Dem Parti, 31 Mart seçimlerinden aldığı sonuçlarla başarılı
sayılabilir mi? 2019 yerel seçimlerindeki oy oranı ile (yüzde 4.4),
bu yıl ki oran kıyaslandığında (yüzde 5.7) kısmi bir başarıdan
bahsedilebilir. Genel seçimlerden farklı olarak batıdaki birçok
kentte aday çıkarmaması, İstanbul’daki seçmeninin ağırlıkla
İmamoğlu’nu tercih etmesi gibi hususlar da dikkate alındığında bu
oy oranı anlaşılır bir yerde duruyor. 2019 seçimlerinde kazandığı
belediye sayısını 70’ten (8 il, 50 ilçe, 12 belde) 85’e (10 il, 65
ilçe, 10 belde) çıkarması ise açıkça başarı kabul edilmeli. Ülkenin
batısında da özellikle İstanbul’da kazanan ve kaybeden partiler
açısından yine belirleyici bir rol oynaması da başarı hanesine
yazılmalı.
Eş başkanlarından milletvekillerine, belediye başkanlarından
üyelerine kadar binlerce mensubu hapsedilmiş, belediyelerinin
tümüne kayyım atanmış, medyada objektif anlamda herhangi bir
şekilde görünür olması bir yana her an hedef gösterilen,
itibarsızlaştırılmaya çalışılan bir siyasi partinin mevcut
belediyelerini koruması dahi başarı olarak değerlendirilmeli
aslında. Ancak Dem Parti bunun ötesine de geçerek il, ilçe ve
beldelerde toplam 102 belediyeyi kazandığı 2014 seçimlerindeki
sonuçlara yaklaştı.
Dem Parti’nin yerel seçimlerden geçen yıla kıyasla iyi sonuçlar
alacağının en belirgin işaretleri bu yılki Newroz kutlamalarında
kendini göstermişti. Diyarbakır’dan İstanbul’a, Van’dan Hakkari’ye
kutlamalara olan katılım son yılların en kalabalığı ve en coşkulusu
olmuştu. Bunda etkili iç ve dış birçok farklı etkenden
bahsedilebilir ancak herhalde en öne çıkanlarından biri HDP’nin
2023 genel seçimleri sonrası ciddi bir özeleştiri sürecinden
geçmesiydi. Bu süreci izleyen parti yönetiminin yenilenmesi, yerel
seçime doğru parti üyelerinin belediye başkan adaylarının
belirlenmesinde aktif katılımını sağlayan ön seçimler de seçmendeki
motivasyonu pekiştiren unsurlara dönüştü.
Bunlar kadar etkili bir başka husus Selahattin Demirtaş’tan
Leyla Zana’ya, Ahmet Türk’ten Tuncer Bakırhan’a AKP hükümetini
yeniden bir müzakere siyasetine çekmeye çalışan, rutine dönüşmüş
çatışmalı siyasi sürecin akışını değiştirmeyi amaçlayan müdahaleler
oldu. Çözüm sürecinin bitmesi, Demirtaş ve diğer HDP
yöneticilerinin tutuklanmaları, belediyelere kayyım atanmasından bu
yana geçen 8-9 yılda Kürt siyaseti neredeyse tamamen bir savunma
hattına çekilmiş, iktidar tarafından bir tür ayakta kalma çabasının
içine sürüklenmeye çalışılmıştı. Dem Parti son bir yılda bu
cendereden de çıkmanın yollarını aramaya başlamıştı.
Bununla beraber 2019’daki yerel seçimlerde İstanbul, Antalya,
Adana, Mersin gibi büyükşehirlerde yürüttüğü ve belki de bu yılki
seçimlere gelinen süreci de hızlandıran AKP’ye kaybettirme siyaseti
de başarılı sonuçlar verdi. Ülkenin ekonomik-kültürel merkezleri
olan büyükşehirleri AKP’den koparmak muhalefete büyük bir özgüven
kazandırdı, CHP de beş yıllık belediyecilik pratiğiyle buralardaki
varlığını sağlamlaştırdı. AKP’ye kaybettirme siyaseti netice
itibariyle iktidar partisinin dengelerini ciddi biçimde sarsarak
bugüne gelinen sürecin şekillenmesinde önemli rol oynadı.
