28 Şubat mağdurları KHK kıyımlarına ne diyor?

HDP milletvekili Mithat Sancar, yüzlerce akademisyenin KHK'lar ile uzaklaştırılmasının ardından Meclis kürsüsüne çıkıp, '28 Şubat mağduru' AK Partili vekillere ismen hitap ederek 'neden sesiniz çıkmıyor' diye sormuştu. Görünen o ki, genel eğilim, 'bekleyelim görelim' yönünde…

Abone ol

DUVAR – 28 Şubat 1997 askeri müdahalesi, uygulayıcılarının öngörülerine göre ‘bin yıl’ sürecekti. Bu söz, devletin ‘irtica’ tehlikesine karşı bir kez ayağa kalktığını ve artık hep teyakkuzda kalacağını anlatmak için söylenmişti. 28 Şubat’ın mimarlarının kurguladıkları ‘bin yıl’ın gerçekleşmeyeceğini görmeleri için çok beklemeleri gerekmedi. Eski TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın sonradan bu durumu anlatmak için söyleyeceği üzere, “28 Şubat 10 yıl bile sürmedi.”

AK Parti Ankara Milletvekili Ahmet Gündoğdu

Fakat bugün, bir e-muhtıra ve bir darbe girişiminin de yaşandığı 20 yılın ardından 28 Şubat farklı bir şekilde yeniden gündemde. 2002’den bu yana iktidar partisinin -başta lideri olmak üzere- politik söylemi içerisinde önemli bir yer tutan ‘28 Şubat mağduriyetleri’, geçtiğimiz günlerde bu kez muhalefet tarafından hatırlatıldı. HDP Mardin Milletvekili Mithat Sancar, Meclis kürsüsünde OHAL KHK’ları ile üniversitelerden uzaklaştırılan akademisyenlerin durumunu anlatırken bazılarının isimlerini de verdiği iktidar partisi vekillerine 28 Şubat sürecinde üniversitelerde yaşanan ihraçları hatırlattı. O dönem ihraç edilenler arasında bugün iktidar milletvekili olanlar bulunduğunu söyleyen Sancar, “Siz mağdur olduğunuzda insan hakları var ama sizin sevmedikleriniz haksızlığa uğradığında, onlar terörist” diyordu.

‘MİTHAT HOCA AYIP ETTİ’

Sancar’ın sözlerini, hem andığı milletvekillerine hem de 28 Şubat mağduriyetlerini iyi bilen başka isimlere sorduk. Bazı vekiller hiç görüş belirtmedi ya da AK Parti Adana Milletvekili Talip Küçükcan’ın yaptığı gibi, “Konunun bir siyasi polemik olduğunu ve katılmak istemediğini” belirtti: “Mithat Hocamızı severiz, ancak ben kendisinin bu konuyu gündeme getirme tarzına yanıt vermek istemiyorum.” Küçükcan böyle demekle yetinirken, Ankara Milletvekili Ahmet Gündoğdu ise, “Mithat Hoca ayıp etti” diyerek başladı söze…

Geçmişte Memur Sen Konfederasyonu içinde Genel Başkanlık dahil çeşitli görevler üstlenen Gündoğdu, “Biz muhalefet milletvekili değiliz. Üniversite ya da başka yerlerde yanlışlık olduğu bilgisini bize bazen CHP’liler, bazen MHP’liler de veriyor. Eski yöneticisi olduğum sendikadan da geliyor. Bir tek masumun bile canının yanmaması için uğraşıyoruz” diyordu. Ancak Sancar’a tepkili: “Bütün atılanlar suçludur demek masumiyet karinesi açısından nasıl yanlışsa. Bu ülkede hiç darbe olmadı, hiç terör yok, bütün atılanlar masumdur demek de o kadar yanlıştır dedik. Ben ve AK Partili diğer arkadaşlarımız AK Parti’ye girmeden önce de insan hakları mücadelesi veriyorduk bugün de veriyoruz. Ama bir darbe girişimi oldu ve şimdi KHK ile atılanlar var. Evet, bir tek masumun bile canı yanmamalı ama hiçbir hain, terörist, teröristsever de cezasız kalmamalı…”

‘TERÖRİSTSEVER’İN HUKUKİ KARŞILIĞI NE?

