47 yılın ardından Nasrullah Ayan… Kadim bir dostun anısına
Ne yazık ki Nasrullah Ayan'dan başka kimsenin dolduramayacağı anı ve olaylar, onun yokluğuyla kocaman bir boşluk olarak kalacak. Güle güle sevgili dostum. Özleyeceğim sesini, gülüşünü.
Ahmet Kale
Tam 47 yıl olmuş Nasrullah Ayan’ı tanıyalı. Bazen kesintiye uğrasa da uzun yıllara dayanan bir tanışıklık, arkadaşlık, giderek artan dostluk vardı aramızda. Son 10-12 yıldır sürekli görüşülen, son 3 yıldır da birlikte bir şeyler yapmak için hep temas halinde olunan bir ilişki. 1 Eylül Dünya Barış Günü'nün akşamında, 2-3 gün önce geçirdiği bir kalp krizi sonrası kaybettik sevgili arkadaşımı, dostumu. Oysa birkaç gün sonra, 6-7 eylül günleri onun yaşadığı şehir olan Gaziantep’te önemli sorunları görüşecektik kendisiyle. Yazması ya da tanıklıklarını aktarması için ısrar ettiğim siyasi anı ve ilişkileri üzerinde çalışmalar yapacaktık. Benim yola çıkacağım gün geçirdi kalp krizini. Dün de kaybettik kendisini. Ölümünden sonra arkasından çok şeyler yazılacağını, söyleneceğini biliyorum. Ben de sıcağı sıcağına bu can kardeşimle ilgili anı ve izlenimlerimin bir kısmını paylaşayım istedim.
1975 yılıydı, ben 20 yaşındayım, 1 yıldır da Türkiye Sosyalist İşçi Partisi’nde çalışıyorum tam zamanlı olarak. Gaziantep il örgütünün kurulması çalışmalarına da fiili katkılar için bir süre kalmıştım Gaziantep’te. Zaten Kilisli olduğum için bölgeye yabancı değildim. İl teşkilatının kurulmasından bir süre sonra İstanbul'dan o bölgeye örgütlenme çalışmalarına katkı için gönderilen arkadaşım Kemal Eke bir süre sonra Ankara’ya geldi. Yanındaki ince uzun tipli, açık kumral tenli, geniş yaka gömlek, İspanyol paça pantolonlu yakışıklı genci tanıştırdı bana. “Bak sana bir hemşerini getirdim, adı Nasrullah Ayan, babası tüccar, varlıklı. Nasrullah bizimle çalışıyor, Kıvılcımlı okuyor” dedi. Böyle tanıştık Nasrullah ile. Daha sonra defalarca gelip gitti Ankara’ya, bazen evimde kaldı ama çoğunlukla iyi otellerde kalıyordu. Dikkatimi çeken bir yanı da henüz 17 yaşında olmasına rağmen arabayla gidip geliyordu. Beyaz bir Ford arabası vardı daha o zamanlarda.
Ayrı şehirlerde olmamıza rağmen sık görüşüyor, seviyorduk birbirimizi. Kıvılcımlı izleyicileri toplu halde TSİP’ten istifa ederken de yanımızdaydı Nasrullah. Toplu halde istifa etmiştik ama homojen bir topluluk değildik. İstifa eden Doktorcular, belli başlı üç gruptuk. Bizlerin toplandığı Ankara Grubu (daha sonra Derlenişçiler) diye anıldık. İstanbul’dan Kıvılcım gazetesi grubu ve Ahmet Camuşçuoğlu’nun etrafında toplanmış bir grup. Ahmet Camuşçuoğlu, Kıvılcımlı ile beraber yurt dışına kaçan iki kişiden biriydi ve ustayı son nefesine kadar yalnız bırakmadığı için saygın bir yeri vardı ortamımızda. Nasrullah da Kemal Eke ve diğer arkadaşları ile birlikte bir süre A. Camuşçuoğlu grubuna yakın durdular. Kısa bir süre sonra ondan ayrılarak “İşçi Sınıfı Yörüngesine ÇAĞRI” isimli bir dergi çıkardılar. Çağrı dergisi birkaç sayı çıktı, birkaç da Kıvılcımlı kitabı yayınladılar.
