6 soruda Arakan: Kürtler Müslümanlaştırdı
Gazeteci-yazar İbrahim Sediyani: “Rohingya” adının Kürtçe bir kelime olduğu ve “Güneşin doğduğu topraklar” anlamında Kürtler’in verdiği bir isim olduğu konusunda Doğulu ve Batılı kaynaklar büyük ölçüde fikir birliği içindedirler.
DUVAR - Myanmar egemenliği altındaki Arakan topraklarında meydana gelen "şiddet" ve "katliam" olayları yeniden kamuoyunun gündemine oturdu. Avrupa Rohingya Konseyi Sözcüsü Dr. Anita Schug, son yaşanan olaylarda Myanmar devleti ve Budist Raxine 'çete'leri tarafından 3 bine yakın Arakanlı Müslüman'ın (Rohingya) öldürüldüğünü açıkladı. Haber, uluslararası kamuoyunda da tepkiye yol açtı.
Binlerce Rohingyalının Myanmar'dan kaçmasına neden olan şiddet olaylarına ilişkin olarak Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, "Maalesef dünya Myanmar'a, diyebilirim ki kör ve sağır. Duymuyor ve görmüyor. Biz bunu ağır, şiddetli bir şekilde kınıyoruz. Yine onun takibini de ilgili uluslararası kurumlar vasıtasıyla başta BM olmak üzere dile getireceğiz" dedi. Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres, "Arakan'daki sivil katliamından endişeliyiz" açıklamasında bulundu. İngiltere'nin BM Daimi Temsilcisi Matthew Rycroft da BM Güvenlik Konseyi'nden Myanmar'daki durumu görüşmek üzere toplantı talep ettiklerini duyurdu.
Myanmar'da yıllardır yaşanan "şiddet" ve "katliam" olaylarıyla ilgili olarak uluslararası kamuoyunda bir tepki oluştuysa da, Arakan'ın tarihi, etnik ve dini kıyımın geçmişi hakkında dile getirilenlerin çoğu "kulaktan dolma bilgiler"e dayanıyor. Oluşan bilgi kirliliği nedeniyle çok sayıda "fotoğraf" ve "haber", "Arakan'dan..." denerek servis ediliyor.
Arakan’ın ismini dünya, 29 Mayıs 2012'de duydu. O dönem binlerce Rohingya botlarla Naf Nehri'ni geçerek Bangladeş’e ulaşmaya çalıştı. Arakanlı Müslümanların kaçış fitilini ateşleyen olay ise; üç Müslüman'ın, bir Budist kadına tecavüz ettiği iddiasıydı. Bu iddia üzerine çıkan olaylarda yüzlerce Rohingya öldü, binlercesi ülkeden kaçtı.
21 Ekim 2012'de Budistler, Arakan eyaletinin başkenti Sittwe çevresinde Müslüman köylere saldırıp ateşe verdiğinde orada bulunan isimlerden biri de, gazeteci-yazar İbrahim Sediyani'ydi. Son zamanlarda yeniden gündeme gelen şiddet olaylarına ilişkin olarak T24'ten Miray Tamer'e konuşan Sediyani, o gün yaşananları şöyle anlatıyor:
"Ertesi gün Müslümanlara haber gönderen Budistler, 'Gelin bu sorunu kendi aramızda konuşup halledelim' dediler ve buluşma için adres belirttiler. 23 Ekim sabahı Müslümanları temsilen bir grup, Budistler’in verdiği adrese gitti. Ama olayların başladığı haziran ayından beri bölgede herkesi kapsayan 'sokağa çıkma yasağı' vardı. Müslümanlar can korkusundan dolayı kalabalık bir şekilde randevu yerine gitmeyi akıl ettiler, fakat bu sefer de aylardır 'sokağa çıkma yasağı'nın bulunduğunu unuttular. Müslümanlar randevu yerine gidince Budistler bu kez polis çağırdılar ve 'Bakın Müslümanlar sokağa çıkma yasağını çiğnediler' diyerek şikâyet ettiler. Olay yerine olağanın çok üzerinde kalabalık bir polis ordusu geldi. Müslümanlar polislere, kendilerini buraya çağıranların onlar olduğunu söylediler ancak Budistler bunu inkâr etti. Polis Müslümanları suçlu buldu ve tutuklamak istedi. Müslümanlar buna karşı çıkınca arbede yaşandı. Sittwe çevresinde Müslümanlar’ın ikâmet ettiği 12 köy ateşe verildi. Randevu için oraya gitmiş olan Müslümanlar’ın tamamı boğazları kesilerek katledildi. Katliâmı Budist rahipler ile Myanmar polisi birlikte yaptı."
Sediyani, 'Arakan sorunu'nun 1784 yılına kadar uzandığını söylüyor. Bu tarihte meydana gelen Burma işgali sırasında Arakan'ın iki yerli halkı olan Rohingya ve Budist Raxinelerin oldukça "sıkıntılı" günler yaşadığını ifade eden Sediyani, sözlerine şöyle devam ediyor: "Burma işgali, İngiliz emperyalizminin bölgeyi işgal ettiği 1826 yılına dek sürer. İngiliz işgali altındaki Arakan’da iki halk biribirine düşman ettirilir. Özellikle Budist Raxineler üzerinde bu düşmanlık propagandaları kolayca taraftar bulur. Öyle ki, daha sonra kurulan ve Myanmar’ı İngiliz işgalinden kurtarmak için mücadele eden Takin Partisi, bu düşmanlığı alabildiğince körükler."
Sediyani'nin, T24'ün sorularına e-posta yoluyla verdiği yanıtlar şöyle:
Öncelikle Arakan nedir, neresidir? Rohingyalar kimdir? Tarihleri, Müslüman oluşları, nasıl bir geçmişe dayanıyor? “Arakan” ve “Rohingya” kavramları arasında nasıl bir ayrım var? Ve bugün “Arakan Sorunu” olarak adlandırılan sorun nasıl başladı?
Arakan ya da diğer adıyla Rohingya, bugünkü siyasi ve idari haritada Myanmar (Burma) Birliği Cumhuriyeti, Bangladeş Halk Cumhuriyeti ve Hindistan Cumhuriyeti arasında üçe bölünmüş bir ülke. Kadim Arakan topraklarının bugün doğu ve güney kesimi Myanmar (Burma), kuzeybatı kesimi Bangladeş, kuzey kesimi de Hindistan egemenliği altındadır. Arakan’ın batısı ise boydan boya Hind Okyanusu kıyıları.
Arakan coğrafyasına yerli orijinal dilde “Rohingya”, Arakan halkına da “Rohingya halkı” denir. Buradaki Budist halk ise “Raxine”(Rakhine) olarak adlandırılır. “Rohingya” ve “Raxine”, sadece etnik değil, aynı zamanda dînî bir ayrışmayı ifade eder. “Rohingya”denildiğinde Müslümanlar, “Raxine” denildiğinde Budistler kastedilir.