Gündoğdu’nun sözlerinden de anlaşılacağı üzere ‘masumiyet karinesi’ iktidar partisi vekillerinin de gündeminde ve Sancar’ın bu noktadaki çıkışını ‘haksızlık’ olarak görecek kadar da kendi gayretlerini önemsiyorlar. Fakat burada ‘hain’ ve ‘terörist’in yanı sıra anılan ‘teröristsever’ hukuken nasıl bir karşılığa denk düşüyor? Herhangi birinin ismini özel olarak anmayalım ama yıllardır üniversitelerde ders vermiş, idarecilik yapmış, yurtdışında kabul gören bilimsel çalışmalara imza atmış nice akademisyenin de aralarında bulunduğu yüzlerce ihraç edilen isim için bu tanımlama bir ‘ceza’ gerekçesi olabilir mi?

28 Şubat’ta ne olmuştu? Cüneyt Toraman 28 Şubat sonrası yapılan uygulamalarla yaşananları şöyle anlatıyor: Başörtüsü takmak gibi gerekçelerle 600 bin öğrenci okullardan atıldı ve bu yasaklar 14 yıl devam etti. Meslek liselerine katsayı uygulaması geldi, ‘0,5 puan’ diyerek puanlarının yüzde 50'sini sildiler. Yıllara yayılmış olarak bundan yaklaşık 16 milyon öğrenci mağdur oldu, Türkiye birincileri bile üniversitelere giremedi. 6.5 milyon seçmenin oy verdiği Türkiye'nin birinci partisi Refah, Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. Bunların aileleri, çocukları bir araya getirildiğinde 30 milyona yakın insanı etkileyen bir mağduriyettir söz konusu olan. Mazlum Der bile terör örgütü sayıldı. Biz mahkemelerde ‘netice önemli değil ama tarihe geçsin’ diyerek, yanlış yaptıklarını söyledik. Ve olumlu sonuçlar da aldık. Vicdan sahibi hakimler bu memlekette az değil. Korkarak verdiler bu kararları ve gerçekten sürgün edilenler de oldu…

Bu soruları, 28 Şubat sürecinde başta başörtüsü davaları olmak üzere 300’den fazla dosyada gönüllü avukatlık yapmış, Hukukçular Derneği’nin çatısı altında Rize’den Edirne’ye bu mağduriyetleri yaşayanların, ‘terörist’ olmakla suçlananların haklarını mahkemelerde savunmuş Avukat Cüneyt Toraman’a yöneltiyoruz. 12 Eylül askeri darbesinden sonra ‘irticai faaliyetler’i içeren ünlü 163. Madde’den kendisi de yargılanmış bir isim olan Toraman, ‘askeri darbelerin havasını tanıklıklarıyla çok iyi bildiğini’ anlatarak başlıyor söze: “Ben darbeleri büyük sellere, depremlere benzetiyorum. Aç kalan, evsiz kalan insanlara hastaneler, yardım kuruluşları nasıl yetersiz kalırsa darbeler de öyledir.”

12 Eylül’den önce yaşandığı söylenen sağ-sol çatışmasının 13 Eylül’de kesilmesi durumunun 28 Şubat için de geçerli olduğunu söylüyor: “Refahyol hükümeti kuruldu ve kampanya başladı: Fadime Şahin, Ali Kalkancı... Bir hükümet kurulduktan sonraki gazetelere bakın bir hükümet gittikten sonraki gazetelere bakın. Bu haberler bıçak gibi kesilmiştir. Demek ki o dönemde böyle bir irtica tehlikesi yoktu, 12 Eylül'den önce de ciddi bir sağ-sol çatışması yoktu!”

Bugün yaşananlara gelince Toraman da Gündoğdu gibi darbeyi düzenleyenlerin kamudaki etkisine vurgu yapıyor, “FETÖ öyle bir örgüt ki, liberal, milliyetçi, solcu her gruba girmiş. AK Parti’ye girmiş, Alevilerin arasına girmiş, Türk Solu dergisine bakıyorsun arkasından FETÖ’cü birisi çıkmış. Ve bunlarla ilgili devletin elinde bir takım somut kanıtlar varsa, dışarıdakiler ne biliyorsa bilsin önemli değil.”

