Eğer iki kere iki, herkesin bilip gördüğü gibi 4 değil de sizin için 5 ediyorsa, mucize peşindesinizdir.
Her yerde, her durumda 4 olanı 5’e çevirebiliyorsanız, fiziksel, nesnel gerçekliği aşan olağanüstü güç ve yeteneklere, donanımlara sahipsiniz demektir. Böyle olduktan sonra, her şeyi gönül rahatlığıyla tersine çevirebilirsiniz.
Ne alakası var 4’ün, 5’in?.. İki kere iki, eder 3.
Bu kadar açık ve net. Bitti.
Bugün öğrendiğimiz mucizenin adı Koca Yusuf.
Cihan Pehlivanı namıyla anılan Koca Yusuf, 1898’de Amerika turnesi dönüşü bindiği geminin kaza sonucu batmasıyla Atlas Okyanusu’nda can verdi diye biliyorduk. Meğer öyle değilmiş. Ecnebilerin Terrible Turk dediği Koca Yusuf, İstanbul Büyükşehir Belediyesi İtfaiye İşleri’nde istihdam ediliyormuş birkaç yıldır.
Koca Yusuf’un Atlantik’in derinliklerinden çıkıp yüz küsur yıl sonra hayata dönmesi mucize elbette. Ama oldu. Ölünün dirilmesini aratmayan bir operasyon gerçekleştirmiş önceki İBB yönetimi: Füze rampasını itfaiye aracına çevirtip kadrosuna almış.
Mucizeyi aratmayan bu modifiye operasyonuna neden gerek duyulmuş, derseniz, füze rampası elde kalmış. Yani ölmüş. Üretici bir ecnebi firma. Alıcı yine bir ecnebi memleket. Bize yakın, din kardeşlerimizden. Hangi nedenle bilinmez, beğenmemişler. Üretici–alıcı meselemiz değil ama küresel ekonomide ziyan olan her malın maliyeti–zararı bize de dokunur diye düşünen büyüklerimiz kolları sıvamışlar mucize için.
Madem bu rampa ateşleme, fırlatma işini yapıyor, o halde ateşi, yangını söndürmeyi de başarır. Füze rampası olmuş itfaiye aracı. Bildiğiniz itfaiyelerin ötesinde, mucizevi, devasa. Cihan Pehlivanı Korkunç Türk gibi… Yerli ve milli operasyon ürünü olduğu için Koca Yusuf adı verilmiş.
Maliyet, fiyat küresel ekonomi içinde biçimleniyor tabii: 1.5 milyon Avro.
Budur.
Ve fakat sokaklara, yollara sığmıyor Koca Yusuf.
Zaten o bir meydan pehlivanı. Açık alanda iş görür.
***
Koca Yusuf örneğinde görüldüğü üzere günümüz mucizeleri bürokratların, politikacı, tüccar, aracı, uluslararası firmaların elbirliğiyle gerçekleşiyor. Sayıştay Raporu’nun ortaya koyduğu Ovit Tüneli Mucizesi bunun bir başka örneği. 19.568 TL bir tünelde dönüşüme uğruyor, 17 milyon TL’ye yükseliyor… Daha ne olsun!
Uzun zamandır bu türden sürekli mucizeler içinde yaşıyoruz. Hangisinin nerede, ne zaman, kimler tarafından, nasıl yapıldığı önemli değil. Çünkü bizi ilgilendirmiyor. Füze rampasının itfaiye aracına dönüşmesi yerli ama antik çağ köleci devletinin 21. yüzyıl demokrasisine dönüşmesi, küresel mucize…
MAYA MESELESİ
“Bu dünya yalan dünya” düşüncesinin mucidi Platon, yalanı yönetim aracı olarak devletin merkezine yerleştirir. “Aynı gemideyiz” muhabbetinin patenti de ona ait.
Platon, devlet ve yurttaş ilişkisini kibar adıyla madenler alegorisi –yani yalanı- üzerine inşa eder:
Bu toplumun birer parçası olan sizler birbirinizin kardeşisiniz. Ama sizi yaratan tanrı, aranızda önder (yönetici) olarak yarattıklarının mayasına altın katmıştır. Onlar bunun için baş tacı olurlar. Yardımcı [koruyucu] olarak yarattıklarının mayasına gümüş, çiftçilerin ve öteki işçilerin [besleyicilerin] mayasına da demir ve tunç katmıştır. Aranızda bir hamur [maya] birliği olduğuna göre, sizden doğan çocuklar da herhalde size benzeyeceklerdir.
Yaradılıştan gelen maya, dünyadaki–devletteki yerimizi rolümüzü belirler. Bizim rolümüz, yerimiz; kaderimiz, çocuklarımız için de geçerlidir. Devletin düzeni, devamlılığı, bekası buna bağlıdır:
Bir devlette yıkıcı olan şey, bu üç sınıfın birbirinin işine karışması, görevlerini değiştirmesidir. Buna da haklı olarak en büyük suç diyebiliriz. Bu, devlete karşı işlenen en büyük suçtur, adaletsizliktir. Her sınıfın insanının yalnız kendi işlerine bakıp, kendi işleriyle uğraşması ise adalettir.
Neden derseniz, madenler kategorisinde altta olanlar, altın mayalıların doğuştan taşıdığı ışıltıya, kıymete, akla sahip değildir tabii ki. Onlar ancak bedenleriyle –bedenlerinin ihtiyacı, isteğiyle– hareket eder. Kendilerini yönetemeyenlerin, yönetilmesi gerekir.
O nedenledir ki salgını da soramazsın, satışı da soramazsın. Üç–beş, ne ederse o eder.
George Orwell’ın 1984 romanındaki “çiftdüşün” ilkesinin ya da “itaat et, rahat et” gerçeğinin kurucu babası Platon’un Devlet’inden 2500 yıldır çok da öteye gitmediğimiz ortada. Mayası altınla yoğrulmuş yönetici 1984’de Büyük Birader olarak zuhur eder. “Piramidin tepesinde o vardır. Asla yanılmaz, mutlak güce sahiptir.”
Mutlak gerçek bu olduğuna göre, “özgürlük köleliktir”.
Asıl dayanılmaz olan.
YALANIN BABASI
İki kere iki üç de eder, beş de vesayetinin kurucu, kuramcısı Platon, Koca Yusuf gibi aramıza dönse, İdeal Devlet’in nihayet tesis edildiğini görüp mutlu olur muydu?
“Bilgeler–filozoflar yönetmeli devleti ya da yöneticiler bilge–filozof olmalı” önermesi, somuta taşındığında tarihin bütün dönemlerinde, yalan düzenini üretip sürdürebilmekten geçiyor. Bu da bizi 19. Yüzyıl Amerikan mizahının kurucularından Josh Billings’e götürür:
Yalanın babası şeytandır ama patent almayı unuttuğundan buluşunu iş dünyasına kaptırmıştır.
İş dünyası kime kaptırmış ya da kaptırmış mı?