25 Kasım, cinskırım politikası ve teğmenler

Kadınlar, her 25 Kasım'da öldürülmelere, şiddete karşı dayanışmayla güçlenir. Ve devlet her 25 Kasım'da kadınların protesto ve dayanışma eylemlerini kolluk şiddetiyle baskılarken cinskırımın, fail şiddetiyle sınırlı kalmayıp siyasi irade ile beslenen bir politika olduğunu ispatlar.

Berrin Sönmez bsonmez@gazeteduvar.com.tr

Erkek-Devlet şiddetine karşı uluslararası mücadele ve dayanışma günü 25 Kasım yaklaşırken kadınlar alanları, sokakları doldurmaya hazır. Kuşkusuz İçişleri ile valilikler de hazırlıklı. Kadınları korumak, katilleri durdurmak hatta yakalamak için görevlendirmedikleri çok sayıda polisi yine kadınların önüne yığacak, kadınları sınırlamak, durdurmak için kullanacaklar. Geçen yıllardan farklı olmayacağı besbelli ama iktidar fark yaratmayı başarmış görünüyor. Bu yıl ayrıca 25 Kasım günü, teğmenlerin ihracı konusunda vade tarihi olarak dillendiriliyor. Türkiye’de kadın olmak zor, başarılı kadın olmak ise cezasız bırakılmaz.

2024’ün ilk on ayında 296 kadın cinayeti, 184 şüpheli kadın ölümü yer aldı basında ve kadın örgütlerinin raporlarına geçti. Emniyet kayıtları açıklanmadığı için tam sayıları bilinmiyor ve bu nedenle yukarıdaki rakamların önüne “en az” ibaresi ekleniyor. Şüpheli kadın ölümlerinin çok büyük bir kısmının da kadın cinayeti olduğu yönünde kuvvetli şüphe var. Cinayet ve şüpheli ölüm sayılarının toplamı gösteriyor ki -haberi yapılmayanlar hariç- en az 480 kadının öldürüldüğünü söylemek mümkün. Ya da ihtimal payı bırakıp 400 ün üzerinde… Portekiz, 2019 yılının Ocak ve Şubat aylarında 11 kadın cinayeti gerçekleştiği için 7 Mart günü ulusal yas ilan etmiş, öldürülen kadınların anısına saygı göstererek bayrakları yarıya indirmişti. Bize gelince 2019’un ocak ayında 43, şubatında ise 31 kadın cinayeti haberi yansımıştı basına. Yine hükümet veri açıklamadı. İki ülke arasında kadına, yaşama, özgürlüğe saygıda böylesi devasa uçurum var işte. Üstelik 2020’den itibaren (pandemi süreci) şüpheli kadın ölümü sayıları hızla artmaya, kadın cinayetleri sayısına yaklaşmaya başladı. Şüpheli kadın ölümü sayısındaki artışın gerçek nedeni, emniyet kayıtlarında kadın cinayeti sayısını düşük gösterme ya da trans cinayetlerini görünmezliğe mahkum etme kurnazlığı yatıyor olabilir. Sadece kadın olduğu için öldürülen kadınların anısına saygı göstermek nerede, kadınların sadece kadın olduğu için öldürüldüğü gerçeğini gizleme çabası nerede? Üstelik gizleyebildikleri sayılar dudak uçuklatıcı rakamlara yükseldiği halde. Devlet cinsiyet temelli şiddetle mücadele etme görevini yerine getirmekten vazgeçip tam tersine cinsiyet temelli şiddeti destekleyen cinskırım politikasına yöneldiğini, şiddet verilerini gizlemekle açıklamış oluyor.

Cinskırım olgusu salt ataerkil zihniyetteki erkeklerin toplumsal öğrenmelerle gerçekleştirdiği kadına şiddet eylemlerinin en uç boyutu olan kadın cinayetlerinden ibaret değil. Cinskırım kavramına dahil olduğu halde gündemde yer alamayan çok geniş bir şiddet gerçekliği var. Sözlü, duygusal, ekonomik, fiziksel, cinsel şiddet eylemlerinin boyutunu, kadın cinayeti rakamlarının on katını belki yüz katını düşünerek anlayabiliriz. Kadın yaşamının nasıl bir cendereye sıkıştırıldığını varın siz hesaplayın. Ki bu hesaba çocukları eklemeyi unutmayın. Beşikten mezara kadar kadınlar, kadın cinsiyeti nedeniyle cinskırıma uğratılıyor. Yaşama sevinci ve gelecek hayalleri yetiştirilirken köreltilip yeteneklerini ve kapasitelerini geliştirme ve kendisini gerçekleştirme imkanı ellerinden alınıyor. Cinskırım kavramı böylesi geniş bir şiddet alanı kadar çaresizleştirilmiş kadınlık halini de içerir. Ve kadınlar her 25 Kasım'da öldürülmelere, şiddete uğratılmalara, kısıtlamalara karşı dayanışmayla güçlenir. Ve devlet her 25 Kasım'da kadınların protesto ve dayanışma eylemlerini kolluk şiddetiyle baskılarken cinskırımın, fail şiddetiyle sınırlı kalmayıp siyasi irade ile beslenen bir politika olduğunu ispatlar.