Bu arada Sarp Kuray hareketlenmiş, değişik çevrelerden yanına gelenlerle bir siyasi grup oluşturmaya çalışıyordu. 1978 sonu gibi Nasrullah ve Çağrı grubunun toplu halde Sarp Kuray’a katıldıklarını duyduk. O zamanlarda da Nasrullah, babası ve aile fertleriyle beraber ticaret yapmaya devam ediyordu. Şaşırmıştım Nasrullah’ın böyle bir harekete katılmasına ama sanırım o zamanlar böyle bir yerlere katılım furyası vardı. Ben de o yıllarda Ankara ve Konya’daki arkadaşlarla beraber DEVRİMCİ DERLENİŞ isimli bir gazete çıkarmaya başlamıştım. O yıllarda Nasrullah’la seyrek karşılaştık ama dostluğumuz sürdü. Ülke 12 Eylül dönemine doğru giderken, Nasrullah’ın yurt dışına yerleştiğini duydum. Ondan sonra çok uzun yıllar yüz yüze görüşemediğimiz bir dönem oldu.
Yurt dışına yine 12 Eylül’den birkaç ay önce çıkmış olan Sarp Kuray’la örgütsel ilişkisi sürdü bir müddet Nasrullah’ın. O yıllarla ilgili bütün yazacaklarım sonraki yıllarda onun bana anlattıklarıdır. 1982 yılında Sarp Kuray’la birlikte mensubu olduğu Partizan Yolu hareketinin mali işlerinden sorumlu olarak çalışmış. Bu yıllarda örgütün bütün mali kaynağını Nasrullah’ın aktardıkları oluşturmuş. Özellikle genç kuşakların arkadaşımı daha iyi tanıması için yazayım: 12 Eylül zulmünden yurt dışına kaçmak zorunda kalan sayısız devrimcinin ihtiyacı olan finansmanı gözü kapalı ödeyen biridir Nasrullah. “50 bin dolar istendiği de oluyordu, 200 bin dolar da. Hiç birini sorgulamadım. İnsanların faşizm zulmü karşısında hayatları söz konusuydu, her isteneni ödedim” demişti bana bir sohbetimizde. Sadece kaçırılmak istenen devrimcilere değil, o zamanlar Filistin’e kümelenmiş gruplara ve kendi örgütünün kampına da büyük mali katkıları olmuştu. Bir konuşmamızda söz Nasrullah’a geldiğinde; “5 milyon dolardan fazla katkısı olmuştur” demişti Sarp Kuray.
Yurt dışı ve Sarp Kuray’la ilişkileri konusunda çok şeyler konuştuk, çok şeyler anlattı. Paylaştıklarımızı burada anlatacak değilim. Keşke yaşasaydı da bana taahhüt ettiği gibi onların hepsini yazabilseydi. Ancak 1982 yılında Sarp Kuray’la yaşadığı bir anlaşmazlık dizisi sonucu ayrıldığını biliyorum. Ondan sonraki yaşamı uzun yıllar sadece mali faaliyetler olarak sürmüştü.
Bir süre sonra Türkiye’ye dönüp tekrar borsa işlerine girişti. O yıllarda da dolaylı haberleşmeler dışında pek ilişkimiz olamadı. O para işlerine çok yoğunlaşmıştı. Türkinvest isimli bir borsa aracı kurumunun sahibiydi. Birkaç yıl içinde Türkiye’nin en büyük aracı kurumu olmuştu Türkinvest. Bu konuların geniş ve ayrıntılı bilgileri, birazdan yayınlanış serüvenini anlatacağım BORSA KRALI kitabında bulunabilir. Borsanın kendisine ve ilişkilerine soğuk baktığımdan, bu arada ben de İzmir’de yoğun şekilde geçim derdiyle boğuştuğumdan o yıllarda da mesafeli kaldık birbirimize.
Sonraki yıllarda Sarp Kuray’ın Türkiye’ye gelişini ve kısa bir süre sonra Türkinvest yönetiminde görev alışını izledim basından hayretle. Daha sonra Nasrullah’tan ve Sarp Kuray’dan defalarca dinleyerek öğrenecektim ayrıntıları.
Bir süre sonra basında Türkinvest’in zor duruma düşüşü, giderek iflasa sürüklendiği haberleri yoğunlaştı. Hürriyet gazetesi “BORSA KRALININ ÇÖKÜŞÜ” manşetini atmıştı o günlerde. Yıllar sonra kitabını yayınlarken kitaba isim arıyorduk. Editörü olarak ben “Borsa Kralı” başlığını önermiştim, o da hemen benimsemişti. Nitekim kitap o başlıkla yayınlandı.
