Ufuk çizgisinde tepeler, kuzeye doğru dumanlı bir dağ. Cebel Şeyh’in karlı tepesi; uzakta, erişilmez. Süzülen kar suları İsrail’in işgal ettiği bölgeleri besliyor. Yine de Kafkasya’ya benzer bir tarafı yok. Yamaçlara varmadan volkanik topraklardan geçiyorsun, kızıl kayalıklardan. Cehennemi lavlardan arta kalandır sanki. Çerkeslerin yaşadığı Kuneytra’ya gidiyorum. Yok buranın Kafkasya’ya benzer bir yanı. Ön koltukta Enes’in gözleri ışıldıyor; kirli sakalıyla, çelik duruşuyla, her an savaşa girecekmiş haliyle. Torpidoya yaslanmış kalaşnifkofu, bakınıyor sağa sola. Dönüp Çerkesçe sorular soruyor; gülümsüyorum, “Bende yok Çerkesce.” Biliyor, yine de soruyor, bir iki kelime çıkar belki!
***
Çerkesler Kafkasya’dan, işgalle çiğnenmiş topraklarından sökülüp atılırken arkada bıraktıkları yorucu bir savaştı, bitmek bilmeyen, asırlara yayılmış. Sonuncusu 1817’den 1864’e dek sürmüştü. Geride kalanlar, nüfuslarının yüzde 10’u kadardı. Az değil, 1.5 milyon Çerkes sürülmüştü. Karadeniz şeridi tamamen boşaltılmıştı. Çıkanların neredeyse üçte birini de sürgün yolculuğu alıp götürmüştü. Savaş peşlerini asla bırakmadı; Osmanlı’nın bir cephesinden ötekine, Balkanlar’dan Orta Doğu’ya, Çanakkale’den Kars’a, Halep’ten Trablus’a. Savaşçıydılar, kıymetliydiler, imparatorluğun düşüş çağında bulunmaz bir nüfuz!
1864 sürgününün üzerinden bunca yıl geçmiş; yine yakalandılar savaşa, 2011’de Suriye’de, Kuneytra’da, Hama’da, Humus’ta. 1967’de Golan’da İsrail’in işgaliyle evlerinden sürülmelerinin üzerinden daha kaç yıl geçmişti ki? Bu kaçıncı sürgündü? Kafkasya’dan Anadolu’ya, buradan Balkanlar’a, Balkanlar düşerken Bilad-i Şam’a… Her nesil savaşı tadacaktır dercesine! Enes de tatmıştı; Nusra Cephesi ve öteki cihatçı örgütlerin ‘kutsallık’ adına kirli savaşıyla yerlerinden olmuşlardı.
1864’te olana “hicret” demek yaralarına iyi geliyordu! Her şeyi kaybettikten sonra elde kalan ‘kutsanmış’ bir muhacirlikti. Değildi, ne hicretti ne de göç; soykırımdı yaşadıkları, sürgündü.
***
Kuneytra’nın bombaların etkisiyle camları kırılmış ve pencereleri naylonla kaplanmış mütevazi evlerinde iki savaş konuşuluyordu: Vatanlarından sürüldükleri savaş; kültürel kayıplar yaşadıkça hatırlanan, anılarda dirilip duran. Öteki 2011’den beri yaşanan savaş. Kuneytra diyoruz ya biraz simgesellikten, biraz Çerkeslerle özdeşleştiğinden. Konuştuğumuz yer Medinet’ül Baas yani Baas Kenti. Kuneytra’nın yeni adresi. Kuneytra az ötede İsrail’le savaşın anısına mayınlı bir müze!
Golan Tepeleri’nde 13 Çerkes köyü vardı. 1967’de İsrail’e epeyce direnmiş, ağır bedel ödemişlerdi. Kuneytra’da geriye Bir Acem, Breyka ve Mudariye gibi birkaç Çerkes köyü kaldı. Buralar da 2012’de Nusra Cephesi’nin eline geçti. Bir kısmı Şam’a geçti, Ürdün ve Türkiye’ye gelenler oldu.
Aslında Çerkesler bir kez daha yerlerinden olduğunda gidebilecekleri yer evvela anavatanları olmalıydı. Orada kendi adlarını taşıyan cumhuriyetleri de var: Rusya Federasyonu’na bağlı Adıgey Cumhuriyeti, Kabardey-Balkar Cumhuriyeti, Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti. Ve yanı başında bağımsız Abhazya Cumhuriyeti.