Öte yandan bu siyaset bir tarafta da, hükümetin Kürt siyasetinde
olumlu etkiler/değişimler yaratmaktan çok yıllardır sürdürdüğü bir
tür intikam siyasetinin belki daha da bilenmesine neden oluyordu.
Demirtaş ve Zana başta olmak üzere Kürt siyasetçilerin bu sürece
müdahale etme ihtiyacı duymalarının bir nedeninin de bu siyasetin
giderek daha fazla onarılmaz hasarlar yaratma riski olduğu
söylenebilir.
Zira AKP bu siyasetin izinde Suriye’nin kuzeyinde Afrin başta
olmak üzere birçok bölgeyi kontrolü altına almış, bu bölgede Irak
ve Suriye rejimlerinin yirminci yüzyılın ikinci yarılarında
başlattıkları Arap kemeri politikasına benzer nüfus değişimlerine
yol açan bir planı hayata geçirmişti. Son dönemde Irak Kürdistan
bölgesinde de yakın tarihin en kapsamlı operasyonlarından birine
hazırlık yapıldığının işaretleri veriliyordu. Bu operasyonun da
kuşkusuz Suriye’de olduğu gibi yeni ve daha derin sorunlara yol
açma ihtimali vardı.
Dolayısıyla bu tehlikeli siyasetin önüne geçilmesi, hükümette
karşılık bulmasa bile yeniden müzakere olanaklarının en azından
kamuoyunda tartışılmasının sağlanması rasyonel bir siyasetin
olmazsa olmazı haline gelmişti. Kürt siyasetçilerinin sol-sosyal
demokrat kesimlerden ağır eleştirileri göze alarak ve belki kimi
söylemlerinden taviz de vererek giriştikleri bu yapıcı çağrılar da
Dem Parti seçmeninde olumlu karşılık buldu. Kürt seçmen Kürt
sorununun demokratik yollarla çözümüne yönelik söylem ve çabaya
sıcak yaklaştı ve belki de bu siyasetin önünü açmak için Dem
Parti’nin güçlenmesi gerektiği düşüncesiyle sandığa gitti.
Dem Parti’nin özellikle İstanbul seçimlerinde iktidar ve ana
muhalefet açısından bir kez daha belirleyici bir role kavuşması,
bunun da ülke siyasetine etki edecek öneme yükselmesi İstanbul
dışındaki seçmenin bu partiye olan yönelimini de pekiştirdi.
Dem Parti, bu performansla 2019 ve 2023 seçimlerinde
karşılaştığı görece duraklama veya gerilemenin önüne geçerek
yeniden bir güven ve özgüven tesis etmiş görünüyor. Dem’in aldığı
bu sonuçlar hükümetin yıllardır yürüttüğü, giderek artırdığı baskı
siyasetinin de Kürt seçmen tercihlerinde beklediği etkiyi
yaratmaktan uzak olduğunu gösterdi. Son seçimler Kürt meselesinde
devlet aparatı işlevi gören yapılara da bir kez daha bekledikleri
sonuçları vermedi. Bu yönüyle AKP’nin Dem’e alternatifler yaratma
projesi de akim kalmış görünüyor.
CHP’yi birinci, AKP’yi ikinci parti haline getiren, Yeniden
Refah’ı ülke siyasetine etkili bir aktör olarak dahil eden,
milliyetçi ligi gerilere iten 31 Mart seçimleri, Dem Parti’yi de
ülkenin yakın geleceğinde önemli bir özne olarak tutacak sonuçlar
yarattı. Bu sonuçlar Kürt meselesinin demokratik çözümünü önceleyen
Kürtlerin inat ve iradelerini bir kez daha tüm ülkeye duyurmasının
da bir aracı oldu. Tüm bu sonuçlardan; seçimden ikincilikle çıkan
AKP kadar birinci olan CHP’nin de yapıcı çıkarımlarda bulunması,
nihayetinde Kürt sorununun şiddetten uzak yöntemlerle çözümünün
tartışılacağı bir zemini kurması beklenir.