Daha sonraki yıllarda ben Kıvılcımlı külliyatının tamamını basmak üzere bir yayın organizasyonuna katılmış, 60 civarında kitap yayınlamıştım 5 yıl içinde. Nasrullah o yıllarda hem tasfiye davalarıyla uğraşıyor, hem de Gaziantep’te geçinmeye çalışıyordu. O zamanlar birbirimizi arayıp sormaya yeniden başlamıştık. İstanbul’a geldiğinde görüşüyorduk. Bastığımız kitapları alıyor, destekliyordu.
2015 yılında İstanbul’a geldiğinde görüşmek istedi. Onun her zaman gelip kaldığı Zincirlikuyu’daki otelde buluştuk. Bir kitap hazırlığında olduğunu söyledi, katkı ve desteğimi istedi. Katkı ve destek konusunda bir kaygım olmadığını ama metni okumak istediğimi söyledim. Nasrullah oldukça zeki bir söz ustasıydı. Anlatmak istediklerini çok güzel toparlar, meramını açık şekilde anlatırdı. Ama yazma konusunda -kendi deyimiyle- kabız birisiydi. Saatlerce bir konuyu anlatabiliyor ama onları yazıya dökemiyordu. Bu yüzden arkadaşı olan gazeteci Ali Ağaoğlu ile uzunca bir söyleşi yapmıştı. Şimdi söyleşi metnini kitaplaştırmak istiyordu. Birkaç deneme yaptırmış ama sonuçları beğenmemişti. Şimdi benim katkımı istiyordu. O gece metnin tamamını okudum, kolayca düzenleyebileceğim bir metindi. Ertesi gün buluştuğumuzda ona şunları dedim: “Nasrullah kardeşim seninle dostuz, elbette sana destek olurum hem de bilaücret. Ama okuduğum metin senin borsadaki serüvenini anlatıyor. Ekonomi alanındaki anıların diyelim bunlara. Bunların senin için ya da başka ilgili kimseler için önemleri olabilir. Benim için aynı önemi taşımadığını söylemem lazım. Yine de elimden geleni yaparım ama bana hemen siyasi anılarını da yazma sözü vermelisin. O zaman anılar bütünleşmiş olur, ben de daha bir istekle düzenlerim.” Bu söylediklerimi, isteği üzerine yazdığım önsözde de tekrarladım. Hatta arka kapak yazısına da “Onun siyasi anılarını da ikinci kitap olarak yayınlayıp dönemin değişik bir panoramasını çizmek genç kuşaklar açısından yararlı olacaktır. Şimdi onun hazırlıklarındayız.” cümlesiyle almıştım.
Metin düzenlemesini yaptık, eklemek istediği belgeleri bulduk tarattık. Metin birkaç defa aramızda gidip geldi. Bütün bu işlerde daha önce Sosyal İnsan Yayınları’nda teknik işlerimizi başarıyla yapan emektarımız Filiz Kalkan gece gündüz çalışarak katkıda bulundu.
Borsa Kralı kitabını okuyanlar hatırlayacaklardır. Kitapta Tansu Çiller hükümetinin hiçbir zor durumu ve şaibesi olmadığı halde Türkinvest’i batırmak için nasıl çabaladıkları, bunlara Nasrullah ve ekibinin nasıl direndiği anlatılır. Bu arada Nasrullah ve ailesinin ticarete nasıl başladıkları ve nasıl böyle büyüdükleri de hikaye edilir. Burada biraz durup bazı konulara temas etmem gerekiyor. Nasrullah gıyabında çok konuşulan, çok eleştirilen hatta suçlanan biriydi. Suçlamaları, eleştirileri aslında önemserdi ama önemsemez görünürdü. Konuşurken “hakkımızda söylenmedik bir şey bırakmadılar…” diyerek kahkaha atardı ama üzüldüğünü saklayamazdı sonunda. Suçlamalar genellikle kaçakçılığı üzerine yoğunlaşmıştı. Altın, döviz ve uyuşturucu kaçakçılığı yaptığı yaygın söylentilerdi. Kendisi uyuşturucu kaçakçılığı iddiasını kesinlikle reddederdi. Kızardı bu söylentilere. “Asla” derdi sürekli. Bu söylentileri yayanlara küfrederdi. Sadece kendisi değil, ailesinden hiç kimsenin uyuşturucu ile ilişkisinin olmadığını söylerdi. Altın kaçakçılığı için ise ailesinden o tür kaçakçılığa katılanların olduğunu kabul ederdi ama kendisinin, o davaya karıştırılmış olsa bile ilişkisinin olduğunu kesin dille reddederdi. Kabul ettiği döviz kaçakçılığı idi. O konunun da devlet ve hükümet yetkilileri tarafından nasıl teşvik edildiğini kitabında uzun uzun anlatmıştı. Belirtmeliyim ki ben de bu söylentileri duyan ve inanan bazı yakın arkadaşlarımca eleştirilmiştim.
