Şêrko Bêkes’in (1940-2013) “Otonomi” adlı bir şiiri vardır. Şair, Kerkük’teki Rehîmawa semtini anar. Şöyledir: “Kalede / bir kuş bir ota / şunu diyordu: / otonomi Rehîmawa’daki bir ağacın bir dalı etmez / ama binlerce orman / yaktık onun için.”
Meselenin başladığı yerlerden biri Basra’dır. İngilizler 20'nci yüzyılın başlarında Basra’ya çıktılar; yerlilerle uzlaşıp Osmanlıyla çarpışarak yıllar sonra Kürdistan hududuna geldiklerinde karşılarında Şêx Mehmûd Berzencî’yi buldular. Onun Süleymaniye merkezli minnacık Kürdistan Krallığı’nın ömrü kısacık sürdü (1922-1924). Zamanın süper gücü İngiltere onu Hindistan’dan taşıdığı kuvvetlerle ezdi. Şêx Mehmûd İran’a iltica etti.
Berzencî şair ruhlu bir liderdir. Bir gazelinin sonunda şöyle der: “Be naw Mehmûd im emma her Eyaz im ya Resûlellah” (Gerçi adım Mahmûd’dur amma, hep Ayaz’ım ya Resulullah).
Mahmûd, övülmeye değer demek. Ayaz ise “mehtaplı soğuk.” Hani kışın bulutsuz gökte ay görünür de fazla parlar, ortalık ayaza keser ya, o işte. Gazneli Mahmûd ve onun kölesi Ayaz meseli bu. Klasik şairler kendilerine Ayaz, maşûklarına Mahmûd derler. Aslında efendi-köle paradigmasının “aşk lisanı”na çevrilmiş halidir. Malatyalı 17'nci yüzyıl şairi Şehrî şöyle der mesela: “Himmet-i ‘aşk şehi bende ider bendeyi şâh / Buna şâhid dil-i Mahmûd ile efsûn-ı Ayâz.” Şeh (tarak) ile iktidar (şah) arasında bir ilişki var birinci dizede. Neden? Mahmûd bir gece mahbûbu Ayaz’a saçlarını kes demiş de sabah saçsız görünce üzülmüşmüş. İktidar erildir; Mahmûd’da gönül, Ayaz’da efsun vardır. Efendi ince ruhludur.
Şêx Mehmûd Berzencî’den sonra Güney’de hep otonomi davası güdülür. Mahmûd bağımsızlıktır, Ayaz ise otonomi, hatta kölelik. Kölelik talebinin bile bedeli ağır olur. Çok ağır. Enfal, iki heceli bir özettir; Halepçe, üç heceli!
Ama kimine de oturduğu, hatta yayıldığı yerde Mahmûdiyet bahşedildiği vakidir. İngilizler bir gün Suriye çölünün derinliklerine beş deve götürürler. Faysal’ı dört karısıyla birlikte alıp Bağdat’a getirir ve ona Irak’ı verirler, bonus olarak da Kürdistan’ı.
Şêx Mehmûd, sürgünde ölür (1956). Neyse ki sömürgeciler rikkatli insanlardır. Naşının Süleymaniye’ye gömülmesine izin verirler. Muhayyel Mahmûdiyet orada medfûndur!
Kısa süreli Mahmûdiyeti en çok eleştirenler ise Kürt aydınları olmuştur. Hatta Güney’de dili dönen pek çok aydın, anılarında öyle demeseler de İngilizlerin hizmetine girerler. Ama iki edebiyatçı fazlasıyla ilginçtir: Cemîl Saîb ve Ahmed Muxtar Begê Caf.
Yıl 1925. Mahmûd yok, sürgünde. Kürdistan Krallığı yıkılmış. Süleymaniye’nin üçte ikisi İngiliz uçaklarıyla yok edilmiş. Ama Cemîl Saîb “Le Xewma” (Rüyamda) adlı bir novella yazar. Şêx Mehmûd Berzencî’nin minnacık krallığının başkenti Süleymaniye’deki bürokrasi ve rüşvet çarkını bir güzel eleştirir. Berzencî sürgündedir, ama Kürt aydını bu, durur mu, çok tanıdık ve hayli güncel bir refleksle efendiye diyemediğini köleye diyecektir! Bu sefer 1926’da Ahmed Muxtar Begê Caf, “Meseley Wijdan” (Vicdan Meselesi) adlı bir novella yazar. Konu aynıdır. İkisi de namlunun önündekileri eleştirirler, tetiğin arkasındakileri değil. Mahmûd sürgündedir.
Beş develik kervanın önündeki deveden inen Faysal, Bağdat’ta parlamento kurar. Cemîl Saîb milletvekili olarak koşa koşa oraya gider. Ya Ahmed Muxtar Begê Caf?
O da aynı parlamentoya koşar, hatta koskocaman bir bakan olur. Ama efendiden daha efendici Kürt ile “bağımsız” Irak’ın işi biter. İngilizlerin öndeki devenin binicisine bıraktığı uçaklar Kürtlere yönelir. 1935 yılında Never Dağı yakınlarındaki Şervanê Irmağı kıyısında gerçekleşen bombardımanda Ahmed Muxtar Begê Caf, yüzlerce siville birlikte paramparça edilir. Bir mezarı yoktur, vücudundan kalan bir işaret de.
Şair bedeli söylemiş. Üstüne bir döküm yapmak, şair sözü üzerine laf koymak olur. Zaten konu, ne yaşadığımızı efendiye anlatmamız değil, efendinin bize ne yaşattığını itiraf edip ayaklarımıza kapanmasıdır.
İşte hepsi geçti. Yıllarca otonomi diyen Güney Kürtleri, şimdi bağımsızlık için referanduma gidiyorlar. Bağımsızlık, yeri gibi göğü de gasp edilmiş bir öbek kuşun rüyasıdır.
25 Eylülde kölesiz bir Mahmûd olma kararı alıp aynı ota tekrar söylemek lazım: “Bağımsızlık Rehîmawa’daki bir ağacın bir yaprağı etmezken / biz onun için nice ormanlar yaktık!”