35. Ankara Film Festivali’nde dün: 'Döngü', 'Fidan' ve 'Gülizar'
35. Ankara Film Festivali’nin Ulusal Uzun Film Yarışması, “Döngü”, “Fidan” ve “Gülizar” adlı filmlerin gösterimiyle başladı.
DUVAR - 35. Ankara Film Festivali’nde Ulusal Uzun Film Yarışması dün, “Döngü”, “Fidan” ve “Gülizar” adlı filmlerin Büyülü Fener Kızılay Sineması’ndaki gösterimleriyle başladı.
"Döngü" filminin gösteriminde, yönetmen Erkan Tahhuşoğlu, yapımcı İris Tahhuşoğlu, oyuncular Serpil Gül, Tuğçe Yolcu, Shpresa Hashimi, kurgucu Selda Taşkın, sanat yönetmeni Levent Uçma ve yardımcı yönetmen Ragıp Türk de salondaydı ve seyircilerin sorularını yanıtladılar.
Yönetmen Erkan Tahhuşoğlu, filmin semboller taşıyıp taşımadığını soran bir izleyiciye, sembolleri kullanmayı sevmediğini belirtti ve “Sembolle anlatıma çok inanmıyorum açıkçası. Benim için her olay, her obje ve her kişi ne ise o” dedi.
ERKAN TAHHUŞOĞLU: NE BİR EKSİK NE BİR FAZLA
Filmin hikâyesinin başlangıcını soran bir izleyiciye de şunları söyledi: “Baştan beri bir sınıf hikâyesi anlatmak istiyordum. Çok net. Fakat bunu bildiğimiz manada belgesel gerçekçi bir tarzda çekmek istemediğimi de baştan beri biliyordum. Daha çok bu sınıfsal hikâyenin, buradaki çatışmaların, vicdani savrulmaların, yalpalamaların bütün bunların filmdeki her bir karakter üzerindeki teker teker psikolojilerindeki yansımaları, ruh halindeki yansımaları; buralar beni en az sınıf hikâyesi kadar çok ilgilendiriyordu. O yüzden sürekli söylüyorum ‘Döngü’ benim için bir sosyal drama ama aynı zamanda bir psikodrama. Tam da yapmak istediğim şey buydu. Ne bir eksik ne bir fazla.”
Başrolündeki Serpil Gül de filmdeki deneyimini şu sözlerle anlattı: “Erkan ile bu filmle tanıştım. Ama Emel Hanım daha önce birlikte çalıştığı için Erkan ile tanışma sürecimizi o sağladı. Bu film için bir araya geldik. Bizim işimiz ne kadar profesyonel olsa da hiç profesyonelce yürümüyor. Zihin olarak, dünya görüşü olarak, algı, anlayış, temas olarak aynı noktalara bastığınızda anlaşabiliyorsunuz aslında. Dolayısıyla bir anlaşma oldu hikâyenin temasıyla ilgili. Bu film için uzun sayılabilecek bir prova süreci geçirerek, hatta şehirlerarası prova süreci geçirerek çekim zamanına geldik. Ve orası bizim için rollerin gelişme alanıydı halihazırda. Çok verimli, çok öğretici bir şeydi. Seyrederken de filmi öğrenmeye devam ediyorum. O rolü oynarken sadece bir kadının, başka sınıftan insanlarla temas noktasında neler hissedeceğiyle ilgili şeylerle buluştum. Bence iyi bir iş çıktı.”
Oyuncu Tuğçe Yolcu, Erkan Tahhuşoğlu ile ilk set deneyimi olduğunu söyledi ve “Oyuncu her zaman bir şeyler oynamak ister, bir şey katmak ister. Orada Erkan’ın ‘Yok, bunu yapmayalım’ tavrı, duruşu çok netti. O zaman da oyuncunun tek şansı yönetmene güvenmek oluyor. Benim için çok keyifli, çok eğiticiydi” dedi.
AYÇA BİNGÖL: FİLMDE ÜÇ KUŞAK KADIN VAR
Ayçıl Yeltan’ın yönettiği “Fidan”ın gösterimine ise, oyuncular Ayça Bingöl, Gürkan Uygun ile Pınar Tuncegil, görüntü yönetmeni Arda Yıldıran ve kurgucu Melike Kasaplar katıldı.
Senaryo aşamasından başlayarak projenin bir parçası olduğunu belirten Ayça Bingöl şunları anlattı: “Filmde üç kuşak kadın var: Babaanne, yenge ve Fidan. Bunu Ayçıl’ın ağzından duyduğum için size de aktarabilirim. Hayatın kadınlar üzerinden, kadınların omuzlarında, kadınların sırtında devam etmesinin zorlukları, kadınların tek başına, kendi güçleriyle yükü kaldırmaya çabalamalarının anlatısı da var bu filmde. Erkeklerin daha çok dağıldığını, ama kadınların her zaman bir şekilde toplamaya çalıştığını anlatmaya çalışıyor burada Ayçıl. Filmde, herkesin yası yaşayış biçimi, kendini gerçekleştirme biçimi, hayatta var olma biçimini tüm karakterlerde farklı şekillerde görüyoruz.”
