St. Petersburg taraftar alanındaki son maçımı beş Gareth Southgate ile beraber izledim! Maç öncesi oldukça güvenliydi İngilizler. Rusya'yı elemelerinin de etkisiyle taraftar alanında destekçisi az olan Hırvatistan 120 dakikanın sonunda maçın galibiydi. İngilizler için yine olmadı. 'Futbol' evine dönmedi ama Hırvatistan belki de Fransa'dan 1998'in rövanşını almak üzere finale yürüdü.
PETERSBURG - St. Petersburg'da sonunda güneşli
bir gün! Öğle saatlerine dek eve tıkılmış olmaktan sıkıldığımdan
kendimi bir an evvel dışarı attım. Şehir merkezine giderek biraz
güneş görmek, parklarda gezmek, Dünya Kupası'nın son günlerinin
tadını çıkarmak lazımdı. Hava 'sıcak'tı diyorsam sadece 22-23
dereceydi. Aslında normal bir sıcaklık ama işte biraz yukarısı
Kuzey Kutbu olan bir şehir için bu havalar bulunmaz nimet.
GÜNEŞ VE 'Ç'EST LA VIE'
Kanallar şehri St. Petersburg'da her köprüden sonra bir adet
trafiğe kapalı sokağa rastlamak mümkün. Birçoğunun da otoyolla
birleşen yerinde küçük meydancıklar yer alıyor. Gün ortası
sıcağında yaş ortalaması 50 üstü olan ve gerçek rock and roll
ruhunu zamanında tecrübe etmiş ve yaşamış üçlü önce bir Elvis
Presley çaldı, ardından Pulp Fiction'da John Travolta ve Uma
Thurman'ın hafızalardan çıkmayan danslarını gerçekleştirdiği şarkı
Ç'est la Vie'ye başladılar. Etrafımda ortaya atlayıp dans etmemek
için kendini zor tutanların sayısı artıyordu. Onlardan biri
olduğumu itiraf etmeliyim.
.
EKRANLARDA CENK TOSUN
Belki de şehrin çoğu dışarıdaydı. Ağırlıklı olarak Fransızlar
vardı şehirde. Belçika galibiyetini St. Petersburg'da elde eden
Fransızlar şehirde turistik gezilerini yapıyorlardı. El mecbur bir
kafeye geçip bir süre maç öncesi hazırlık yapmak gerekliydi.
Girdiğim kafede yan masada bir grup Türk vardı. Kahve molalarını
bitirip yollarına devam ettiler. Kafedeki televizyonda bir an Cenk
Tosun'u gördüm. Akşamki maç öncesinde Hırvatistan'ın Dünya
Kupası'na nasıl geldiğinin hikayesini anlatıyor olmalılardı. Ante
Cacic'i ve Türkiye'yi göstermelerinin başka bir nedeni olabilir
miydi ki?
'YELEKLİLER' MAÇA HAZIRDI!
.
Maç öncesi hangi esnaf fırsatçı, hangi dükkan kazıkçı, hangi
dükkan insaflı gezimi tamamlayıp şehri terk edeceğim cumartesi günü
öncesinde neyi nereden alacağıma karar vermek için küçük turumu da
tamamladıktan sonra taraftar alanına doğru yöneldim. Üzerime
İngiltere formamı geçirip sıraya girmeden önce önümdeki kaldırımdan
aynı giyimli İngiltere bayraklı beş taraftar geçti. Hepsi de aynı
maskeden almıştı. Tek tip Gareth Southgate maskeleriyle birlikte
hepsi de Southgate gibi giyinmişti. Dün Patrick ile yaptığım
röportajın ardından yelek satışlarının arttığını gözümle görüp
inanmıştım. Londra'lı beş arkadaştan biri St. Petersburg'da
yaşıyordu. Diğerleri Londralı olmalarına karşın Liverpool'u
tutuyormuş. Maçlar için tabii ki Rusya'dalardı.
Taraftar alanına girerken bir problem yaşamadım. Sadece
Moskova'dakinde giriş çıkış sırasında daha fazla detaylı arama ve
içeri sokulacak eşyalara daha fazla dikkat edildiğini bir kez daha
fark ettim. İki farklı telefonumu da, ekstra pillerimi de kontrol
ediyorlardı çantamı açtırıp ancak St. Petersburg daha rahattı bu
konuda.
.
İçeride yine Brezilyalılar çoğunluktaydı. Hırvatların sayısı ve
destekçisi az, İngiltere destekçisi ise daha fazlaydı. Son birkaç
günde yüz boyamadan sonra spreyle saç boyamak da moda olmuştu
alanda. Bedava olması da etkili olmalıydı ki tuvalet sırasından
daha uzun bir sıra vardı saç boyatma sırasında. Bu sefer ana
ekrandan değil arkadaki iki ekrandan takip etmeye karar verdim
maçın ilk yarısını. Maç başlamadan içime bir hüzün çöktü. Taraftar
alanında maç izlediğim son günümdü St. Petersburg'da. Dünya Kupası
bitiyordu. Kutlamaya karar verip kendime içecek ısmarladım. Sırada,
arkamdaki Brezilyalı 'amca'lar tipik bir Brezilyalı olarak
çekinmeden stanttaki satışa hazır patlamış mısırların tadına
bakıyorlardı.
