve
askeri yapısına dahil olmaları mümkün. Sizin soruda da işaret
ettiğiniz üzere bu yol haritasında aşılması en güç görünen mesele
Suriye Demokratik Güçleri’nin, kurulması planlanan bu düzene nasıl
entegre olacağıyla ilgili. HTŞ liderliğinin SDG ile geçtiğimiz
günlerde ilk görüşmeyi gerçekleştirmesi, SDG’nin kontrol altında
bulundurduğu alanlarda yeni Suriye bayrağını dalgalandırmaya
başlaması, Türkiye ile ABD arasında SDG’nin gelecekteki konumu ve
rolü hakkında süregelen karşılıklı pozisyon belirleme çabaları, SDG
liderliğinin Türkiye’nin PKK ile ilgili kaygılarını gidermek üzere
bazı açıklamalar yapması, Türkiye içinde Devlet Bahçeli’nin
inisiyatifiyle birlikte Öcalan ve DEM Parti temsilcileri üzerinden
başlatılan yeni süreç bu konuda tarafların adım atmaya niyetli
olduğunun göstergesi.
‘HTŞ’NİN KURDUĞU GEÇİCİ YÖNETİMLE SDG İDEOLOJİSİ ARASINDA
ÖRTÜŞMEZLİK VAR’
Elbette yine her karmaşık meselede olduğu gibi burada da sürece
içkin pek çok çelişkili husus var: Şara, federatif bir yapıyı ya da
SDG gibi merkezden bağımsız bir askeri gücü kabul etmeye niyetli
değil, öte yandan SDG de tam silahsızlanmaya ve tümüyle bir üniter
yapının içinde herhangi bir özerklik unsuru olmayan bir sonucu
kabul etmeye hazır değil; zaman zaman katılımcılık ve hoşgörü
gösterileri yapılsa da Suriye’deki geçici yönetimin ideolojisiyle
SDG’nin ideolojisi arasındaki örtüşmezlik, Türkiye’de terörle
bağlantısı olduğu iddiasıyla görevden alınan Ahmet Türk’ün süreçte
merkezi bir rol oynaması, Öcalan’ın meclis kürsüsünde konuşması
gündemdeyken Selahattin Demirtaş’ın tabiri caizse içeride
unutulması, hükümetin ve Erdoğan’ın pozisyonunun kamuoyunca net
olarak bilinmemesi ve sürecin etrafındaki genel sis havası gibi
hususlar da bu karmaşık sürece içkin çelişkiler. Belki de en kilit
mesele şu: her ne kadar iç ve dış barış kendi başına son derece
kıymetli hedefler olsa da, Türkiye’deki otoriter yönetimin bu
otoriterliğinden vazgeçemeyeceğini düşündüğümüzde demokrasisiz bir
barışın sürdürülebilirliği tartışmalı. Yine de bu sürece cepheden
karşı çıkmayı değil, sürecin yönüne tüm siyasi aktörlerini hem
süreci hem de sonuçlarını demokratikleştirme gayretiyle müdahale
etmesini gerektiriyor. Öyle görünüyor ki, ilk çözüm sürecinin
bitmesinde merkezi rol oynayan Suriye İç Savaşı’nın sona ermesi, bu
kez yeni bir sürece kapı aralıyor.
Toplumsal Tarih Dergisi Yayın Yönetmeni Dr. Erhan
Keleşoğlu
‘GAZZE’DE SOYKIRIMIN ARKASINDAKİ EN BÜYÜK NEDEN ABD’NİN İSRAİL’E
KOŞULSUZ DESTEĞİ VE BATI’NIN ASKERİ VE MALİ YARDIMLARINI
SÜRDÜRMESİ’
2023'te başlayıp 2024'te şiddetini artıran İsrail'in
Gazze işgali/savaşı, son olarak Lübnan ve Suriye'ye sıçradı. Bu
çerçevede 2024 yılını nasıl değerlendirirsiniz?
