7 Eylül'de kimse gece olmasını istemedi
6-7 Eylül’e ister yağlamalama, ister münferit bir olay, isterseniz linç deyin, bilançosu ağır oldu bu topraklara, halklara. Kopardı bizleri birbirimizden. Kadim halklar çok yaralandı, acı çektiler, susmak zorunda kaldılar.
İSTANBUL - 6-7 Eylül olayları 62’nci yıl dönümünde İstanbul Büyükada’daki Adaevi’nde anma etkinliği düzenlendi. Ada sakinlerinin de içinde bulunduğu yaklaşık 100 kişinin katıldığı etkinlik Gündüz Vassaf, Masis Kürkçügil ve Orhan Türker’in konuşmalarıyla başladı.
Etkinlik, 62 yıl önce yaşananları toplumsal bellekte diri tutmayı hedefliyor. Anmada konuşan Orhan Türker “O gece İstanbul’da yerine konulmayacak bir mal tahribatı oldu” dedi.
Başta Rumlar olmak üzere, azınlıklara (Ermeni, Yahudi) yapılan linç, yağmalama ve tecavüz girişimi olarak tarihe kara bir leke olarak geçmiştir. Bu olaydan sadece devlet değil, aslında toplum da, izleyici (by stander) olarak sorumluydu denebilir. Geniş bir tabana yayılan bu konsensüsün sonucunda 6-7 Eylül olayları yaşandı. Arkasında da, acılı aileleri ve yüzleşmekten kaçan koca bir kitle bıraktı. Ve hala da acılar o günkü gibi taptaze...
Geçtiğimiz yıllarda bir TV programında Özel Harp Dairesi eski Başkanı Sabri Yirmibeşoğlu 6-7 Eylül 1955’te yaşananlarla ilgili olarak “6-7 Eylül bir Özel Harp işidir. Muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı.”(1) demişti. Bunun Özel Harp Dairesi işi olduğunu düşünürsek basit bir tahrikle açıklanamayacak kadar planlı, sistemli ve düzenli gerçekleştiğini anlayabilir ve görebiliriz. Yaşanan yağmalamalardan, yıkımlardan ve talanlardan doğan maddi zarar bir yana, manevi anlamda ülkenin kozmopolit yapısı tarumar edilmiş ve parçalanmış, aslında birkaç asırdır kuşaklar halinde yaşayan İstanbullu yurttaşlar yavaş yavaş yaşadıkları toprakları terk etmeye başlamışlardı.
‘İSTASULİ PASTANESİ BENİM CENNETİMDİ’
Olayın Türk görgü tanıklıklarından Orhan Türker, o günkü durumu şöyle anlatıyor:
"6,5 yaşındaydım olaylar başlarken. 6 Eylül sabaha kadar camların kırıldığını duydum. Sabaha kadar devam etti. Moda’da oturuyorduk. Babam o gün işe gitmedi. Aşağımızdaki dükkanların birkaçı hariç, çoğu Rumlara aitti. Sadece içlerinden biri Bulgardı. Kırılmadık tek bir dükkan kalmamıştı. Mesela o gün Yorgo’nun fırını yerle bir oldu. Diamando’nun eczanesi, İstasuli Pastanesi vardı, onlar da yerle bir oldu. Bulgar kardeşlerin sütçü dükkanı evleriyle beraber yerle bir oldu. Hatta Türkçeyi Rum aksanıyla konuşan Girit muhaciri Mehmet Efendi'nin de dükkanını harap ettiler.
Benim anılarımda özellikle İstasuli Pastanesi vardı. Benim cennetim bu pastaneydi. Sahibi param olmasa bile bana tatlılarını ikram ederdi. Sonra da babamdan ücretini alırdı. Paskalya zamanında çeşit çeşit tatlılar camekanı süslerdi. "Bir şeyler al" diye tutturmama rağmen babam beni kırmaz İstasuli’den tatlılar alırdı. 'Biz-siz' olayı yoktu o zaman. İstasuli adamın adıydı ve o gün kapıda hüngür hüngür ağladığını gördüm. Sevdiğim ne varsa yandaki sokakta parça parça edilmiş haldeydi. O güzelim kadife şeker kutuları yerlerde, pastalar duvarlara yapıştırılmış, bütün mermer ve camlar kırılmıştı."
6-7 Eylül’e ister yağlamalama, ister münferit bir olay, isterseniz linç deyin, bilançosu ağır oldu bu topraklara, halklara. Kopardı bizleri birbirimizden. Kadim halklar çok yaralandı, acı çektiler, susmak zorunda kaldılar. Yaşanan olaylardan dolayı tedirgin olan azınlıklar yurtlarını terk etmek zorunda kaldı. Zaten bugün de bir avuç Rum kaldı. Sadece Rumlar mı? Ermeniler, Süryaniler ve Yahudiler. Ve hala bugün bile bazıları göç etmeyi istiyorlar. O günü hatırlayanların genelde mutabık olduğu düşünce, '6-7 Eylül 1955 ile Osmanlı'nın kozmopolit yapısı sonladırıldı' diye düşünüyorlar. Devlet eliyle azdırılan milliyetçiliğin acısını maalesef ki sıradan yurttaşlar çekiyor. Kıbrıs adasında yaşanan Yunan ve Türk milliyetçiliğinin çatışması sonucunda toplumda onarılmaz yaralar açıldı. Daha sonra da diğer azınlıklar bu vahşetten ve linçten payını peyderpey aldılar.
Peki bu iki günde neler oldu? Dilerseniz utançla andığımız olayların bilançosuna bakalım:
Türk basınına göre 11, Yunan basınına göre 15 kişi öldürüldü. Resmi rakamlara göre 60, gayri resmi rakamlara göre 300 kişi yaralandı. Resmi rakamlara göre 60 tecavüz vakası yaşansa da, yaklaşık 400 kadın korkulardan ve utanmalarından dolayı şikayette bulunmadığı tahmin edilmekte. 4.214 ev, 1004 iş yeri, 73 kilise, 1 sinagog, 2 manastır, 26 okul. Toplam 5.317 mekan saldırıya uğradı.
Tahrip edilen mekanlardan %59’u Rumlara, %17’si Ermenilere, %12’si Yahudilere aitti.
Maddi hasarın, o günün değerine göre 150 milyon – 1 milyar Türk Lirası arasında olduğu tahmin edilmekte. Hasarı yaklaşık 150 milyon TL'yi bulmaktadır; bu rakam, o dцnemin 54 milyon Amerikan Doları'na eşdeğerdir. Demokrat Parti hükümeti zarara uğrayıp tescil ettirenlere toplam 60 milyon Türk Lirası civarında tazminat ödedi.
Bu veriler ışığında, geçmişten üzerimize sinen ve bir türlü temizleyemediğimiz zenofobinin ve banal ırkçılığın arsızca ve “özgürce” yaşayabildiğini kanıtladı bu olaylar. Bir daha olmaması için tarihimizle yüzleşmekten başka çaremiz yok. Beraber yaşamı kurmak, barış içinde yaşamak için başta devlete ve topluma büyük bir sorumluluk düşüyor. Kendi tarihimizin hakikatlerinden biriyle yüzleşmek isteyenler için aşağıda referansları da ekliyorum. Umarım bir gün tarihimizle yüzleşip samimi bir şekilde özür dilemeyi becerebiliriz.
Kaynaklar
1- ‘Karakutu’ yine ağzından kaçırdı
2- Dilek Güven röportajı: "400 Kadına Tecavüz Edildi"
4- Sermayenin Türkleştirilmesi – Suat Çetinoğlu