Hicaz (Mekke ve Medine) bölgesine ve Ortadoğu coğrafyasına oldukça uzak olmasına rağmen Arakan topraklarının “İslamlaşması”, çok erken tarihlerde, 8. yy’da başlar. Kürdistan’dan giden Müslüman Kürt tüccarlar vasıtasıyla İslam’la tanışan Arakanlılar, 8. yy’da Müslüman olmuş bir halktır. Başka bir ifadeyle, İslam’ın doğduğu topraklara kendilerinden daha yakın olan halklardan bile daha erken bir tarihte İslam’la tanışmışlardır.
Bangladeşli, Myanmarlı ve Batılı pekçok tarihçinin aktardığına göre, Arakan coğrafyasının yerli orijinal dildeki ismi olan “Rohingya”, bölgeye İslamî daveti götüren Kürt tüccarların bu coğrafyaya verdiği bir isimdir. Kürtçe bir isim olan “Rohingya”, Kürtçe’de “Güneşin doğduğu topraklar” anlamına gelir. Kürtler’in doğuda gittikleri en uzak topraklar olduğu için, bu isim verilmiştir. Willem van Schendel Froncis Buchanam, Muhammed Ali Xuwdhurî, Amanullah gibi tarihçiler böyle aktarmaktadırlar.
Bengal Rohingyası’nın başkenti olan Chittagong, Kürtler’in kurduğu ve 9. yy’da varlık gösteren Rohingya Krallığı (Arakan Krallığı)’nın da başkentiydi. Abdulhuq Xuwdhurî ve Dr. Muhammed Yunus gibi Bengal İslam tarihçilerinin aktardığına göre, bölgenin “İslamlaşma” süreci, 8. yy’da Kürt tüccarların buraya gelmesiyle başlar. Kürdistan, İran ve Yemen’den Müslüman tüccarlar Chittagong’a geldiğinde, burası bölgenin İpek Yolu üzerinde bulunan önemli bir inci, pirinç ve tekstil ticaret merkeziydi.
Arakan coğrafyasını Kürt tüccarların ve tebliğcilerin “İslamlaştırdığını”, Kürdistan’dan bu topraklara gelen Kürtler’in “Rohingya” ülkesini kurduklarını, Kürtler’in doğuda gittikleri en uzak yer olduğu için “Doğu ülkesi” anlamında “Rohingya” adını verdiklerini kaydeden Doğulu ve Batılı tarihçiler ve coğrafyacılar, Kürtler’in ayrıca bu cennet coğrafyanın harikulade doğal güzelliğine iltifat etmek amacıyla Rohingya’ya “Aydınlık topraklar”anlamında “Rewşeng / Ruşeng” adını da verdiklerini kaydetmektedirler. Dr. Qanungo ve Muhammed İshaq bu bilgileri aktaran bilim adamlarıdır. Ki “Ruşeng / Rewşeng” ismi de “Rohingya” ismine fonetik olarak benzemektedir.
Hatta bu tarihî ve bilimsel kaynaklar daha ayrıntılı bir şekilde tarandığında karşımıza çok çok daha ilginç bilgiler çıkmaktadır: “Güneşin doğduğu topraklar” anlamında “Rohingya” adını verdikleri ülkeyi kuran Kürtler, âbâd ettikleri bu vatanı idarî bölgelere bile ayırmışlar, Batı Rohingya’yı (bugünkü Bangladeş Arakanı) “Ruşenga Jêr” (Kürtçe’de “Aşağı Ruşeng”), Doğu Rohingya’yı (bugünkü Myanmar Arakanı) “Ruşenga Dur”(Kürtçe’de “Uzak Ruşeng”) olarak adlandırmışlar, yeşil ile mavinin kucaklaştığı okyanus kıyılarını ise “Ruşenga Şêrîn” (Kürtçe’de “Şirin Ruşeng”) olarak isimlendirmişlerdir. Bu konuda daha geniş bilgi için Qazî Dewlet ve Alawal’ın halen Dakka Müzesi’nde saklı bulunan eserlerine bakılabilir.
“Rohingya” adının kökeniyle ilgili olarak çok sonraları ortaya atılan, hiçbir tarihî ve ilmî dayanağı olmayan ve günümüzde Arap yazarlarla birlikte özellikle Türk İslamcı çevreler tarafından dile getirilen “Rahmet” kelimesi, tamamen uydurulmuş bir bağlantı olup, mesnetsiz bir iddiâdır. “Rohingya” adının Arapça’daki “Rahmet” kelimesinden türediği tezinin hiçbir ilmî ve mantıkî dayanağı yoktur. Tamamen zorlama bir iddiâdır. Zirâ az önce de delilleriyle ortaya koyduğumuz üzere, “Rohingya” kelimesi herhangi bir başka dilden türemiş ve evrime uğrayıp değişmiş bir kelime değildir. Hele ki, aralarında bırakın filolojik, daha odur fonetik bir benzerlik dahi bulunmayan “Rahmet” kelimesinden türediğini söylemek, doğrusu oldukça gülünçtür. “Rohingya” ismi, herhangi bir başka kelimeden ve hatta başka bir dilden türemiş bir isim değildir. “Rohingya” öz be öz Kürtçe bir isimdir ve “Güneşin doğduğu topraklar” demektir.
“Rohingya” isminin Arapça’daki “Rahmet” kelimesinden türediğini, Arakan toprakları İslam’la şereflendikten ve Kürtler tarafından “Rohingya” ülkesi kurulduktan yüzyıllar sonra, ilk kez 13. yy sonunda Arap coğrafyacı Raşiduddîn (ölümü 1310) tarafından ortaya atılmış bir iddiâdır.
İslam’la ilgili veya içinde İslam’ın olduğu herşeyi “Araplaştırmaya” oldukça hevesli olan Arap ilim adamları, ne yazık ki – hususen Kur’an’daki kavramları buna alet ettikleri için – bu ırkçı emellerine kolaylıkla ulaşabilmektedirler. “Rohingya” isminin “Rahmet”kelimesinden türediği saçmalığı, sonradan Arap akademi çevreleri tarafından benimsenen bir tez oldu. Halbuki demin belirttiğimiz gibi, bu tez ilk olarak tâ yüzyıllar sonra, 13. yy sonunda ortaya atılmıştır. Oysa ki Arap coğrafyacı Raşiduddîn, Arap kavmiyetçisi bir ilim adamıdır ve bu iddiâsını da tamamen millîyetçi hezeyanlarla ortaya attığı, kitabının isminden bellidir: “Doğudaki Arap Ülkesi”.
Tarihî ve bilimsel kaynakların belirttiğine göre, Mezopotamya’dan Bengal topraklarına giden Kürtler, bu coğrafyaya ilkin “Rengîn”(Kürtçe’de “Renkli topraklar” anlamında) adını vermiş, daha sonra “Rohaî” ve “Ronahî” (Kürtçe’de “Güneş ülkesi” anlamında) olarak isimlendirmiş, daha sonra kurdukları ülkeye de bugünkü “Rohingya” adını vermişlerdir.