Kitabın yayınlanması sürecinde aylar boyu hemen her gün bazen geç saatlere kadar görüştük. Kaçakçılık söylentilerini de ayrıntılarıyla konuştuk. Yukarda yazdıklarımı anlattı. Sonunda 2017 ocak ayında “Borsa Kralı” kitabı yayınlandı. Epey de yankı aldı kitap. Sanırım 10 bin civarında baskı yaptı. Bu konuda yani kitabın yayınlanması konusunda sabırlı ve özverili davranan Sorun Yayınları sahip ve yöneticisi Mutlu Öztürk kardeşimizin de değerli katkılarını teşekkürle anıyorum.
Kitabın yayın sürecinde bana “Kardeşiz, arkadaşız ama senin durumunu da biliyorum. Bu editörlük işini profesyonelce düşünmeni istiyorum, hakkın neyse iste, seve seve öderim” demişti. Ben de ona “Arkadaşlık ve kardeşlik varsa para olmaz, hatırın yeter” demiştim. Çok ısrar etti, “Vazgeçerim bak” dedi falan. O yıllarda ben bir grup arkadaşımla beraber kurduğumuz Kıvılcımlı Enstitüsü’nün başkanı idim. Sonunda “Peki o zaman, Enstitü’nün bir aylık kirasını öde” dediğimde ve kiranın da 800 TL olduğunu söylediğimde kahkahayı patlatmıştı. “Oğlum, kendi kıymetini bilmiyorsan emeğinin kıymetini bil bari, emek bu kadar ucuz olur mu?” deyince, ben de “O zaman 2 kira öde” demiştim. Ödemişti. Sonradan, valla ben 5 bin lirayı göze almıştım diye eğlenmişti benimle.
Kitap yayınlanmadan önce ve yayınlandığı sırada Nasrullah, kendi kurduğu YouTube kanalında borsa ve döviz konularında açıklamalar yapıyor, soruları cevaplıyordu. Kitap yayınlandıktan sonra bu faaliyeti çok arttı. Artık nerdeyse gece gündüz bilgisayar başındaydı. Grup grup meraklılarla toplanıyor, onların sorularını cevaplıyor, aynı zamanda kitabını tanıtıp pazarlıyordu onlara.
Biraz atlayarak pandemi sürecine geleyim. Pandemi şartlarında bir çok etkinlik online yapılmaya başlamıştı. Nasrullah zaten kendi YouTube kanalı ve WhatsApp gruplarında epey bir süreden beri yayın yapmaktaydı. Bir gün beni telefonla aradı. Telefon görüşmelerimiz de görüntülü olurdu hep. Birbirimizin tipiyle dalga geçerek keyifle konuşurduk. Aradığında şöyle dedi: “Ya abi, benim YouTube kanalımın 40 binden fazla abonesi var. Bu insanlara sosyal bir şeyler de vermek istiyorum. Kıvılcımlı’nın biyoloji ve kimya silahları üzerine uzun bir yazısı olacaktı. O yazıdan hareketle bugünkü pandemi ortamını Kıvılcımlı’dan kaynaklanarak yorumlasak nasıl olur sence?” dedi. Kastettiği uzun yazı 1970 yılında Aydınlık Dergisi’nde yayınlanmış olan “Deccal Nasıl Kapımızı Çalıyor” yazısıydı ve daha sonra kitap olarak yayınlanmıştı. Benim yayınladığım kitaplar arasında da vardı. Konuyu iyi biliyordum. Ayrıca bu kadar aboneye Kıvılcımlı’yı tanıtmak çok elverişli bir olanaktı. Hemen hazırlandım ve kısa zamanda sohbet biçiminde "Deccal…" sunumumuzu yaptık. Sunum başarılı, tepkiler olumluydu. Birkaç gün sonra tekrar aradı. “Abi tepkiler çok olumlu, izlenme sayısı da iyi, gel biz seninle bu sohbetleri devamlı yapalım. Hem de ustamızı ve görüşlerini yaymış oluruz” dedi. Tabii ki kabul ettim ve Nasrullah Ayan kanalında “Ahmet Kale ile Kıvılcımlı Sohbetleri” serimiz