Fakat Rusya için Çerkesler dönerse turisttir, koşulları karşılarsa geçici ya da kalıcı oturum sahibi. Dönüş koşulları kendi vatanında mülteci olmaktan öte değil!
***
Kafkasya, Rusya açısından zor bir coğrafya ve Çerkeslerin dönüşüne korkuyla yaklaşıyor! Halbuki Rusya dışındaki Rusların geri dönüşü için ciddi bir teşvik sistemi de var. Çerkeslerin herhangi bir yabancının tabi olduğu yasalara ilaveten adı konulmamış ‘sakıncalılar’ bariyerini aşması gerekiyor. Zor tabii. Suriye’den topu topu 3 bin Çerkes Kafkasya’ya ulaşabildi. Sorunları aşamayanlardan bir kısmı döndü ya da Avrupa’ya geçti.
Kafkasya’daki dostlarımdan edindiğim bilgilere göre, 2012 sonrasında Kabardey-Balkar Cumhuriyeti’ndeki Çerkes sivil toplum örgütü Perit’in davetiye çıkartarak getirdiği Çerkesler 1400 civarında. Bunların 300-400’ü Adıgey ve Karaçay-Çerkesk’e yerleşti. Bunun yanı sıra 1990’larda Halep ve Şam’daki Rus konsolosluklarına başvurarak pasaport alanların sayısı 700 civarındaydı. Bunların 150-200 kadarı savaştan önce Kafkasya’ya yerleşmişti. Suriye’de kalan pasaport sahiplerinden 200-250 kadarı da savaş patlak verince sorun olmadan Kafkasya’ya geldi. Savaştan sonra Adıgey’e yerleşenlerin toplam sayısı 1000-1100 arasında. Kabardey-Balkar’a ise 900-1200 arasında kişi yerleşti. Savaştan önce Suriye’den Adıgey ve Kabardey Balkar’a dönenlerin sayısı 1200-1300 civarındaydı. Cumhuriyet idarelerinin inisiyatifi ve sivil toplum baskısı olmasa bu insanların Kafkasya’da geçici ikamet ve kalıcı ikamet belgesiyle barınması da mümkün olmazdı.
***
Diasporada darda kalmış Çerkeslerin Kafkasya’ya dönüşü başka bir ülkeye sığınmalarından daha zor. Üniversite mezunu, meslek sahibi, üç-dört dil bilen insanlar bile Rus bariyerini aşamıyor. Geçici ikamet ve ikametleri uzatmak büyük dert; istenilen belgeleri Suriye’den toplamak kolay değil. Süreç uzun ve maliyetli. 5 yılını dolduranların vatandaşlık elde edebilmeleri için Rusça sınavını vermeleri gerekiyor. Anadilleri Adıgece üç cumhuriyette resmi dil ama Rusça bilme koşulundan geri adım atılmıyor. Rusça öğrenenler de Rus edebiyatına vakıf olma şartına takılıyor. Son iki yılda süreç biraz daha hızlandı. 2012 sonrasında gelenlerin yaklaşık dörtte biri pasaport almayı başardı.
Yanıtların nedensiz geciktirilmesi, uzatma taleplerinin sıklıkla reddi, oturma izni olanların keyfe keder çalışma haklarından mahrum edilmesi ve bitmeyen belirsizliklerle Rusya özetle Çerkeslere diyor ki “Gelmeyin!”
Rusya’nın Suriye lehine savaşta olması, Çerkeslerin en azından Suriyeli kimliği ile Rusya Federasyonu içinde sığınmacı olmalarını kolaylaştırmıyor.
***
Ocak 2017’de Kuneytra’da top mermilerinin gürültüleri altında ağırlandığım Çerkes evlerinde dönüşün ve yok oluşun sancılarını gördüm. Kaldı ki Ürdün ve Suriye Çerkesleri dillerini ve kültürlerini koruma konusunda daha şanslıydı. Ziraat mühendisi Zuheyr Veccukh’un evindeydik. Eşi Felek hanım, “Ben Kabardey’im, eşim Şapsugh. Birbirimizin lehçesini anlayabiliyoruz. Ama biz Çerkesçeyi (Adıgeceyi) konuşan son nesiliz. Kızım (Nansi) Çerkesçe şarkı söyleyebiliyor ama konuşamıyor” deyip ekliyordu: “Evde Arapça konuşuyoruz. Çocuklar okula gidinceye kadar Çerkesçe konuşup anlayabiliyorlardı. Okulda Arapça öğrendiler, biz de evde onlarla Arapça konuşmaya başladık. Bu bizim hatamız. Evde Çerkesçe konuşmaya devam etseydik, çocuklar öğrendiklerini unutmazlardı.”