Örneğin 1538 yılında yaşanan çok ilginç bir savaş vardır. Bu tarihte yapılan savaşta, Şêr Şâh yönetimindeki Mrauk U Krallığı adlı Rohingya devleti, Mahmud Şâh yönetimindeki Bengal Sultanlığı adlı Bengal devletini yenerek Chittagong’u ele geçirir. Böylece Asya’nın en önemli liman kentlerinden biri olan Chittagong şehri, Bengaller’in elinden çıkıp Rohingyalar’ın eline geçer.
Rohingyalar’ın zaferiyle sonuçlanan Chittagong Savaşı’nın en ilginç yönlerinden biri de şudur: Bengal devleti olan Mahmud Şâh yönetimindeki Bengal Sultanlığı ile Rohingya devleti olan Şêr Şâh yönetimindeki Mrauk U Krallığı arasında bu savaşın yapıldığı 1538 tarihinde, ne Bengaller’in hükümdarı olan Mahmud Şâh bir Bengal’dir, ne de Rohingyalar’ın hükümdarı olan Şêr Şâh bir Rohingya’dır. Rohingya devleti olan Mrauk U Krallığı’nın hükümdarı Şêr Şâh bir Kürt iken, Bengal devleti olan Bengal Sultanlığı’nın hükümdarı Mahmud Şâh da bir Peştu’dur. Yani her iki hükümdar da, yönettikleri devletin kendisiyle aynı etnik kökenden değildirler. Bengal imparatorluğunu bir Peştuhükümdar, Rohingya imparatorluğunu da bir Kürt hükümdar yönetmektedir, o dönemde.
Rohingya Sultanı Şêr Şâh, o tarihten yüzyıllar önce, 8. yy’da bölgeye hicret eden ve bu topraklara ilk kez İslamî mesajı getiren Kürt tüccar ailelerindendir; onların soyundandır. Kürt hükümdar Şêr Şâh, Rohingya tarihindeki Kürt kökenli tek hükümdar da değildir, ayrıca. Rohingya tarihinde kurulmuş Rohingya devletlerinin başında bulunan daha pekçok Kürt yönetici vardır.
Sohbetin başında da belirttiğim üzere, “Rohingya” ve “Raxine”, sadece etnik değil, aynı zamanda dînî bir ayrışmayı ifade ediyor. “Rohingya” denildiğinde Müslümanlar, “Raxine” denildiğinde Budistler kastediliyor. Bu açıdan bakılınca, o topraklara “Arakan”demek, doğru olmaz. Çünkü “Rohingya” dediğinizde, o coğrafyanın Rohingya (Müslüman) toprakları olduğunu, ve fakat “Arakan” derken, o coğrafyanın Raxine (Budist) toprakları olduğunu belirtmiş olursunuz. Zirâ “Arakan” kelimesi ile “Rakhine” kelimesi, aynı kökenden doğmuştur. Gerçi her iki etnik unsur da (Rohingyalar ve Rakhineler) o toprakların yerlileridirler ancak bir coğrafyayı isimlendirme, siyasî sonuçları da olan çok önemli bir konudur.
“Arakan” adının kökeni hakkında da ortaya birbirinden farklı iddiâlar atılmıştır. Aynı şekilde, kimi tarihçi ve coğrafyacılar bu ismin Kürtçe kökenli, kimi tarihçi ve coğrafyacılar ismin Farsça kökenli, kimi tarihçi ve coğrafyacılar da Arapça kökenli olduğunu ileri sürmüşlerdir.
Berberî seyyah İbn-i Batuta, “Arakan” isminin Arapça’daki “Er- Rukun” kelimesinden (Arapça’da “Temel direk” demek) türediğini iddiâ etmiştir. Ancak M. S. 150’li yıllara ait “Ptolemy’s Geografia”da bölgenin ismi “Argyre” olarak geçmekte, dolayısıyla sözcüğün daha eski olduğu belli olmakta ve İbn-i Batuta’nın iddiâsı doğruluğunu kaybetmektedir. 8. yy başına kadar, başka bir ifadeyle Kürtler’in bölgeye gelmesinden önce bu coğrafyanın ismi haritalarda “Arakades” olarak geçmektedir. Bütün bunlar Arapça “Er- Rukun” iddiâsını tamamen çürütmektedir.
1650 yılına ait Moğol haritalarında ise bölgenin ismi “Arakam”şeklinde geçmektedir. Ancak Moğollar, sadece bugünkü Rohingya topraklarını değil, tüm Hind Yarımadası’nı bu isimle anmışlardır. Ondan sadece yarım yüzyıl kadar önce, 1597 yılına ait Latin haritalarında ise bölgenin ismi “Aracan” (“Arakan” diye okunur)şeklinde geçmektedir. Bu haritanın sadece bir yıl sonrasına, 1598 yılına ait İngilizce versiyonunda ve yine 1643 yılına ait Fransızca versiyonunda ismi aynı şekilde, “Aracan” biçiminde yazılmıştır.
1612 yılına ait Hindu haritalarında ise bölgenin ismi “Aracam”şeklinde geçmektedir. Aynı döneme ait Portekiz ve diğer Avrupalı haritalarda ise bu isim bazen “Arracam”, bazen “Aracao”, bazen de “Orrakam” olarak yazılmıştır.
İranlı tarihçi ve coğrafyacılar ise “Arakan” isminin Farsça kökenli olduğunu ve “Rkon” kelimesinden türediğini iddiâ etmişlerdir. 16. yy’da yaşamış olan Britanyalı seyyah Ralph Fitch de İranlılar’la aynı görüştedir ve kelimenin Farsça kökenli olduğunu yazmıştır.
“Arakan” adının Kürtçe’de “Güzel yüzlü insanlar” anlamına gelen “Ruqenc” kelimesinden doğduğu ve bu kelimenin Burma dillerinde “Rakanj” şekline dönüştüğünü ileri süren tarihçiler de olmuştur. 16. yy’da bu coğrafyanın ismi Burma (Myanmar) haritalarında “Rakanj” olarak geçiyordu. Bu isim ise, Kürtler’in burada yaşayan yerli halkı tanımlamak ve övmek için kullandığı, Kürtçe’de “Güzel yüzlü insanlar” anlamına gelen “Ruqenc”kelimesinden türemiştir.
“Arakan” adının kökeni ile ilgili olarak araştırmacılar arasında fikir birliği yoksa da, “Rohingya” adının Kürtçe bir kelime olduğu ve “Güneşin doğduğu topraklar” anlamında Kürtler’in verdiği bir isim olduğu konusunda Doğulu ve Batılı kaynaklar büyük ölçüde fikir birliği içindedirler. Bölgenin Kürdistan’dan gelen Kürt tebliğciler eliyle “Müslümanlaştırıldığı” ve Kürtler’in bu topraklara “Rohingya”(Güneşin doğduğu topraklar), “Ruşeng” (Aydınlık topraklar), “Ronahî” (Güneş ülkesi), “Rengîn” (Renkli topraklar) gibi isimler verdiği, yerli halka da iltifatvarî bir biçimde “Ruqenc” (Güzel yüzlü insanlar) diyerek adlandırdığı, pekçok Doğulu ve Batılı kaynakta yer almaktadır ve oldukça ilgi çekici bir tarihsel hakikattir.
