Televizyonda bir şey seyrederken bir mafya dizisi ya da bir polisiye mesela taraf olursunuz. Filmin kahramanı yani esas adam, toplumsal ahlaka yakındır -ki bu tabii ki egemenlerin ahlakıdır- iyi ya da kötü ne olursa olsun onun tarafında hissederiz kendimizi. Banka soyarken alarmların çalmamasını isteriz -ki bence banka soymak oldukça ahlaklı bir iştir- cezaevinden kaçarken nöbetçi kulelerinin ışığının onu yakalamamasına dua ederiz -ki mahpus kaça kaça biter- ya da bir dünya savaşında düşman ülke askerini oynayan adamın filmde yine de başarılı olması geçer içimizden. Bu yüzden Brecht tiyatrosunda oyuncu birden seyircilere dönüp, bunun bir oyun olduğunu söyler bir biçimde. Yabancılaşma efekti ile uyarır “dikkat et sadece seyircisin” der.
Biz, oyunun edilgen figüranları, hepimiz 45-50 milyon euro’yu düşünüyoruz şimdi. Bende olsaydı bu para ne yapardık? Milli Piyango yılbaşı çekilişi gibi. Gerçekten bu rüşvetin de milli olduğu iddia edilecek yakında. “Ah bize çıksa ne alırız?” Herkes bunu aklından geçiriyor. Bakanın parası züğürdün çenesini yorar misali. Önce akrabalardan kaçmak lazım diye planlar yapılıyor. Bir iki ev almakla filan da bitmez para bu. O salak bilmem nere ‘Country’ den iki üç ev alsan daha çoğu elinde. Dört çeker bir jip değil sekiz çeker alsan - ki iki kat hız yapar bu arabalar- bitmez bu para ve bu arabayla bile zor çekersin bu paraları. Bir de dert tabii nereye yatıracaksın? Mesela Bank Asya’ya yatırsaydın, biraz çok faiz veriyor diye çoktan paran Asya olmuştu ya da deve. Bir de üstüne üstlük cezaevine girerdin. Yurt dışına çıkarmalı mutlaka, ne kadar milli olursa olsun garantiye almalı parayı ki orası da milli mutlaka ama başka bir milliyet. Ayrıca faiz geliriyle ülkeye döviz de kazandırmış oluyorsun. İnsan zengin oldukça vatanını daha çok düşünüyor! Fakat ne yapmalı -Lenin- para çok? İsviçre’ye tatile gidilebilir mesela hem parayı da yanında gezdirme şansın olur. Cenevre’de hayvanat bahçesini gezdirir, bir sinemaya götürür ve bir bankaya yatırır, özel şifrenle gidip arada bir paralarını sayarsın. Tam burada Brecht yabancılaşma efekti araya giriyor; “Sana nasıl çıkacak bu piyango ve daha da kötüsü zaten çekilmiş bile.”
Üstüne üstlük harcanmış bile. -Bu paragraf arasını soluk alın gerçek dünyaya dönün diye verdim.- Esas benim anlamadığım nokta şu; 45-50 milyon euro alıyorsun -ki bu tam emin olunamayan aradaki fark da, 5 milyon euro, bu fark bile bizim gibi seyircileri hayale sürükler ama adam tam hesap tutamamış, cezaevinde o kadar boş zamanı varken hesaplayamamış, sıradan bir 5 milyon euro. Yani taksi parası uzatıp iade edilecek demir paraları beklememek gibi bir şey ya da 9 liralık damacana su parası için 10 lira verip kapıyı sucunun suratına kapamak gibi- yani anlamadığım şeyi tekrar etmeliyim ki bu kadar para alıyorsun, ayrıca adama bir de saat aldırıyorsun. Boz bir milyon kendine 3-4 saat al! Yok, illaki adama aldıracak ve her saate baktığında kendini daha akıllı hissedecek. Ayrıca rüşvet üniforması gibi her yerde kolunda bu saat. Ha bir de parayı yatırmak için muhtemel İsviçre’ye gittin oradan al bir saat değil mi? Bankanın yanında var hemen bir saatçi, ver 170 bin euro tak koluna. Yok bana saat al. Hangi birine yetişsin çocuk? Fakat doğru söylemeli ki çok güzel bir saat bu her yerde doğruyu gösteriyor, hah bak rüşvetçi diyorsunuz.
45-50 milyon euro bizim olsa ne yapardık? Beyoğlu’nda bir kahvede otururken bu konuya dalıp çaya vermişiz kendimizi…
Sayın 45-50 milyon euro’yu alanlar, en azından bu çay paralarını verseniz….