51/49 veya 49/51: Ne galip, ne mağlup?

Referandumun ertesi günü 51/49’la EVET veya 51/49’la HAYIR çıktığında ne olacak? Ciddi kaygım o ki, maalesef EVET kapkaranlık, HAYIR ise alacakaranlık sonucu doğuracak.

Aydın Selcen yazar@gazeteduvar.com.tr

MedyaskopTV’de değerli siyaset bilimci Alper Kaliber ve kamuoyu yoklaması konusunda duayen Bekir Ağırdır ile 16 Mart 2017'de, deneyimli gazeteci Hilmi Hacaloğlu’nun yönetimindeki açık oturum programına katıldım. Orada, soruya cevaben Ağırdır, 16 Nisan referandumunda oyların başa baş gitmesinin beklendiğini ve EVET de çıksa, HAYIR da çıksa çok dar bir marjla, hatta belki yüz küsur bin civarında bir oy farkıyla sonucun belli olacağını beklediğini belirtti.*

Kaliber ise EVET sonucunun doğuracağı rejim değişikliğinin bu denli dar bir marjla uygulanmasının güç, hatta olanaksız olacağını ve dolayısıyla meşruiyetinin de olamayacağının altını çizdi. Kaliber, yeni rejimi verdiği HAYIR oyuyla reddeden nüfusun yarısının da bu rejimle yönetilebilmeye razı olmayacağının doğuracağı sıkıntıyı da sözlerine ekledi. (konuşmalardan benim yaptığım özetler)

Ben de Kaliber’in kaygısına katıldığımı ifade ettim ve EVET oyunun "rejim değişikliği" demek olacağını, referandumun doğası gereği “biner” bir yapıya sahip olduğunu yani 0 veya 1, veyahut bir elektrik düğmesi gibi açık veya kapalı sonuç çıkacağını vurguladım. Rejimin değişmesinin de kaçınılmaz olarak ve kendiliğinden ülke nüfusunun yarısı için bizatihi direnç gösterilmesi gerektirecek bir durum, bir baskı ortamı yaratacağını anlatmak istedim.

(Canlı yayınlanan söz konusu açıkoturumun tamamını izlemek isteyenler için buraya tıklayabilirler.)

Bu asimetriye son günlerde dönüp dönüp vurgu yapmamın bir sebebi, iyi niyetle uzlaşı ve toplumsal barışma için yerleşik siyasi yapılar dışında uğraşan bazı şahsiyetlere eleştirel de olsa bir katkı sunmaya çalışmak. Çünkü bize dayatılan rejim değişikliği referandumu, yurttaş ile devlet arasındaki sözleşmeyi yenilemek, eksikleri de olsa varolan uzlaşmayı bozmak demek. Bu girişim hem olağanüstü hal koşullarında yapılıyor, hem iktidarı tek elde Meclis denetimi/dengesi olmadan topluyor, hem (ne kadar kaldıysa) yargı bağımsızlığını ortadan kaldırıyor.

Dolayısıyla söylemi yumuşatmak, tüm tarafları ılımlı olmaya davet etmek, bizi biz yapan ortak geçmişin öyküselleştirilmesine ve ortak değerlere ışık tutmak, karşılıklı hoşgörüyü ön planda tutmak, süregiden yapısal dönüşüm karşısında sözel bir alıştırma olarak kalmaktan öteye gitmiyor. Hatta bu çabalar benim için siyaset-dışı, apolitik sivil toplum girişimleri olarak kalmaya mahkum gözüküyor. Siyasette çözüm ise bence siyaset dışına kaçmaktan geçmiyor.

Fuad Chéhab (sağda), Lübnan Cumhurbaşkanı 1958-1964

Yani daha düz söylersek, EVET çıktığı takdirde, “ne galip, ne mağlup” var, hepimiz kazanacağız yaklaşımıyla kimse ortaya çıkmayacak. Bu kucaklayıcı sloganı da ben uydurmadım; sloganın sahibi Lübnan’ın 1958-1964 arasındaki Cumhurbaşkanı Fuad Chéhab. Bizimkinden çok farklı tarihsel konjonktür ve iç koşullar arkaplanı önünde de olsa, 1958’de Lübnan’ın varoluşsal bir badireyi Genelkurmay Başkanı sıfatıyla, orduyu çatışma eğilimli tarafların arasına sokarak, toplumun Sünni, Şii, Maruni tüm kesimlerinin güvenini de kazanmak suretiyle sağlayan Chéhab, daha sonra Cumhurbaşkanı seçiliyor. Ancak tarihsel dürüstlük açısından eklemek gerekirse, Chéhab’ın Cumhurbaşkanlığı, 1958 bunalımının, 1974-1992 arasındaki Lübnan İç Savaşı’nın provası olmasının önüne de geçemiyor.

Referandumun ertesi günü 51/49’la EVET veya 51/49’la HAYIR çıktığında ne olacak? HAYIR çıkarsa bir şey değişmeyecek. Üstelik HAYIR çıkarsa her şey o kadar aynı kalacak ki, OHAL’in dahi kalkmayacağı artık aşağı yukarı belli oldu. Ancak ülkemizin huzuru ve istikrarı bakımından ciddi kaygım o ki, maalesef EVET kapkaranlık, HAYIR ise alacakaranlık sonucu doğuracak. Alacakaranlığın gurub vaktine mi, tanyerine mi tekabül ettiğini ise zaman gösterecek. HAYIR’ın yeni bir başlangıcın tanyeri olması için ise hepimizin hep birlikte çok uğraşmamız gerekecek.

Tabiatıyla amacım kimseyi kine ve şiddete tahrik etmek değil. Tam aksine hepimizin mülk sahibi olduğu ülkemizde, yan yana değil iç içe yaşamamızı sağlayacak asgari koşulları nasıl inşa edebileceğimizi somut biçimde araştırmak. Bütün eksiklerine rağmen Cumhuriyet’imizin özünde başarılı bir proje olduğuna inanıyorum. Sizler de kendi çevrenizdeki başarılı insanların iki-üç kuşaklık aile hikâyelerini sorup, dinlerseniz, sanırım bu görüşüme ikna olursunuz. Bu Cumhuriyet bizim can havliyle tutunduğumuz son hayat salımız. Kötü yönetimden şikayetçiysek, laikliği koruyalım, çoğulculuğu içselleştirelim, yönetişimi katılımcılıkla güçlendirelim. Ama bu gereksiz referandum sonunda, durduk yere onu kendi başımıza yıkmayalım.

Buram buram toplumsal uzlaşma

Tüm yazılarını göster