Bugün “Arakan sorunu” olarak adlandırılan sorun nasıl başladı?
“Arakan Sorunu” derken hem etnik hem dînî bir sorunu anlamalıyız. İkisi birdendir.
Rohingyalar, “devletsiz bir kavim”dir. Rohingyalar’ın bugünkü toplam nüfûsu 2, 5 milyon olarak ifade edilmektedir. Bu nüfûsun 1 milyonu kendi topraklarında “yaşarken” (yaşamak denirse tabi), 1, 5 milyonu da mülteci olarak farklı ülkelere göç etmiştir.
Dünyanın en mazlum ve en temel insanî haklardan mahrum etnik topluluğundan biri olan Rohingyalar’ın Myanmar (Burma) egemenliği altında yaşayan 1 milyonluk nüfûsu “vatandaşlık” hakkına bile sahip değilken, Myanmar (Burma) dışında yaşayan diğer 1, 5 milyonluk nüfûsun büyük çoğunluğu da “mülteci” statüsündedir ve bunların dahi büyük çoğunluğu “kayıtsız mülteci” olduklarından bulundukları ülkelerde “kaçak” olarak kalmaktadırlar. Rohingyalar’dan bahsederken, nüfûsu 2, 5 milyonun üzerinde olan bir etnik topluluktan bahsettiğimizi ve fakat gerek kendi öz topraklarında kalanlar ve gerekse başka topraklara hicret etmiş olanlar olsun, neredeyse tamamına yakınının kimliksiz, statüsüz yaşayan ve eğitim, seyahat ve mülk edinme gibi en temel insanî haklardan bile mahrum olan bir etnik topluluktan bahsettiğimizi hatırdan çıkarmamamız gerekiyor.
Rohingyalar, Birleşmiş Milletler (BM) tarafından da resmî olarak “dünyanın en çok zûlüm gören halkı” ilan edilmiştir. Zirâ Rohingyalar’ın günümüzde karşı karşıya olduğu mezalimin dünyada eşi ve benzeri yoktur. Rohingyalar, tıpkı bundan 500 yıl önce Yeni Dünya’da Kızılderililer’in karşı karşıya olduğu soykırıma benzer bir soykırımla karşı karşıyadırlar.
Bugünkü “Arakan sorunu”nun kaynağı, 1784 yılına kadar uzanır. Bu tarihte vuk’u bulan Burma işgali esnasında Arakan’ın iki yerli halkı olan Müslüman Rohingyalar ve Budist Raxineler, oldukça sıkıntılı günler yaşarlar. Burma işgali, İngiliz emperyalizminin bölgeyi işgal ettiği 1826 yılına dek sürer. İngiliz işgali altındaki Arakan’da iki halk biribirine düşman ettirilir. Özellikle Budist Raxineler üzerinde bu düşmanlık propagandaları kolayca taraftar bulur. Öyle ki, daha sonra kurulan ve Myanmar (Burma)’ı İngiliz işgalinden kurtarmak için mücadele eden Takin Partisi, bu düşmanlığı alabildiğince körükler.
Bu durum böyle 1937 yılına kadar sürer. Bu tarihte “İngiliz sömürge durumu korunarak” Hindistan’dan ayrılan Myanmar (Burma)’da Takinler ülkedeki yönetimi tümüyle ele geçirirler. Myanmar (Burma)’da iktidardaki tüm gücü eline geçiren Takinler, Arakan bölgesini kaybetmemek, Arakan’ı Myanmar (Burma)’a bağlı tutabilmek için, Arakan coğrafyasındaki Budist halk olan Raxineler’i Müslüman halk olan Rohingyalar’a karşı kışkırtırlar. Yani aslında, Arakanlı bir kavim olan Raxineler’i birlikte yaşadıkları Rohingyalar’a düşman ettiren, Myanmar'lı (Burma)’lı bir kavim olan Takinler’dir. Gaye ise, Arakanlı iki topluluk olan Budist Raxineler ile Müslüman Rohingyalar’ın birleşip Arakan’ı Myanmar’dan koparmalarını ve bağımsızlık kazanmalarını önlemektir. Daha açık konuşmak gerekirse; İngilizler’in Takinler’e aşıladığı kin ve nefret zehirini Takinler de Raxineler’e aşılamıştır. Bu zehirin hedefi ise hep aynı topluluktur: Müslüman Rohingyalar.
1938 ve 1942 tarihlerinde, başka bir ifadeyle İngilizler’in bölgeden çekilmesinden kısa bir süre sonra ve Myanmar’ın bağımsızlığını kazanmasından kısa bir süre önce, Arakan topraklarında Müslüman Rohingyalar’a karşı uygulanan iki korkunç katliâm, bu “yeryüzü cenneti” topraklarda binlerce yıldır var olan barış ve kardeşliği tümüyle bitiren acı hadiseler olmuştur.
1938 tarihinde, Müslüman Rohingya halkına karşı Budist çetelerin gerçekleştirdiği korkunç saldırıda binlerce Rohingya Müslüman öldürülmüş, 500 bin civarında Müslüman Rohingya da yerini yurdunu terk ederek komşu ülkelere göç etmek zorunda kalmıştır.
28 Mart 1942 günü Minbya kentine bağlı Çonbilê köyüne saldıran Budist Raxineler ve Takinler, Müslüman Rohingyalar’ı kadın – çocuk ayrımı gözetmeden kılıç, şiş, bıçak ve baltalarla vâhşîce katlederler. Dünya tarihinde eşi benzeri olmayan bu tahayyülü bile insanın aklî dengesini dumura uğratan katliâmda yüzlerce Rohingya kadınına tecavüz edildikten sonra vücûdları baltayla parçalanır, kundaktaki binlerce bebek şişlenerek öldürülür. Öyle büyük bir katliâmdır ki bu, bölgede akan ve binlerce cesedin döküldüğü Lemgo Nehri’nin suları kıpkırmızı akmaktadır.
İşledikleri acımasız katliâm ve tecavüzlerle yetinmeyen Budist Raxineler, katliâmdan sonra ayrıca bölgeyi yağmalarlar. Müslüman Rohingyalar’ın altın ve gümüş gibi değerli eşyalarına el konulurken, hayvanları, mahsulleri ve eşyaları da yağmacılara verilir. Evleri de ateşe verilir. 40 gün süren bu saldırı ve katliâmda toplam 150 bin Rohingya Müslüman acımasızca şehîd edilir.
4 Ocak 1948 tarihinde Myanmar (Burma) bağımsızlığını kazanır ve bugünkü Myanmar (Burma) Birliği Cumhuriyeti devleti kurulur. Bu tarihten itibaren Müslüman Rohingya halkına karşı girişilen zûlüm ve katliâmlar, bizzat devlet eliyle veya devlet destekli Raxine çeteleri eliyle sistematik bir şekilde gerçekleştirilmektedir.