Dr. Erhan Keleşoğlu: İsrail’i yöneten Başbakan
Netanyahu ve aşırı sağcılardan oluşan kabinesi bu savaşı başından
itibaren Gazze’yi Filistin nüfusundan arındırma ve “nihai çözüm”
fırsatı olarak gördü. 7 Ekim’in hemen ertesinde başlayan İsrail’in
hava saldırıları ve kara harekâtı neticesinde şu ana kadar
yarısından fazla kadın ve çocuklar olmak üzere 50 bine yakın
Filistinli hayatını kaybetti, 150 binden fazlası da yaralandı.
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin (UCM) Kasım 2024’te insanlığa karşı
işlenen suç isnadıyla Netanyahu ve Gallant hakkında yakalama kararı
çıkarması yaşananların bir soykırım niteliği taşıdığının göstergesi
olsa da uluslararası hukukun, savaş hukuku ile birlikte ayaklar
altına alındığı Gazze soykırımı 2024 yılı boyunca sürdü. Bunun
arkasındaki en önemli neden ABD’nin İsrail’e verdiği önkoşulsuz
destek ve başta Almanya olmak üzere Batılı ülkelerin İsrail’in
işlediği suçları göz ardı ederek askeri ve mali yardımlara devam
etmesiydi.
Bundan güç alan Netanyahu Hükümeti, Filistin ile dayanışmak için
İsrail’in kuzeyinde cephe açan Hizbullah ile yıpratma savaşına
girişti. Bu süreçte çağrı cihazlarına bomba yerleştirilmesi vb.
örtülü operasyonlarla ve doğrudan hedef alarak Hizbullah’ın Hasan
Nasrallah başta olmak üzere neredeyse tüm üst düzey lider
kadrolarını tasfiye etti. Özellikle Nasrallah’ın öldürülmesi,
Hizbullah’a ve İran’ın 2000’li yılların başlarından itibaren ördüğü
“direniş ekseni”ne vurulmuş en büyük darbelerden birisi oldu.
Neticesinde Kasım 2024’te Hizbullah ile 2006 Savaşı sonrasında
alınmış BM Güvenlik Konseyi’nin 1701 nolu kararına paralel bir
ateşkes anlaşması yapıldı.
‘İSRAİL 26 EKİM SALDIRILARIYLA İRAN’IN SAVUNMA KAPASİTESİNE
CİDDİ BİR DARBE VURDU’
‘İsrail’in İran’ın Şam Büyükelçiliği’ne yönelik hava
bombardımanı sonrasında İran’ın yüksek rütbeli askerlerinin
öldürülmesi, İran’la İsrail’i karşı karşıya getirdi. Karşılıklı
misillemelerin yanında Tahran’da bulunan Hamas’ın siyasi kanat
lideri İsmail Heniye’nin yatak odasında İsrail’ce düzenlenen
suikastla öldürülmesi (31 Temmuz), yine Hizbullah lideri
Nasrallah’ın İsrail bombardımanında hayatını kaybetmesi (27 Eylül)
İran’ı İsrail’e doğrudan karşılık vermeye zorladı. Balistik
füzelerinin kullanıldığı bu saldırıda İsrail’in bazı askeri
hedefleri vurulsa da ciddi bir hasar ve can kaybı yaşanmadı.
Karşılığında İsrail 26 Ekim’de İran’ın hava savunma sistemlerine ve
füze üretim tesislerine yönelik kapsamlı bir saldırı
gerçekleştirdi. Bu İran’ın kendini savunma kapasitesine ciddi bir
darbe oldu.
2024 biterken İsrail’in Esad rejiminin düşmesinin ardından
Suriye’nin neredeyse tüm askeri tesislerini son derece yoğun bir
hava saldırısıyla hedef aldı ve Suriye’nin askeri kapasitesini
dumura uğrattı.
