7’li masadan ortak konferans: Hesaplaşmadan adaleti getirmeyecekler

Sol ve sosyalist yedi siyasi parti ve oluşumun ortaklaşa düzenlediği “Hafıza, Hakikat, Hesaplaşma” konferansı Ankara’da düzenlendi: 'Bu ülkeye adaletin gelmesini istiyoruz.'

Abone ol

ANKARA- Halkların Demokratik Partisi (HDP) çağrısıyla bir araya gelen Emek Partisi (EMEP), Emekçi Hareket Partisi (EHP), Türkiye İşçi Partisi (TİP), Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP), Halkevleri ve Sosyalist Meclisler Federasyonu’nun (SMF), oluşturduğu 7’li masa ortak mücadele çalışmaları kapsamında “Geleceğin Türkiye’si için Hafıza, Hakikat ve Hesaplaşma” konferansı organize etti.

Üç oturum şeklinde planlanan konferansın “Hafıza” başlığıyla düzenlenen ilk oturumuna; 10 Ekim Aileleri, Gezi’de yaşamını yitirenlerin aileleri, Barış Akademisyenleri, Cumartesi Anneleri, Şenyaşar Ailesi, Çorlu Tren Kazası, Roboski, Soma ve Suruç Aileleri, Farplas işçileri ile hasta ve kötü muamele gören tutsakların aileleri katıldı.

‘CEZASIZLIK YERİNE ADALETİ KOYAMADIĞIMIZ SÜRECE TOPLUMSAL BARIŞI SAĞLAYAMAYIZ’

7’li yapının organize ettiği konferansın açılış konuşmasını yapan eski AİHM Yargıcı Rıza Türmen, konferans başlıklarından olan “Hesaplaşma” yerine “Adalet” demenin daha doğru olacağını söyledi. Aranılan şeyin toplumsal uzlaşı olduğunu, bunun için de yapılması gerekenin hafıza, hakikat ve bunun sonucunda ortaya çıkması gereken “Adalet” olduğunu ifade eden Türmen, “Adaletin sağlanması için hakikatin ortaya çıkması lazım. Hakikat olmadan adalet de olmaz. Hakikatin ortaya çıkması için hafıza lazım. Bu üçlü arasında varacağımız hedef bir toplumsal uzlaşıdır. Herkesin bilmesi lazım ki geçmişimizden kolay kolay kurtulamayız. Geçmişimiz bizim bugünümüzdür. Sadece tarih değildir, bugünümüzün geleceğidir. Geçmişi geleceğe bağlayan köprü sorumluluk köprüsüdür” dedi.

Rıza Türmen

Geçmişimizle barışılmadığı için bugünle barışılamadığını belirten Türmen, “Türkiye’deki problem bu. Bunda sonra da pek ala geçmişimizi inkâr ederek yaşayabiliriz. ‘Biz Ermenileri kesmedik Ermeniler bizi kesti’ pek ala diyebiliriz. Pek ala diyebiliriz ki, ‘Kürtler bizim kardeşimizdir ama sadece devlete bağlı asimile olmuş Kürtleri severiz’. ‘Kadınlar bizim anamızdır, bacımızdır’ da diyebiliriz. Bunları diyerek yaşamamız mümkün ama bu geçmişimizi inkârdır. Geçmişimizi inkâr yerine hakikati koyamadığımız, cezasızlık yerine adaleti koyamadığımız sürece toplumsal barışı sağlayamayız. Hakikati söylemek direnmektir” diye konuştu.

Suçlu ile sorumlu arasında ayrım yapmak gerektiğini, suçun mutlaka eylem ya da eyleme teşebbüs gerektirdiğini ifade eden Türmen, “Bir adalet hesaplaşması başlayacaksa suçlu kimdir? Sadece emir veren midir, eylemi yapan mıdır yoksa daha geniş bir kitleyi mi kapsar?” dedi ve sözlerini şöyle sürdürdü: “Partinin devletle özdeşleştiği bir rejimde suçlu devlet mekanizmasının içinde olan herkestir. Bu mekanizmanın parçası olan herkes suçludur. ‘Ben bilmiyordum, ben orada olduğum için daha azı yapıldı’ gibi mazeretler Nazi döneminde 6 milyon insanın öldürülmesinde payı olan Adolf Eichmann’ın mazeretleridir.”

EMEL KORKMAZ: BU ÜLKEYE ADALETİN GELMESİNİ İSTİYORUZ

Gezi eylemlerinde yaşamını yitirenler adına Ali İsmail Korkmaz’ın ağabeyi Gürkan Korkmaz ve annesi Emel Korkmaz birlikte sahneye çıktı. Konuşmakta zorlandığını belirten Emel Korkmaz, “Bu ülkede o kadar çok acı yaşatılıyor ki saymakla bitmiyor. Ben evladımı kaybettiğim gün benimle sonlansın diye çok dua ettim ama katlanarak çoğaldı. Anneler ağlıyor. Bu ülkeye adalet gelmesini istiyoruz. Bekliyoruz. Biz dokuz yıldır adalet arıyoruz ama maalesef adaletin geleceği günü hala sabırsızlıkla bekliyorum” diye konuştu.