Filmin oyuncularından Gürkan Uygun, projeye dahil olma sürecini şu sözlerle anlattı: “Ayçıl, Ayça ve ben konservatuardan arkadaşız. Uzun yıllar önce aynı sınıfta başladık sanat hayatımıza, oyunculuk kariyerimize. Daha sonra Ayçıl, yönetmenlik üzerine ilerlemek için Amerika’ya yerleşti. 10-15 yılın sonunda, elinde güzel bir hayâlle geri dönünce biz de tabii ki içinde olmak için can atıyorduk. Bizim için böyle gelişti.”
Kurgu sürecinin 7 hafta sürdüğünü belirten Melike Kasaplar, “Ayçıl ile çalışma şansı bulduğum için çok şanslıyım, çünkü çok alan tanıyan birisi. Bana yaratıcılık anlamında oldukça özgürlük tanıdı” dedi.
BELKIS BAYRAK: FİLMLERİ 'KADIN TEMALI' DİYE AYIRMAKTAN ÇOK EMİN DEĞİLİM
“Gülizar”ın gösterimine yönetmen Belkıs Bayrak, oyuncu Bekir Behrem, D.İ.T Cihan Özalp ve sanat yönetmeni Meral Aktan katıldı. Yönetmen Belkıs Bayrak, ‘kadın temalı filmler’e devam edip etmeyeceğini soran bir izleyiciye, “Filmleri ‘kadın temalı’ diye ayırmaktan çok emin değilim. Baş karakteri kadın erkek ne olur ya da konusu ne olur’dan bağımsız, bu salonda erkek ve kadın ne kadar bir aradaysak, sinema da öyle bir şey; bir sonraki filmimde baş karakterim erkek de olsa orada kadın karakter de olacağı için, yönetmen olarak filme benim baktığım yerde olacağı için, sinemaya baktığı yeri her filmimde devam ettireceğim diyebilirim” dedi.
Çocuklara ve kadınlara yönelik şiddetin çok konuşulduğu gündemde “Gülizar”ı yapmak nasıldı sorusuna ise şu yanıtı verdi: “Yapım süresi toplamda beş yıl sürdü ve iki yıldır da post prodüksiyonu devam ediyordu. Gönül isterdi ki eskimiş bir konuyu burada konuşalım, ama maalesef öyle olmuyor. O zaman şuradan bakmaya çalışıyoruz, bu film özelinden en azından, buradaki karakterler, özellikle Gülizar, kurban rolünü seçmemesi, bu meseleye yaklaşımı, Emre’nin ne kadar yanında olduğu olamadığı, olamıyorsa niye olamadığı, en azından bütün bunlar üzerinden tartışma alanı yaratıyoruz, teselli niyetine” dedi.
Bekir Behrem, oynadığı Emre karakterinin kadına şiddete karşı sinemada çok da sık gömediğimiz bir karakter olduğunu söyledi ve “Kendimle özdeşlik kurduğum ve çok sevdiğim bir karakter” dedi.
ANKARA FİLM FESTİVALİ'NDE BUGÜN
Ulusal Uzun Film Yarışması heyecanı Hikmet Kerem Özcan’ın “Hakkı”, Nadim Güç’ün “Mukadderat” ve Doğuş Algün’ün “Ölü Mevsim” adlı filmleriyle devam edecek.
Festivalde bugün, Bülent Vardar’ın yönettiği belgesel “Köklere Yolculuk” (2024), dünya galasını ilk kez 35. Ankara Film Festivali’nde yapacak. Yönetmenin Kuzey Yunanistan olarak bilinen Selanik, Yenice-i Vardar’da (Giannitsa) doğan ve büyüyen dedesi İbrahim Vardar ile babaannesi Binnaz Vardar’ı odağına aldığı film, ailenin 1912 Balkan Savaşı sonrasında doğdukları topraklardan ayrılmak zorunda kalmaları üzerinden mübadelenin kişisel ve toplumsal etkilerini inceliyor.
Bugünün programında ayrıca, Matthia Glasner’ın bu yılki Berlin Film Festivali’nden En İyi Senaryo Ödülü ile dönen ve Alman Film Ödülleri’nde En İyi Film seçilen kara komedisi “Ölmek” (Dying), Aslı Özarslan’ın Fatma Aydemir’in Berlin Film Festivali’nin Generation K14plus bölümünde yarışan gençlik draması “Dirsek” (Elbow) ve Litvanyalı yönetmen Saulė Bliuvaitė’nin Locarno Film Festivali’nde En İyi Film seçilen “Toksik” (Toxic, 2024) adlı filmleri de izlenebilir.
(BÜLTEN)