Örneğin on binlerce Müslüman Rohingya’nın katledildiği 1978’deki“Kral Dragon Saldırıları”nın izleri halen dahi silinememiştir. Saldırılar, Arakan’ın başkenti Sittwe (eski adıyla Akyab) civarındaki köylerde gerçekleştirilmiş, on binlerce Rohingya Müslüman diri diri yakılarak, boğazları kesilerek, şişlenerek, taşlanarak ve kurşunlanarak acımasızca katledilmiş, yüzlerce Rohingya kadını tecavüze uğramış, kadın – çocuk ayrımı gözetilmeden binlerce Rohingya işkenceden geçirilmiş, 300 bin civarında Rohingya Müslüman bölgeden kaçarak komşu Bangladeş’e sığınmış, onların boşalttığı evlere Budist Raxineler yerleşmiştir.
Myanmar (Burma) devleti kurulduğundan beri Müslüman Rohingya halkına karşı sistematik bir şekilde gerçekleştirilen bütün bu korkunç saldırıların hepsi de büyük katliâmlarla sonuçlanmış, her bir saldırıda yüzlerce ve binlerce Rohingya Müslüman en acımasız ve vahşî bir şekilde şehîd edilmiş, yüzlerce ev ateşe verilmiş ve on binlerce insan canını kurtarmak amacıyla göç etmek zorunda kalmıştır.
Bu acımasız ve gaddar saldırıların son ikisi 2012 yılında gerçekleştirilmiştir. Biri Haziran 2012’de, biri de Kurban Bayramı’nı idrak ettiğimiz Ekim 2012’de gerçekleştirilen her iki saldırıda da yüzlerce insan tavuk gibi boğazlanarak, binlerce insan da diri yakılarak öldürülmüş, on binlerce insan göç etmek zorunda kalmıştır.
Ki son katliam, benim de içinde kaldığım ve tanıklığım ettiğim katliam idi.
Siz Arakan’a ne zaman gittiniz ve orada neler yaşadınız?
Ekim 2012’de, Kurban Bayramı arafesinde gerçekleşen son saldırı ve katliâmlar, bizim Arakan topraklarına ayak bastığımız tarihten hemen iki gün sonra başladı. Dolayısıyla, 1938 yılından beri sistematik olarak devam edegelen bu saldırı ve katliâmların sonuncusu, bizim bizzat tanıklık ettiğimiz katliâm oldu.
Ben bir gazeteci ve yazarım, fakat bunlarla sınırlı olmayan biri, aynı zamanda seyyahım. 6 tane kitabımın yanı sıra tamamlanmış 9 cilt “Seyahatname”m bulunuyor. Dünyayı ülke ülke gezerek tıpkı eski zaman seyyahlar gibi gezi yazıları kaleme alıyorum. Fakat bunu yaparken, zengin ülke – fakir ülke veya Müslüman – Hristiyan, Asya – Avrupa yahut refah var – zûlüm var gibi ayrımlar yapmıyorum. Her çeşit ülkeyi ve farklı durumlar yaşayan coğrafyaları geziyorum. Nasibime neresi düşerse. “Sediyani Seyahatnamesi”nin 8. cildi, Bangladeş ve Rohingya Seyahatnamesi’dir. 50 bölüm sürmüştür. 3 senede tamamlayabildim.
Katliam var diye gitmemiştim oraya. Ben oraya gittikten iki gün sonra katliamlar başladı. Kendimi korkunç bir katliamın ortasında buldum. Bangladeş hükûmeti Olağanüstü Hal (OHAL) ilan etti. Otelden dışarı çıkmamız bile yasaktı ama ben o şartlarda elimden geldiğince katliamı dünyaya duyurmaya çalıştım. Arakan’dan geçtiğim haberler başta Türkiye olmak üzere tüm dünyayı ayağa kaldırmıştı.
Benim tanıklık ettiğim Ekim 2012 katliamı şu şekilde gelişti:
21 Ekim 2012 Pazar günü, başkent Sittwe (eski adıyla Akyab) çevresinde Budistler Müslüman köylere saldırıp ateşe verdiler. Daha sonra bölgede huzursuzluğun artması üzerine 22 Ekim Pazartesi günü Müslümanlar’a haber gönderen Budistler, “Gelin bu sorunu kendi aramızda konuşup halledelim” dediler ve buluşma için adres belirttiler. Ertesi gün, Salı (23 Ekim) sabahı Müslümanlar’ı temsilen bir grup, Budistler’in verdiği adrese gidiyor. Ancak olayların başladığı Haziran ayından beri bölgede herkesi kapsayan “sokağa çıkma yasağı” vardır. (Hem Müslümanlar için hem Budistler için)
Müslümanlar can korkusundan dolayı kalabalık bir şekilde randevu yerine gitmeyi aklediyorlar, fakat bu sefer de aylardır “sokağa çıkma yasağı”nın bulunduğunu unutuyorlar. Müslümanlar randevu yerine gidince Budistler bu kez polis çağırıyorlar ve “Bakın Müslümanlar sokağa çıkma yasağını çiğnediler” diyerek şikâyet ediyorlar. Olay yerine olağanın çok üzerinde kalabalık bir polis ordusu geliyor. Müslümanlar ise polislere, kendilerini buraya çağıranların onlar olduğunu söylüyorlar ancak Budistler bunu inkâr ediyor. Polis Müslümanlar’ı suçlu buluyor ve tutuklamak istiyor. Müslümanlar buna karşı çıkınca arbede yaşanıyor. Sittwe çevresinde Müslümanlar’ın ikâmet ettiği 12 köy ateşe veriliyor. Randevu için oraya gitmiş olan Müslümanlar’ın tamamı boğazları kesilerek katlediliyor. Katliâmı Budist rahipler ile Myanmar polisi birlikte yapıyorlar.
Acımasızca katledilen insan sayısı 1640. Bunlardan 370 kişi boğazları kesilerek şehîd edilirken, 800 kişi evleri ateşe verilerek diri diri yakıldı, 400 kişi kurşunlanarak, 70 kişi de taşlanarak ve sopalarla dövülerek katledildi. Kurbanların büyük çoğunluğunu kadınlar ve çocuklar oluşturuyor. Yaralı sayısı ise 1000 civarında ve yarısından fazlasının durumu ağır.
Toplam 33 köy ateşe verildi. Yakılan toplam arazi, 60 kilometrekarelik bir coğrafyaya tekabül ediyor. Yakılan ev sayısı 2920. Cayır cayır yakılan evlerde diri diri yanarak tümüyle yok olan onlarca değil yüzlerce aile var. Tümüyle yok olan aile sayısını tespit edebilmek imkânsız ancak 1640 mazlum şehîdin büyük çoğunluğunun evlerinde yakılarak öldürüldükleri ve onların da büyük çoğunluğunun kadın ve çocuk oldukları gerçeği, bu konuda bize bir fikir verebilir. Kurban Bayramı için “kurbanlık” olarak seçilen Müslüman Rohingya halkının okyanus yoluyla kaçmamaları için yakılan tekne sayısı 95.
