Memlekette yaşanan katliamlardan biri, 1978 yılının Aralık ayında Maraş’ta gerçekleşti. 19 Aralık’ta başlayan olaylar bir hafta sürdü. Bilanço ağırdı: Resmî rakamlara göre 115 kişi öldürüldü, pek çok kişi yaralandı. Ancak tanıkların ifadeleri, bu sayının çok daha fazla olduğu yönünde.
Maraş’ta yaşananlar, 1978 yılının başında Ecevit’in hükümeti kurması sonrasında Türkiye’nin farklı yerlerinde art arta patlak veren olayların son halkalarından. Savcı Doğan Öz’ün öldürülmesi, Malatya’da sağın ortak adayı olan ve Hamido adıyla bilinen Hamit Fendoğlu’na gönderilen bombalı paket, Elazığ’da yayılan “Şehrin içecek suyuna zehir atıldı, camiler bombalandı” söylentisi sonrası çıkan olaylar, o dönemde Sünni - Alevi çatışması çıkartmaya yönelik hareketler… Beklenen çatışma buradan çıkmadı ama Maraş’ta yapılan tertibin sonuçları ağır oldu.
Maraş, solun güçlü olduğu yerlerden. Ekonomik açıdan da önemli, zira Pazarcık ovasında yetiştirilen pamuğun o yıllarda değer kazanması, bu pamuğu elinde bulunduran Alevi aileleri güçlendiriyor. Yaşanan provokasyon bu ailelere yönelik. Herkesin onlardan alışveriş yapması kimilerini kızdırıyor. O dönem de işbaşında olan MHP tarafından Maraş’taki okullara yerleştirilen kadrolar içten içe çatışmayı harlıyor ama tam anlamıyla başarıya ulaşamıyor. “Aleviler ve solcular Maraş’ı ele geçirecek, sağcıları ve Sünnileri kesecek” söylentileri dilden dile yayılıyor ama çok ciddiye alınmıyor. Her şey sakin giderken yaşanan bir hadise, olayları başlatıyor.
Başrolünde Cüneyt Arkın’ın oynadığı “Güneş Ne Zaman Doğacak” adlı filmin gösterime girmesi, olayları başlatan asıl hamle. O yıllarda Anadolu’da dolaştırılan, sağcı dernekler ve Ülkü Ocakları vasıtasıyla gösterime sokulan bu film, bir propaganda aracı. Maraş’taki gösterimi sırasında patlatılan ses bombası, işaret fişeği. Sinemadan çıkanların solcu parti ve dernekleri basarak taşlaması, iki TÖBDER’li öğretmenin öldürülmesiyle başlayan olaylar hızla büyüyor ve önüne geçilemez bir hâl alıyor.
Öğretmenlerin cenazesinden önce, kimi tutucu köylere yine aynı haber gönderiliyor: “Aleviler Sünnileri kesecek, Maraş’ı yakıp yıkacak. Allah'ı ve dini uğruna savaşacaklar Maraş’a insin.” Bilhassa Bertiz’de yaşayan köylüler, cuma namazını bahane ederek merkeze iniyor. Namaz sonrasında belediye hoparlörlerinden şöyle anonslar yapılıyor: “Kızıllar şehrimizi basıyor; şehri yakacaklar. Allah için bütün Maraşlılar hat boyunda buluşalım…”
Hat boyu, öldürülen öğretmenlerin cenaze namazının kılınacağı Ulu Cami’nin bulunduğu bölge. Cenazeler görevlilerce geciktiriliyor ve kalabalığın bu bölgeye gelmesinden sonra ailelerine teslim ediliyor. Kalabalık doğrudan korteje saldırıyor. Ertesi gün olaylar büyüyor, sokağa çıkma yasağına rağmen toplanan kalabalık Alevilerin yoğun yaşadığı Yörükselim ve Çamlık bölgelerine yürüyor. Öfkeli kalabalık önceden işaretlenen evleri basıyor, askerin ve polisin gözü önünde orada yaşayanları işkenceyle öldürüyor. Devlet, üç gün boyunca olaylara sessiz kalıyor, herhangi bir müdahalede bulunmuyor. Ölü sayısının artması, mahallelerdeki sağlam direnişlerle engelleniyor. Bu esnada devlet güçlerinin bizzat direnişi kırmak üzere barikatlara saldırdığını, yaşananlara tanık olanlar anlatıyor.