İsrail, Gazze'nin yanı sıra Suriye'de de bulunduğu
alanı genişletmeye çalışıyor. Lübnan' üzerinde de baskı kurmuş
görünüyor. Özellikle Trump'ın 2025'te İsrail yanlısı bir kabineyle
göreve başlayacağını düşünürsek, 2025 İsrail-Filistin arasında bir
ateşkes görme ihtimalimiz var mı? Sizce 2025 buradaki çatışmalar
açısından neye gebe?
İsrail’e temel karakterini veren yerleşimcilik ve
kolonizasyondur. İsrail’in resmi sınırları da belli değildir ve
fırsatını bulduğu anda nüfus-toprak dengesinin elverdiği ölçüde
kontrol ettiği alanı genişletmeye çalışmaktadır. Suriye’de Esad
rejiminin çöküşü ardından da durumdan faydalanmak isteyen İsrail
Golan tepelerinin tamamını ele geçirerek Suriye-Lübnan sınırında
yer alan Şeyh dağı ve çevresini de işgal etti. Bu hâkim zirvenin
zaptedilmesi, İsrail’e Lübnan ile Suriye hava sahasını kontrol
altına alma ve istediği anda 40 km kadar uzaklıkta bulunan Şam
şehrini topçu ve füze ateşine tutma yeteneği kazandırdı. Netanyahu,
dağı ziyaret ederek orada tesisler kuracaklarının ve işgalin kalıcı
olacağının mesajını da verdi.
‘TRUMP’IN İSRAİL’E ATAMAK İSTEDİĞİ ELÇİ, BATI ŞERİA’NIN
İLHAKINI SAVUNMASIYLA TANINIYOR’
İsrail ve Filistin Sorunu dendiğinde ilk akla gelmesi gereken
büyük güç, İsrail’in stratejik müttefiki ve bir numaralı hamisi
ABD’dir. Yeni kurulacak Trump Kabinesinin aday gösterilen isimlerle
şimdiye kadarki ABD hükümetleri içerisinde en İsrail yanlısı
hükümet olması muhtemeldir. Trump’ın İsrail büyükelçisi yapmak
istediği Mike Huckabee’nin de sıkı bir evangelist olduğunu
biliyoruz. Yeni görevinde İsrail’i canla başla savunmaya devam
edeceğini tahmin edebiliriz. Huckabee daha önce “Filistinli diye
bir şey yoktur” demesiyle ve İsrail’in Batı Şeria’yı ilhak etmesi
gerektiğini ileri sürmesiyle tanınıyor. Trump Hükümetine destek
veren hem İsrail lobisinin hem de evangelist lobinin önümüzdeki
dönemde İran’ı ve bölgedeki müttefikleri hedef alacaklarını
öngörmek mümkün. Bunu yaparken de İsrail’in yerleşimci
politikalarını, Gazze nüfusunun önemli bir kısmını zorunlu göçe
tabi tutma emellerini de destekleyeceklerini
söyleyebiliriz.
‘TRUMP’IN GÖREVE BAŞLAMASIYLA ATEŞKES YAPILMASI EDİLMESİ ÇOK
MUHTEMEL’
İsrail, soykırımcı eylemlerini gerçekleştirirken Batılı
hükümetlerinin çoğunun desteğini arkasına aldı, uzun süre Gazze’de
olup biten sorgulanmadı. Trump’ın göreve başlamasının ardından
Gazze’de ateşkes yapılması ve rehinelerin Filistinli tutsaklarla
değiş tokuş edilmesi çok muhtemeldir. Ancak İsrail kolonizasyon
politikası gereğince Gazze’deki nüfusu zorla veya “gönüllü” şekilde
göç ettirmeye dayalı bir siyaset gütmeye devam edecektir. Bu
başarılamazsa bazı kısımları ilhak edip, toprakları parçalanmış bir
Gazze’de, Filistin Yönetimi’nin tekrar tesisi veya teknokratik bir
uluslararası idare ile uluslararası yeniden inşa faaliyetine izin
verebilir.