Binlerce Rohingya Müslüman canını kurtarmak için ülkeden kaçmaya çalıştı. 15 bin kişi sandallara binerek ölüm yolculuğuna çıktı. Katliamdan kaçan binlerce Arakanlı, Bangladeş hükümetinin de kabul etmemesi nedeniyle Hind Okyanusu üzerinde bulunan ve Bangladeş’e ait olan Narikel Cincira adlı adaya ulaşmaya çalıştı. Bangladeş’e ait olan Narikel Cincira adası, Bangladeş sahillerine 9 mil, Myanmar sahillerine ise sadece 8 mil mesafede bulunuyor.
Malezya’ya kaçmak için okyanus sularına açılan ve Rohingya Müslümanları’nı taşıyan bir tekne Hind Okyanusu üzerinde devrildi. Teknenin içinde 136 Rohingya Müslüman vardı; 130 kişi boğularak can verdi, sadece 6 kişi yüzerek kurtuldu.
Arakan’daki son saldırı ve katliâmların izleri halen sürmekte olup, olaylar bugün itibariyle daha sona ermiş değildir.
Myanmar’da Rohingya halkının durumu ne? Ne gibi sıkıntılar yaşıyorlar ve ne gibi insan hakları ihlallerine maruz kalıyorlar?
Onlarca yıldır her türlü zûlüm, saldırı ve katliâmlara maruz kalan Müslüman Rohingyalar, bizzat Birleşmiş Milletler (BM )tarafından da resmî olarak tescil edildiği üzere bugün “dünyanın en mazlum halkı” durumundadır. Rohingyalar, kendi öz yurtlarında en temel insanî haklardan bile mahrum bırakılmışlardır:
54 milyon kişinin yaşadığı ve çok dînli, çok dilli, çok etnisiteli bir ülke olan Myanmar (Burma) nüfûsunun yüzde 68’i Bamar (Burmalı), yüzde 9’u Şan, yüzde 7’si Kayin, yüzde 3, 5’i Raxine, yüzde 2, 5’i Çinli, yüzde 2’si Mon, yüzde 1, 9’u Rohingya, yüzde 1, 5’i Kaçin, yüzde 1, 25’i Hint, yüzde 0, 75’i ise Kayah’tır.
64 yerli etnik kökenin yaşadığı ülkede 200’ün üzerinde dil ve lehçe konuşulur. Bunlar arasında Şanlar, Kayinler ve Rohingyalar devlet tarafından her türlü ayrımcılık ve dışlanmaya maruz bırakılmakta ve kendilerine “vatandaşlık” hakkı dahi verilmemektedir.
Aralarında başta Müslüman Rohingyalar olmak üzere bu etnik toplulukların en temel hakları olan “vatandaşlık” haklarının bile ellerinden alınmaları ve kendi öz yurtlarında “yabancı”muamelesine tabi tutulmaları, 1968 yılındaki askerî darbeye kadar uzanan bir sorundur. 1968 Askerî Darbesi’ne kadar Rohingyalar’ın elinde bulunan pekçok işletme, askerî darbeden sonra kamulaştırılarak Rohingyalar’ın elinden alınmış ve Rohingya halkı iktisadî yönden güçsüz duruma düşürülmüştür. Askerî rejimle yönetilmeye başlanan devlet kontrolündeki medya tarafından Rohingyalar “yabancı” olarak gösterilmeye başlanmış, ülke halkı buna inandırılmaya çalışılmış, devamında Arakan bölgesinde bile devlet kurumlarında görevli tüm Rohingyalar görevlerinden uzaklaştırılarak yerlerine Budistler yerleştirilmiştir.
1982 yılında çıkarılan “Yeni Vatandaşlık Kanunu” ile Rohingya halkı “millî unsur” (Myanmar ulusu) kategorisinden çıkartılarak kendi öz yurtlarında birer yabancı, sığıntı konumuna düşürülmüştür. “Doğdukları ülkenin vatandaşı” olma hakları bile ellerinden alınan Rohingyalar, bugün dahi bu en temel insanî ve yurttaşlık hakkından mahrumdurlar.
Rohingyalar’a, üzerinde “Yabancılara aittir” yazılı beyaz renkte özel bir kimlik verilir. Bu kimlik sadece bilgi amaçlıdır. Tüzel anlamda hiçbir geçerliliği yoktur.
200’ün üzerinde farklı topluluğun yaşadığı ülkede, 1982 yılında çıkarılan “Yeni Vatandaşlık Kanunu”, Myanmar’da yaşayan sadece 135 topluluğu “millî unsur” kabul etmektedir. Rohingyalılar, bu 135 topluluğun arasında değildir.
Rohingyalar okul ve eğitim hayatında her türlü ayrımcılığa maruz kalmakta, “vatandaşlık” statüleri olmadığı için en temel insanî hakları olan yükseköğrenim hayatından bile mahrum bırakılmaktadır. Okullarda ve devlet kurumlarında gözle görülür ayrımcılık yapılırken, etnik azınlıkların dillerine, kültürlerine, kimliklerine ve tarihlerine yönelik inkârcı bir tutum sergilenmektedir.
Irkçı – şoven Myanmar devleti, tıpkı dünyadaki diğer ırkçı – şoven devletler gibi “Anadilde eğitim” ve “Anadilde savunma hakkı” gibi en temel insanî hakları tanımamaktadır. Rohingya Müslümanlar’ın üniversiteye gitmesi yasaktır. En fazla liseye kadar okuyabilmektedirler.
Irkçı bir hüviyete bürünen ve bu özelliğini her geçen zaman daha fazla fanatizm boyutuna kaydıran Myanmar (Burma) devleti ve ordusu, ülkedeki etnik azınlıklara mensup kişileri zorla çalıştırmakta ve çalıştırdığı yerlerde dînî ve kavmî kimliklerini hedef alan aşağılayıcı muamelelere maruz bırakmaktadır.
Müslüman Rohingyaların beton evler yapmaları yasaktır; evlerini ahşap yapmak mecburiyetindedirler. Üstelik bu evler “devlete ait evler” olarak kabul edilir ve kaza ile yangın çıkarsa, evde oturanlar “devlete ait evi yakmak” suçundan 6 yıla kadar hapis cezasına çarptırılır.
Bir Müslüman Rohingya, iş yeri açamaz. Rohingya’nın iş yeri açabilmesi için bir Budist’le ortaklık kurması gerekiyor. Budist, tek kuruş sermaye koymadan işletmenin yüzde 50’sine sahip olmaktadır.
Rohingyalar, sahip oldukları hayvanlar için de her yıl devlete vergi ödemek zorundadırlar. Rohingya Müslümanlar’ın devlet dairelerinde çalışmaları yasaktır. Bugün Myanmar devletinde bir tane bile Rohingya memur yoktur. Rohingyalar’ın sabit telefon, cep telefonu, bilgisayar ve motorlu taşıt sahibi olma hakları yoktur. Rohingyalar’a bunların hepsi yasaktır.
Irkçı ve faşist Myanmar (Burma), Rohingya Müslümanlar’ın evlenmelerine dahi engel çıkartmaktadır. Rohingya bir erkek ile Rohingya bir kadının evlenebilmesi için ilk önce yerine getirmesi gereken bazı prosedürler vardır ve bunlar o kadar çetindir ki, Müslümanlar’ın evlenmelerini neredeyse imkânsız hale getirmektedir.