BECKHAM'DAN BERİ GÖRMEMİŞTİK
Maç başlar başlamaz Modric'in çok tehlikeli yerde yaptığı faulle
kazanılan serbest vuruş bende bir heyecan yaratmadı değil. Jordan
Henderson da, Ashey Young da, Harry Kane de iyi şutlar
çıkarabilirdi o bölgeden. Ancak sağ kanatta turnuva boyunca
harikalar yaratan Kevin Trippier'in muhteşem serbest vuruşu maçın
başında nefis bir heyecan getirdi alana ve 90 dakikaya. Beckham'dan
beridir böylesine harika bir gol görmemiştik İngiltere'den. Gelecek
için de umut vericiydi bu.
Daha sonra maçı izlemek ve izleyenleri izlemek için büyük
ekranın en önüne geçtim ve insanları izlemeye başladım.
Alandakilerin çoğu İngiltere taraftarıydı. Bu, verilen
reaksiyonlardan anlaşılıyordu. Domagoj Vida'nın Ukrayna hakkında
yaptığı açıklamayla birlikte, Rusya'yı elemiş olmaları bunda
etkendi. Devre biterken maç öncesinde karşılaştığım beş
Southgate'in maç izledikleri yeri tespit edip ikinci devreyi
izlemek için yanlarına gittim.
İNGİLİZLER SONUNDA ÇAKIR'A KÜFRÜ BASTI
İkinci devre sırasında maç hakkında yazıştığım arkadaşımla
iddiaya girmiştik. Bence İngiltere 2-0 kazanacaktı. O ise, “Böyle
devam ederse Pickford cezalandırılır“ diyerek maçın uzatmalarda 2-1
biteceğini ama İngiltere'nin yine de kazanacağını yazmıştı. İkimiz
de İngiltere'den yanaydık. Ve o haklı çıkmıştı. Hırvatistan'da uzun
zamandır oyununu hayranlıkla izlediğim Ivan Perisic sahneye çıkmış
ve golü atmıştı. Yanımdaki İngilizler'in yüzü düşmüş ve Cüneyt
Çakır'ın verdiği bu gol kararından memnun kalmamışlardı.
Düşündüğünüzde o ayak başka bir pozisyonda o kadar kalksa tehlikeli
hareket olarak değerlendirilebilirdi. Daha sonraki pozisyonlarda da
Cüneyt Çakır'ın ve yan hakemlerin kararlarından memnun
kalmamışlardı. En sonunda dayanamayıp Çakır'a küfrü bastılar, ama
ben bunu burada yazmayayım en iyisi.
Perisic'in golden sonra bir de topunun direkten dönmesi iyice
umutsuzluğa sürüklemişti İngilizleri. 10 yaşlarındaki bir taraftar
babasının omuzlarında İngiltere için amigoluk yaparak herkesi
canlandırmaya çalışıyordu ancak çare olmadı. Maç uzatmalara
gittiğinde beş Gareth'ten üçü maskeleri takıp “Evet beyler hadi
maçı çevirmemiz lazım canlanın“ diyorlardı birbirlerine.
Hırvatistan yine topun oyunun hakimiydi ikinci yarıda olduğu gibi.
Enerjileri tükenmiyordu. Üçüncü 120 dakikalarıydı bu. Mandzukic,
Pickford ile girdiği pozisyonda sakatlanmıştı ilk uzatma
devresinde. Ancak ikinci uzatma devresinde iki stoperin arasında
kendini unutturup golü attığında gücü kuvveti yerinde görünüyordu.
Golden sonra Gareth'lardan birinin "Şimdi yine kendini yere atmaya
başlayacak…" demesinin üzerinden birkaç dakika geçti ki ikinci kez
yerdeydi Mandzukic ve yerini Corluka'ya bıraktı.
DALIC'İN BÜYÜK BAŞARISI
.
Cüneyt Çakır, İngiltere lehine çaldığı son serbest vuruşun da
kullanılmasına izin verdikten sonra skor değişmedi ve finale çıkan
takımın Hırvatistan olduğunu ilan etti. Taraftar alanındaki az
sayıda Hırvat ve Hırvatistan destekçileri için coşku vaktiydi.
Türkiye'ye 1-0 yenildikten sonra takımın başına geçen Zlatko Dalic,
play-off'u geçerek Dünya Kupası'na getirdiği takımını finale
taşımayı başarıyordu böylece. İngilizler, “It's coming home“
demişti ama eve gelen şey kupa olmuyordu ne yazık ki. Ancak Dünya
Kupası'nda en son yedi maçın yedisini de oynadıkları zaman yıl
1990'dı. Üzülecek bir şey de yoktu İngilizler için. Hayat devam
ediyor... Ç'est la vie...