başlamış oldu. Kıvılcımlı’nın çeşitli konulardaki kitaplarını tanıtan, görüşlerini tartışan (Din konusunda, 27 Mayıs, Anayasa, Devrim, TKP, YOL Serisi, Günlük anıları ve daha birçok konuda) 30’u aşkın video sunumu yaptık. Kıvılcımlı üzerine tez hazırlamış olan genç akademisyenlere teşekkür ve teşvik sohbetleri yaptık, Kıvılcımlı’nın ölümünün 50'nci yılı dolayısıyla 2021 yılında yapılan etkinlere biz de sohbetlerimizle katkılarda bulunduk. Bu arada bir talihsizlik de yaşadık. Nasrullah YouTube kanalında benimle sohbet yaparken, ekonomi üzerine programlar da yapıyor, borsa, döviz gibi konularda tecrübe ve bilgisini aktarıyordu binlerce kişiye. Buna tahammül edemeyen birileri olacaktı elbette. Bir gün baktık ki kanaldaki bütün videolar silinmiş. Birileri kanalı hacklemiş, YouTube yönetimi de kanaldaki bütün videoları silmiş. Şoktaydık. Dilekçeler yazdı, videoları YouTube'dan geri istedi, uğraştı, didindi ama bir sonuç alamadık. Gitti bütün emeklerimiz. Nasrullah yeni bir kanal açtı, devam ettik ama bir daha bizim videolar eski düzeye ulaşamadı.
Bu arada ben sık sık ona siyasi anılarını yazması konusunda hatırlatmalar yapıyor, ısrar ediyordum. Söz vermişti ama 3-4 yıldır bir girişimi olmamıştı. Ben ısrar ettikçe onun sıkıldığını hissediyordum ama onun anılarının da değerli olduğunu biliyordum. Israrım ondandı. Sadece ben değil, onun eski siyaset arkadaşlarından birileri de ısrarıma katılıyorlardı. Nihayet bu günlerde eski arkadaşlarından birinin de katılımıyla Nasrullah’ın yaşadığı Gaziantep’te buluşup bir plan yapmaya karar vermiştik. Ben zaten Kilisli olduğum için memleketime gelecektim. Diğer arkadaşımız için Nasrullah bir otelden 2 gecelik oda ayırttı. Bu konuşmayı 30 Ağustos Salı günü yapmıştık. 1 Hafta içinde Gaziantep’te beraber 2 gün geçirme kararı vermemizden birkaç saat sonra Nasrullah’ın bir TV programında canlı yayın esnasında kalp krizi geçirdiğini öğrendik. Kalbi uzun süre durmuş, hastanede yeniden çalıştırılmış ama en az 48 saat sürecek bir uykuya alınmıştı hastane tarafından. Duyan hiç kimsede düzelip kalkacağına dair bir umut yoktu ama henüz kaybetmemiştik onu. Dün (1 Eylül 2022 Perşembe) akşam saatlerinde uyandırılmıştı reflekslerine bakılmak üzere. Çok umut verici şeyler söylemişti doktorlar. “Refleksler çok kötü değil, gözleri oynuyor, parmaklarını oynattı” demişlerdi. "Hadi Nasrullah hadi" demiştik, güvenmiştik bilincine. Ertesi gün onu hastanede ziyaret edebilme umuduyla erkenden yattım. Gece 23.50 civarında yaşam mücadelesine yenik düşmüş arkadaşım. Bin bir badireyi atlatan, rüzgarlara fırtınalara dayanan yüreği durmuştu.
Ne yazık ki ondan başka kimsenin dolduramayacağı anı ve olaylar, onun yokluğuyla kocaman bir boşluk olarak kalacak. Ben elimden geldiğince o boşlukları doldurma gayretlerine katkıda bulunmaya çalışacağım.
Güle güle sevgili dostum. Özleyeceğim sesini, gülüşünü. Arayacağım, kendimizle ve dünya ile dalga geçerek yaptığımız uzun sohbetleri.
Yaşadıkça anılarını da yaşatacağım…