Rohingyalar evlenenebilmek için devletten izin almak zorundadır. Devlet, evlilik izni almak isteyen çiftlerden yüksek miktarda vergi alıyor. 50 bin Kyat (50 000 mmK) ilâ 300 bin Kyat(300 000 mmK) arasında değişen vergiyi hem damat hem gelin ayrı ayrı ödemek zorundadır. Bu vergiyi öde(ye)meyen çiftler evlenemezler! Üstelik, vergi ödendikten sonra bile en az 2 – 3 yıl beklemek zorundadırlar. Bazen bu vergi ödendiği halde 3 yıl sonra “red” cevabı gelmektedir; yani evlilik vergisini ödedikleri halde evlenmelerine izin verilmemektedir. Daha önce ödenmiş olan vergi de çiftlere geri ödenmemektedir, tabiî. Arakan’da yaşayan pekçok genç Rohingya, sırf evlenebilmek için Bangladeş tarafına kaçmaktadır.
Arakan’da yaşayan Rohingya aileler, tüm aile bireylerinin yer aldığı fotoğrafı her yıl devlete teslim etmek zorundadırlar. Doğan her çocuk için ve ayrıca ölen her aile bireyi için devlete vergi verme zorunluluğu vardır.
Irkçı ve faşist Myanmar (Burma) devleti, Rohingya Müslümanlar’a “ülke içinde” dahi seyahat yasağı koymuştur. Rohingyalar’ın iki ayrı vilayet arasında seyahat özgürlüğü yoktur. Rohingyalar’ın Arakan bölgesi dışına çıkması, Myanmar’ın diğer bölgelerini gidip gezmesi yasaktır. Arakan’ın başkenti Sittwe (eski adıyla Akyab) dışında bulunan ilçe, kasaba ve köylerde yaşayan Rohingyalar’ın – acil hastalık durumunda bile olsa – Sittwe şehrine girişleri yasaklanmıştır. Bir ilçede veya köyde yaşayan Rohingya’nın 15 – 20 km ötedeki komşu ilçe veya köye gitmesi, orayı ziyaret etmesi dahi yasaktır. Rohingyalar seyahat edebilmek için “seyahat kartı” almak zorundadırlar ve bu da devlet tarafından türlü bahanelerle verilmemektedir.
Rohingyalar’ın ülkenin başkentini görmesi yasaktır. Myanmar’ın başkenti, 2005 yılından beri Ny Pyi Taw’dır. O tarihten önce başkent, 300 km güneyinde bulunan Yangun idi. Şubat 2001 tarihinde 8 Rohingya Müslüman, “seyahat izni” alarak o zamanki başkent Yangun’a gitmek için trenle yolculuk etmiş, ancak yolda polis tarafından yapılan kimlik kontrolünde, “seyahat izinleri” olduğu halde “ülkenin başkentini ziyaret etme suçu”ndan (!)dolayı tutuklanıp mahkemeye çıkarılmış ve 7 yıl hapis cezasına çarptırılmışlardır.
Myanmar, cemaatle namaz kılmak ve kurban kesmek gibi ibadetleri Rohingya Müslümanlar’a yasaklamıştır. Cemaatle namaz kılanlar tutuklanıp hapse atılır ve insanlıkdışı işkencelere tabi tutulur. Myanmar devleti yeni cami inşaatına izin vermemekte, var olan camilerde de “cemaatle namaz kılmak” ve “dînî sohbetler tertiplemek” gibi suçları (!) tespit ederse o camiyi yıkmakta ve yerine Budist tapınakları inşâ etmektedir.
Cami ve medreselerin tamir ve onarımı yasaktır. Bu yasağı denetlemek için de mutad bir uygulama olarak cami ve medreseler yılda üç kez fotoğraflanmak zorundadır. İzinsiz tamir ve onarımın cezası 6 ay ilâ 6 yıl arasında değişen hapis cezasıdır. Myanmar’da son 20 yıl içinde bir tane bile yeni cami inşâ edil(e)memiş, var olan camilerin tamiratı dahi yapılamamıştır.
Asimilasyon politikalarını hayata geçiren Myanmar devleti, Arakan bölgesindeki köy ve şehirlerin yerli Rohingya dilindeki isimlerini değiştirmekte, onlara resmî Burma dilinde uyduruk isimler vermektedir. Irkçı – şoven Myanmar devleti, tıpkı dünyadaki diğer ırkçı – şoven devletler gibi köy ve şehirlerin yerli dildeki isimlerini değiştirmekte ve onlara resmî dilde uyduruk isimler vermektedir.
Irkçı – şoven Myanmar devleti, Müslüman halkın dîn ve ibadet özgürlüğüne yönelik uyguladığı baskı ve zûlmün aynısını ülkedeki Hristiyanlar’a ve hatta devletin ırkçı – şovenist yapısına ve azınlıklara uyguladığı zûlüm ve baskılara karşı çıkan Budistler’e dahi uygulamaktadır. Myanmar devletinin ırkçı ve faşist politikalarına karşı çıktıkları ve zûlüm gören Müslüman ve Hristiyan halkların haklarını savundukları için bugün Myanmar cezaevlerinde yaklaşık 300 Budist rahip yatmaktadır.
Öncelikle şunu bilmek gerekir: Irkçı ve faşist Myanmar (Burma) devleti, şu anda yerküresinde bulunan en ırkçı devlettir. Geçmişte Güney Afrika’da yaşanan Apartheid rejimi bile Myanmar rejiminin yanında Asr-ı Saadet kalır.
Arakanlı Müslümanlar yaşadıkları toprakları terk edince başlarına neler geliyor? Hangi ülkelere hicret etmiş durumdalar ve gittikleri ülkelerdeki durumları nasıl?
On yıllardır özyurtları Arakan’da ırkçı – faşist Myanmar (Burma) devletinin ve devlet destekli fanatik Budist çetelerin saldırı, zûlüm ve katliâmlarına maruz kalan ve BM tarafından da resmî olarak “dünyanın en mazlum halkı” ilân edilen Müslüman Rohingya halkı, canını kurtarmak için periyodik olarak komşu veya bölge ülke topraklarına hicret etmektedir.
Toplam sayıları 2.5 milyon olan Rohingya nüfûsunun 1.5 milyonu vatanlarından uzakta, mülteci hayatı yaşamaktadır. Yani dışarıda mülteci hayatı yaşayan Rohingyalar’ın sayısı, Rohingya topraklarındaki Rohingya sayısından daha fazladır.
Rohingya mültecilerin büyük çoğunluğu komşu Bangladeş’teki mülteci kamplarında “yaşamaktadır.” Bangladeş topraklarında 2’si kayıtlı (resmî; BM denetiminde), 2’si de kayıtsız (kaçak, illegal) olmak üzere 4 tane Rohingya mülteci kampı vardır.Bunların dördü de biribirlerine yakın ve “Bangladeş Arakanı” olan Chittagong il sınırları içinde, Myanmar sınırına oldukça yakındır.