‘KILIÇLA AMELİYAT YAPARSANIZ…’

Ancak bundan sonrası için önemli şerhleri var Toraman’ın, “Benim gözlemlediğim ve tanıklıklara baktığım kadarıyla bu ihraç listelerinde çok ciddi bir sorun var. Bir defa bu listeleri kim hazırlıyorsa önce onu açığa almak lazım...” Böylesi geniş çaplı ihraç kararlarının her ilde kurulacak ve siyasal görüşlerine bakılmadan devlete sadık olduğu bilinen kamu görevlileri tarafından oluşturulacak komisyonlarca alınması gerektiğini söylüyor Cüneyt Toraman: “Bir ameliyat yapıyorsanız, hassas, keskin bıçaklar kullanırsınız. Kılıçla yapmaya kalkarsanız ameliyat edilmeyecek yer de kesilir. Kanun Hükmünde Kararname’nin kendisini tartışmamız lazım. Adı üzerinde ‘kanun hükmünde’… Bu idari bir işlem değildir. Parlamentonun çıkardığı kanunlarla eş statüdedir. Yasama tasarruflarının tamamen soyut nitelikler içermesi gerekir. Bunun içerisine bireysel işlemi dahil ettiğiniz takdirde yasama işleminden çıkar, idari işleme dönüşür. Bu KHK’ların arkasına listeler ekliyorsunuz, ‘şunlar şunlar suçludur’ diye. Ben görmedim, duymadım. Herhalde dünyada ilk kez Türkiye’de oluyor kanunun arkasına listeler eklemek. Bir yargılama yapmamışsan kimseyi suçlu ilan edemezsin ki. Mutlaka ve mutlaka mahkeme kararı gerekir. Öyle güvenilir komisyonlar oluşturmuşsunuzdur ki, yöntem yanlış olmasına rağmen doğru isimleri seçersiniz diyelim. Peki, seçilmiş mi? Bakıyorsunuz, bir KHK ile atılanlar arasında sonraki KHK ile işe iade edilenler var! Demek ki sorun var.”

Avukat Cüneyt Toraman

‘ZULME UĞRAYANLAR ZULMEDEMEZ’

Peki bundan sonrası? OHAL KHK’ları ile ortaya çıkan mağduriyetler giderilebilir mi? Giderilmezse ne olur? Toraman, yaşananların ‘bireysel hatalar’dan kaynaklandığını düşünüyor ve kurulacağı kısa süre önce açıklanan KHK komisyonlarının durumu düzeltebileceğini umut ediyor.

Kendisinin de dahil olduğu iktidar partisi tabanında bu konudaki rahatsızlığı, ‘her AK Parti teşkilatına yüzlerce şikayet geliyor’ diyerek aktarıyor: “Tabandan çok güçlü bir tepki gelmeli. Ama hak ve özgürlükler temelinde bu tepkiler gösterilmeli. Ayrıca çok ciddi bir kutuplaşma var. Benim yerim belli ama diyorum ki, ‘benle aynı yerde durmayan karşıt görüşteki kişilere yapılan uygulamada da somut kriterler olsun ve vicdan onaylasın yapılanları’. Bu çok önemli… Zulme uğrayanlar zulmedemez. Aynı zorlukları yaşadılar çünkü kendileri de. AK Parti içinde tanıdığım bütün arkadaşlarımız rahatsız. Eskiden milletvekili olan şimdi olmayan, partinin üst kademelerinde görev yapanlar, hepsi bu çerçevede bakıyor. Daha dikkatli olunması lazım, çünkü tarih kaydediyor. O kararlar, genelgeler, kanun hükmünde kararnameler asla yok olmayacak ve belki 100 yıl hukuk öğrencileri bunları tartışacak. ‘Bundan sonra darbelerin defterini kapattık’ diyorsak hukuk devletini işletelim. Bu tehditleri, saldırıları aşmanın yolu daha fazla özgürlüktür. ‘Örgüt için bildiri hazırlanmış’ deniyorsa kim organize etti, kim talimat verdi soruşturulsun tamam. Her şeye de ‘ifade özgürlüğü’ demiyorum. Ama sadece bu imzayı atmak, terör örgütü yöneticiliği ya da üyeliği değildir.”

‘YASA KENDİSİ TERÖR ÖRGÜTÜ ÜYESİ DEĞİL DİYOR’

Peki ‘terörseverlik’ ya da Türk Ceza Kanunu’nun 220’inci maddesinde yer alan tanımlama ile, “Terör örgütü üyesi olmadığı halde terör örgütünün amaçları doğrultusunda faaliyet gösterenlerin terör örgütü mensubu sayılır” olması?