Kadın katillerine değil kadınlara meydan okuyan devlet olur mu, oluyormuş. Nitekim kadınları failin şiddetine karşı korumak için bütçede sadece 1000 (yazıyla bin) elektronik kelepçe tahsis edilmişti. Bu yıl da aynı. 1001 bile olamadı. Oysa kadınların koruma talebi başvuruları milyonu bulmuş olabilir çünkü 2021’de Soylu, 750 bin dolayında başvuru olduğunu söylemişti. Kadınları korumak için bin elektronik kelepçe sayısını milyona çıkarmak gerektiği halde +1 bile eklemeyen devlet, kadınların önlenebilir cinayetlerle öldürülmesine göz yumuyor demektir. Buna da cinskırım politikası denir. Yani sadece şiddet ve cinayet sayılarının artması değildir cinskırım aynı zamanda toplumda ve ailede erkek egemenliğini, şiddeti teşvik ederek güçlendirmek için siyasi iradenin seçtiği politikanın adıdır.

İktidarın kadınları baskılamak için ürettiği cinskırım politikasına rağmen ve toplumda şiddet bunca tırmanırken, bir yandan da üç kadın teğmen askerlik tarihinin şeref listesine başarılarıyla isimlerini yazdırdı. Sadece Türkiye tarihinde değil büyük ihtimalle dünya tarihinde ilk defa üç kadın üç harp okulunu birincilikle bitirip teğmen rütbesini taktı. “Kız başına” böylesi başarı gösteren Kara Harp Okulu birincisi Ebru Eroğlu, Hava Harp Okulu birincisi İkra Kuyumcu, Deniz Harp Okulu birincisi Sevda Yıldırım teğmenlerin yolları açık olsun. Kadınlar ilgi duydukları her meslek dalında başarılı olur ama bu başarıya ulaşmak için yanı başındaki erkeklerden kat kat daha fazla çaba göstermek zorunda kalır. Askeri eğitim gibi son derece eril bir yapıda elde edilen bu başarıların ne denli zorlu bir mücadele gerektirdiğini ancak kadınlar tahmin edebilir. Üç genç kadın birincilikle teğmen olduğunda askerlik mesleğinin en alt rütbesini taktıkları halde kadınları engelleyen cam tavanlardan birisini daha kırmış oldular. Eşitsizlik duvarında bir gedik daha açıldı, korkun erkekler demek isterdik ama biz söylemeden önce, erk-eklik sözleşmesi ittifakına mensup iktidar ve trolleri çoktan korkmuştu.

Yazık ki bu başarı Teğmen Ebru Eroğlu için iktidar tarafından cezasız bırakılmayacak gibi görünüyor. Umalım iktidar, ihraç talebiyle disipline sevk etme hatasından dönsün. Teğmen Ebru, dört arkadaşı ve üç subay iyi yetişmiş, donanımlı insanlar olarak sivil hayatta da kendilerine başarılı yollar çizebilir ama ordu, emek verip yetiştirdiği bu gençlerin yeteneklerinden mahrum, eksik kalır. Gölgesinden korkan, Dilruba’nın sokak röportajından bile dehşete düşen bazı insanların kışkırtmasıyla hareket etmesin iktidar. Kılıç çatmak şeref tutuşudur, çatışma pozisyonu değil. Saygı anlamına gelir, savaş tehdidi değil. Yeminde Anayasaya bağlılık bildiriliyor. Anayasaya bağlılık yemininden darbe veya cunta çıkmaz. Disiplinsizlik iddiasıyla ihraç etmeye kalkıştıkları yemin, resmi törende yapılsa gerçekten disiplinsizlik olurdu. Resmi tören bitti, okulla ilişkileri kesildi ve kıta görevlendirmeleri henüz yapılmadığı zamanda genç teğmenler coşkularını yaşadılar. Okul bitip kıtaya görevi gelinceye kadar 15 günlük izinlerinin başladığı dakikalarda gerçekleştirilen yeminin gençlik coşkusu kabul edilmesi gerekir. Üstelik bu gençler Gülenist kalkışmanın gölgesinde askeri eğitime başlayıp Gülen bağlıları gibi devlete ve Anayasaya ihanet etmeyeceklerini ispatlama ihtiyacı duyuyor olabilirler, anlayışla karşılanması gerekir.

Tüm yazılarını göster