Maraş Katliamı, tarihimizde farklı zamanlarda yaşadığımız faili meçhul olaylardan biri. Aslında faili belli ama nedense bulunamıyor. Olaylar sonrasında 22 kişi göstermelik olarak tutuklanıyor, idam cezası veriliyor ama infaz yerine getirilmiyor. Bunlar, 12 Eylül sonrasında Özal tarafından çıkartılan af kanunuyla serbest bırakılıyor. Bu da sık rastladığımız şeylerden.
Yaşananların bilançosunun ağır olduğunu yazının başında söyledim. Ayrıntılar daha da fena çünkü bir işkence söz konusu. İnsanlık dışı şekillerde öldürülen kadınlar, çocuklar, gençler var. Bu anlamda, Maraş Katliamı en ağır olaylardan.
Ardından yakılan ağıtlar, türküler var. Onlar, yaşananları bugüne taşıyor. Âşık Mahzuni Şerif imzalı “Maraş Dramı” bunlardan biri. Yaklaşık on dakikalık bu ağıt, Ökkeş’e yazılan bir mektupla başlıyor. Özeti şöyle: “Fransız işgali sırasında yan yana çatışmışken neden sen beni vuruyorsun?” Sonrasında saz ve söz devreye giriyor. “Güzel Maraş sana nazar mı değdi?” sorusuyla başlayan ağıt, “Utanıyorum Maraşlıyım demeye” dizesiyle sonlanıyor. Arada şu sözlere rastlıyoruz: “Ölüler yakıldı yanmadı sağlar / Yavrular ezilmiş analar ağlar / Denizler tükenmez damlalar çağlar /…/ Allah deyip tespih çekip gittiler / Hakkın binasını yıkıp gittiler / Camilerden gelip döküp gittiler / Bizim imanımız söküp gittiler…” Aynı katliamı anlatan bir başka Mahzuni türküsünün adı, “Maraş Halkı Yana Yana Ön Olur”.
Mevzu hakkında bir de Cem Karaca şarkısı var. Yazık ki yayınlanmamış bir şarkı bu ama döneminde yapılan kimi konser kayıtlarında rastlıyoruz: “Maraş kalesinde güneş doğmuyor / Azdı yaralarım çare bulmuyor / Başucumda anam ağıt yakıyor // Önce yangın yangın yuvam yıktılar / Yanık yerlerime hançer soktular / Hançer yarasına tuz biber ektiler // Allah adı anıp çocuk kesenler / MHP yazmayan evler basanlar / Millet deyip milletine nefret kusanlar // Din iman uğruna kestiler beni / Allahsızlar Allah deyip kıydılar beni // Maraş Kalesi’nde güneş doğmaz mı sandın / Gün gelince bu işin hesabı sorulmaz mı sandın / Kafası kızınca halkım silaha sarılmaz mı sandın // Halkız biz, halkız biz / Yeniden doğarız ölümlerde…”
Son dizeler Pablo Neruda’ya çakılmış bir selam. Olayı tüm yönleriyle anlatan şarkılardan biri bu. Belki temiz bir kaydı bulunur, yayınlanır, pek çok insana ulaşır. O zamana kadar eldeki kötü kayıtlarla idare etmek durumundayız.
Şarkılar, türküler, ağıtlar yaşananları bugüne aktarıyor, anlatılanlar onlarla pekişiyor. Resmî tarihin yazmadığı ayrıntıları da bu vesileyle öğreniyoruz. Özetlemeye çalıştığım katliam hakkında yapılmış belgeseller, yazılmış kitaplar, bilhassa hemen sonrasında yayımlanmış kimi broşürler var. Ayrıntısını merak edenler oralara başvurabilir ama ayrıntılara boğulmadan da bu katliamı anlatmak, yaşananları insanlara aktarmak mümkün. Söylediğim gibi, tarihte başka örnekleri de var. 46 yıl önce tam da bu günlerde yaşanan Maraş Katliamı, tarihimizdeki utançlardan biri.