Ben bu kampları 2012 yılında ziyaret etme imkânı buldum. Hayatımda şahit olduğum en inanılmaz görüntülerdi. O mültecilerin durumlarını görünce, hayata lanet ettim, doğduğum güne lanet ettim, “Keşke doğmasaydım” dedim, “Keşke beni yaratmasaydın” diyerek neredeyse Tanrı’ya isyan edecektim.
Ağaç yapraklarıyla besleniyorlar, inanır mısınız, çocuklarına toprakyedirerek besliyorlar. Hiçbir şeyleri yok!.. Ve gördükleri herkesten korkuyorlar, her yabancıdan korkuyorlar. Ben onlarla konuşmaya çalışırken onlar bana korku dolu gözlerle bakıyorlardı, bizden öyle bir korkuyorlardı ki, anlatamam. Çünkü bugüne dek, onlardan olmayan her insandan sadece kötülük görmüşler. Onlara benzemeyen her insan, onları ya yakmak ya da şiş ve baltalarla parçalayıp öldürmek için yaklaşmış onlara. İnanın bana, vahşî aslanlarla dolu bir ormanda yaşayan küçük bir ceylan yavrusu bile Myanmar’daki bir Rohingya çocuktan daha emniyettedir.
Bangladeş’te bugün toplam 700 bin Rohingya mülteci yaşamaktadır. Bunların 28 bini BM denetimindeki resmî kamplarda, 71 bini de ğayr-i resmî kamplarda barınmaktadır. Yani mületci kamplarında yaşayan Rohingyalar’ın sayısı toplam 99 bindir. Kamplarda kalmayan Rohingya mültecilerin sayısı ise 601 bindir.
1.5 milyonluk göçmen nüfûsun yarısına kadarı Bangladeş topraklarına sığınırken, diğer yarısı da bölgedeki diğer ülkelere dağılmış durumdadır.
Suudî Arabistan’da 500 bin, Pakistan’da 200 bin, Tayland’da 111 bin, Hindistan’da 30 bin, Malezya’da 24 bin Rohingya mülteci bulunmaktadır. Pakistan, Hindistan ve Malezya’daki Rohingya mültecilerin durumları diğerlerine oranla çok iyidir. Bangladeş’te de can güvenlikleri vardır ve kısmen rahattırlar, tek sorunları gıda ve barınmadır ama bu fakir bir ülke olan Bangladeş’in genel sorunudur. Tayland’da 9 adet kapma dağıtılmış olan Rohingya mültecilerin durumları ise çok çok kötüdür. Yani nerdeyse Myanmar’da kalanların durumu kadar kötü. Yarım milyon Rohingya mülteci Suudî Arabistan’da olmasına rağmen, onların durumları hakkında hiçbir bilgi bulunmamaktadır.
Sivil toplum kuruluşları sizce ne yapmalı?
Sivil toplum kuruluşları bir şey yapamaz çünkü bu ancak devletlerin çözebileceği bir sorundur. Arakan’da yaşanan sorun ya da “Arakan sorunu”, sivil toplum örgütlerinin ya da insanî yardım gönüllülerinin, gazetecilerin ve yazarların çözebileceği bir sorun değildir. Devletler ve uluslararası güçler mutlaka inisiyatif almalı ve sorunun çözümü, zûlüm ve katliâmların durması, mazlum Rohingya halkının hem özgürlüğüne hem de temel insanî haklarına kavuşması için çaba göstermelidir.
İlk yapılması gereken, Myanmar (Burma)’da 1968 yılındaki askerî darbeyle yönetimi ele geçiren askerî rejimin 1982 yılında çıkarttığı “Yeni Vatandaşlık Kanunu”nun uluslararası baskı yoluyla iptal ettirilmesi ve başta Rohingya halkı olmak üzere vatandaşlık hakları ellerinden alınan etnik toplulukların vatandaşlık haklarının geri verilmesinin sağlanması olmalıdır.
Saldırı ve katliâmlardan dolayı özyurtlarını terkedip başta Bangladeş olmak üzere komşu ve civar ülkelere sığınmış olan 1, 5 milyonluk Rohingya mültecilerin ülkelerine güvenli ve huzur içinde dönmeleri sağlanmalı, gıda ve giyim gibi insanî yardımlar Myanmar tarafından yapılmalıdır. Bunların gerçekleşmemesi, Myanmar devletinin buna yanaşmaması halinde dünya ülkeleri Myanmar ile olan tüm siyasî ve iktisadî ilişkilerini kesmeli, diplomatlarını sınırdışı etmeli, kendi diplomatlarını geri çekmelidir. Müslüman ülkeler birleşip Myanmar devletini uluslararası toplumdan izole etmeye çalışmalı, tıpkı geçmişte, Apartheid rejimi zamanında Güney Afrika Cumhuriyeti devletine yapıldığı gibi, Myanmar Birliği Cumhuriyeti devletinin de tüm uluslararası organizasyonlardan, başta Olimpiyat Oyunları, Dünya Kupası ve Asya Kupası olmak üzere tüm uluslararası spor organizasyonlarından men edilmesi sağlanmalıdır.
Myanmar’ın yeraltı ve yerüstü kaynakları, başta ABD, Avupa, Rusya, Hindistan, Çin ve Japonya olmak üzere tüm küresel güçlerin iştahını kabartan bir konu olduğundan, ülke ve kıyıları oldukça stratejik bir noktada bulunduğundan, ABD, Rusya, Çin, Hindistan, Japonya gibi “dış güçler”in hemen hepsi bölgeye yerleşme ve Myanmar limanlarına demir atma ideası taşıdıklarından, İslam ülkeleri atacakları tüm adımlarda dikkatli ve hesaplı davranmalı, attıkları adımların emperyalist güçlerin çıkarlarıyla örtüşmemesi ve hatta bu çıkarlara hizmet etmemesi için azamî dikkat göstermelidir. Çünkü insanî ve haklı kaygılarla bile olsa hesaplanmadan veya yanlış hesaplanarak atılan adımlar, kısa vadede somut rahatlamalar sağlayabilir ancak uzun vadede yüzyıllarca tamir edilemeyecek büyük hasar ve yıkımlara sebebiyet verebilir. Tarih, bu tür öykülerle doludur.
Asya’daki diğer Budist devletlerle ve Budist liderlerle ilişkiye geçilerek güçbirliği yapmanın yolları bulunmalı, onların da Arakan’daki Budist vahşetine tepki göstermeleri sağlanmalıdır.
Bütün bu önerdiğimiz çaba ve uğraşların hiçbiri “güç gösterisi yapmak, büyük devlet olduğunu göstermek, efelik taslamak, bölgeye ağabeylik yapmak” gibi kibir duyguları ve siyasî hesaplarla değil, gerçekten samimî, çözüme yönelik ve sorunun çözümünü isteyen insanî kaygılarla yapılmalıdır. Zirâ birinci yol, sorunun çözümü bir yana daha çetrefilli hale gelmesine yol açmakta, bugüne dek defaatle ispatlandığı üzere Myanmar devletinin daha fazla tahrik olup zûlüm ve vahşet katsayısını daha da arttırmasından başka bir işe yaramamaktadır.