İktisat Fakültesi’nde öğrenci Nansi biraz mahcup olmuştu, Çerkesçe bilmese de Çerkesçe şarkı söyleyerek kültürle bağını bize göstermeye çalıştı. Dans etmeyi de öğrenmişti.
Zuheyr Veccukh ise ağır ağır yitip gitmenin tablosunu şöyle çiziyordu:
“1967’de Golan’da savaşı kaybettikten sonra Çerkesler olarak ağır bir darbe aldık. Köylerden çıkarıldık. Yeniden dağıldık. Nüfus yoğunluğunu kaybetti. Birçoğu Şam’a gitti, Kafkasya’ya dönmek için Şam’daki Rus elçiliğine müracaat yapıldı ama olumlu yanıt verilmedi. Bunun üzerine ABD, Golan’daki evlerini geri istememeleri şartıyla Çerkeslerin bir kısmını New Jersey’e taşıdı. ABD bunu, İsrail’in işini kolaylaştırmak için yaptı. Çerkeslerin dağılması dil ve kültürle ilgili çalışmaları daha da zayıflattı. Ayrıca Araplar içinde ikinci bir kültür küçük görülüyordu. Türkiye’de olduğu gibi. Okul açmamıza zaten izin verilmiyordu. Sovyetler dağılınca 1500 kişi Kafkasya’ya gitti. Sonra anavatana dönüşler giderek zorlaştı. İslamcı hareketlerden korkuyorlar. Suriye savaşı başladığından beri bu korku daha da arttı. Rusya Federasyonu’na gidip Kafkasya’da ikamet almak istiyorsunuz, işi yokuşa sürüyorlar. Bir tanıdığım var, ikametini altı ayda bir yenilemesi gerekiyor, her seferinde sıkıntı yaşıyor, çok pahalıya mal oluyor. Bir hafta geç kalsanız ikamet iptal ediliyor.”
Evine konuk olduğum bir diğer Çerkes Dr. Hüsam Toğuş’un verdiği bilgiler ise diasporanın ortak sorununa parmak basıyordu. Dediği şuydu: “Golan’da Çerkesçe dil okulu Fransızlar zamanında 1936'da açıldı. Dört yıl açık kaldı. Çerkes Hayır Derneği henüz kurulmamıştı. Bir daha okul açılmasına izin verilmedi. Öğrendiğimiz dil kendi çabamızla, devletin sunduğu imkânlarla değil. Ne Kafkasya’dan ne de başka yerden öğretmen getirebildik. Kendimiz gönüllü öğretmenlik yaptık. 1948'te Şam’da Çerkes Hayır Derneği kuruldu. Bu dernek de Çerkeslerin Filistin’deki savaşta sundukları üstün hizmetin hatırına açıldı. Dernek Çerkeslerin bulunduğu her yerde şube açtı. Çerkeslerin kültür ve dilleriyle ilgili çalışmalar bu dernek sayesinde başladı. Rusya-Suriye ilişkilerine rağmen Ruslar Çerkeslerle ilişki kurulmasına şüpheyle bakıyordu. Bu bakış açısı bugün de değişmedi. Dün başka korkular vardı, şimdi Orta Doğu’daki Çerkeslerin anavatanlarına radikal İslamcılığı taşıyacağı korkusu vardı.”
***
Anavatanları Kafkasya ile ilişkiler açısından Suriyeli Çerkeslerin geçmiş tecrübeleri en büyük Çerkes diasporasının bulunduğu Türkiye’dekilerle kıyaslanamayacak kadar yumuşak olageldi. 1950’lerden beri Suriye’nin Rusya’nın müttefiki olması sayesinde. Fakat dönüş yönelimi nereden gelirlerse gelsin Rus bariyeri yükseliyor.
21 Mayıs 1864 tarihiyle simgeselleşen Çerkes soykırımının 157’inci yılı anılırken anavatanla köprüler hala güvenle kurulamadı. Dönüş mücadelesi bu tür olağanüstü dönemlerde ivme kazanıyor. Fakat Suriyeli Çerkeslerin yaşadıkları yolun ne kadar dikenli olduğunu gösteriyor. Asimilasyon süreci nesilden nesile geri döndürülemez şekilde derinleşiyor. Haliyle soykırım artık etno-kültürel varoluş ve yok oluş bağlamında anılıyor. Bitmeyen sürgün ve soykırım dememizin nedeni de bu. Güven içinde köprüler kurulabilmeliydi, olmadı, olamadı.