“Ceza hukukunda kıyas yoktur; ‘sayılır’ olmaz. İspatlayacaksın” diyor Toraman, “Bu madde hukuk devletine aykırıdır. Eski ceza kanununda 169. Madde’de, ‘terör örgütüne yardım ve yataklık’ vardı. Zaten örgüt üyesi olmadığı kabul ediliyordu o maddede ve cezası 5 yıldı. Üyeliğin cezası da 10 yıldı. ‘Sen üye olmadığın için yarı cezayı veriyorum’ diyordu ama şimdi 220’inci madde üyelikle aynı cezayı veriyor. 169’u niye kaldırdınız o zaman? Bunu hukuk mantığım kabul etmiyor. Yasa, terör örgütü üyesi olmadığını kendisi baştan kabul edip sonra yargılama yapıyor!”

‘YAŞ’TA ATILANLARIN İTİRAZ HAKKI YOKTU’

Cüneyt Toraman’ın OHAL KHK’ları ile ilgili bu eleştirilerini değerlendirmesini istediğimiz Milletvekili Ahmet Gündoğdu’nun yanıtı ise şöyle oluyor: “Sonuçta yargı süreci işliyor ve bunların dönüş yolları açık. Bunu 28 Şubat’la kıyaslamak 28 Şubat’ı bilmemektir. YAŞ kararıyla ordudan atılanların itiraz hakkı oldu mu? Kılık kıyafet kanunu yönetmeliği ile meslekten atılanların savunması alındı mı? Mahkemelere taşıyabildi mi? Bakanlık soruşturma yapar ama yargı kararıyla atılanın hesabını da siyasete sormak doğru değil…”

Mütedeyyin aydınlardan 'referandum' bildirisi

‘SORUN DEVLETİN VATANDAŞI İLE İLİŞKİSİNDE’

HDP Milletvekili Mithat Sancar’ın 28 Şubat’la bugünü kıyaslayan sözleriyle başlamıştık, yine orada bitirelim. O günlerin mağdurları arasında yer alan Gazete Duvar yazarı Berrin Sönmez’e, Sancar’ın aynı konuşmasındaki ‘akademisyenler 28 Şubat mağdurlarına destek verdi’ sözlerini de hatırlatarak soruyoruz bu kez: “Mithat Bey sözlerinde çok haklı. Ancak maalesef o zaman da mağdur olanlara kendi dışlarında yer alan kesimlerden destek yoktu. Ben o zaman Afyon Kocatepe Üniversitesi'nde öğretim üyesiydim. Bir tek Allah’ın kulu üniversite kapısında dikilen başörtülü öğrencilere kafasını çıkarıp ses vermedi. Gönülden destekleyenler olmuştur ama fiziki destek çok zayıftı. Hele 28 Şubat muktedirleri sakallı, şortlu öğrencileri yasak kapsamından çıkarınca o öğrenciler iyice yalnız kaldı. Son sınıftan atılanlar oldu…”

Kadın hakları aktivisti ve Gazete Duvar yazarı Berrin Sönmez

28 Şubat’tan bugüne devletle vatandaş arasındaki hukuka dair görüşü ise şöyle Sönmez’in: “O zaman Müslümanları tornadan geçirenler bugün Kürt hakları için mücadele edenlere aynı şeyi yapıyor. Buradaki sorun devletin vatandaşı ile kurduğu ilişkide, vatandaşına bakışında. Aslında bugün o günden farklı olarak Kürtler, dindarlar ve demokratlar bir arada çalışabiliyor. Ama yeterli değil. Yine de 28 Şubat'ta olmayan şeyler de oluyor. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, İletişim Fakültesi yönetimlerinden açıklamalar geliyor ihraçlara karşı. Buradan güçlenme sağlanabilir örneğin… 28 Şubat’ta 3 rektör görevden alınıp yerlerine merkezden atamalar yapılmıştı. Bugün de görüyoruz ki üniversitede rektör seçimleri kalktı. Oysa rektör seçimle gelmeli ve en çok oyu alan seçilmeli. Bütün bunlar üniversitelerde baskının artacağının göstergesi. O zaman biz de daha çok birlik olmak durumundayız.”