Gezi’de polis tarafından öldürülenler adına konuştuğunu belirten Gürkan Korkmaz, “Gezi halktı. Biz bu salondaki en apolitik ailelerden biriydik. Ben de Eskişehir’de okudum. Annem babamın tembihi 'olaylara karışma'ydı. Biz apolitikken ülke gündeminin merkezine düştük. Her konuşmasında malum zatın atıfta bulunduğu Gezi olaylarının merkezinde olduk” dedi.

Kardeşi Ali İsmail’in ölümü ve yargı sürecinde yaşananları anlatan Gürkan Korkmaz, “Ben de bir avukat olarak adaleti istiyorum ama hesaplaşmak gerekiyor. Hesaplaşmadan adaleti getirecekleri yok. Bu değildir ki dişe diş, kana kan. Annem duruşma salonunda çocuğunu öldürenlerin yüzüne yüzüne bakıyordu. Arada jandarma vardı. Annem, ‘Hâkim bey ben güzel çocuğumu bu ellerimle büyüttüm, onlara sürmem. Jandarmayı çekin’ dedi. Biz böyle insanlarız” ifadelerini kullandı.

Gürkan ve Emel Korkmaz

‘ADALET BİZİM MÜCADELEMİZLE GELECEK’

10 Ekim Aileleri'nden Elif Özdemir, Türkiye tarihinin en katlı katliamının ortasında kaldıklarını, hâlâ hatırladığında dahi tüylerinin diken diken olduğunu söyledi. Barış Mitingi için biraraya geldiklerini belirten Özdemir, “Ben alana girerken bir şey dikkatimi çekti. Hiç polis yoktu. Bir basın açıklamasında bile 10 kişiye 50 polis gelir. Bir tane bile polis yoktur. Kortejler oluşmaya başladı. ‘Kızım’ dedim ‘Burada normal olmayan bir şeyler var dikkat et’ dedim. Bombanın patladığı anı gördüm. Biz orada bedenlerimizin yarasıyla uğraşırken, ortalıkta olmayan polisler çıktı geldiler. Sağlıkçıları tekmelediler, ateş ettiler havaya. Biz ne yaşadığımızı bilemedik. Bu bile isteye planlanmış, yüksek yerlerdekilerin eli olduğu bir eylemdi. Çok canımız yandı. 80 döneminde, Gezi’de, Roboski’de yandığı gibi canımız yandı” dedi.

Yargılama sürecine de tepki gösteren Özdemir, “Bile isteye bizim canlarımızı öldürdüler. O adalet bu zihniyetle, bize yaşatanlarla asla gelmeyecek. Adalet bizim mücadelemizle direnmemizle gelecek. Göstermelik mahkemelerle, talimatlı savcılarla adalet gelmeyecek, mümkün değil. Adalet elbet gün yüzüne çıkacak” ifadelerini kullandı.

‘BİLDİRİYİ İMZALADIĞIMIZ İÇİN HİÇBİR ZAMAN PİŞMAN OLMADIK’

‘Bu Suça Ortak Olmayacağız’ başlıklı bildiriyi imzalamalarının ardından OHAL döneminde yayımlanan KHK’lerle ihraç edilen ‘Barış Akademisyenleri’ adına Işıl Ünal konuştu, “Kitlesel olarak ağır bedeller ödedik. Devlet görevimizi yaptığımız için bizi cezalandırdı. Barış bildirisini imzaladığımız için hiçbir zaman pişman olmadık” dedi.

Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun bildiriye dair, “İfade özgürlüğü çerçevesinde değerlendirilemeyeceğini” söylediğini hatırlatan Ünal, bu dönem iktidara yakın yayın organları tarafından hedef gösterildiklerini, ölüm tehditleri aldıklarını söyledi.

Ünal, “Bu suça ortak olmayacağız diyerek yayınladığımız barış bildirisi ve görevimizi yaptığımız için devlet bizi cezalandırdı ancak bilim insanı olmak bunu gerektirir. Barışı sağlamak ve kamuoyunu doğru bilgilendirmek bilim insanı olmanın gereğidir” ifadelerini kullandı.

‘UĞUR KURT’U KATLEDEN POLİSLERİ UNUTMADIK’

Cemevi baskınları için konuşmacılar arasında yer alan Zeynel Şahin sağlık sorunları nedeniyle konferansa katılmadı. Okmeydanı Cemevi’nde 22 Mayıs 2014’te katıldığı cenaze töreninde polis kurşunuyla öldürülen Uğur Kurt için mektup gönderen Şahin, “Masum bir canı, bir cemevinin, ibadethanenin bahçesinde öldürmenin bedelinin 12 bin 100 lira olarak belirlendiği tarih. Bir ailenin hayatını karartan çocuklarını yetim bırakan katile verilecek ceza bu mudur? Uğurumuzu öldürmenin bedeli bu mu olacaktı, insan öldürmenin cezası bu kadar mı hafif olacaktı? Uğur Kurt’un katiline verilen ödül gibi cezayı, müfettiş raporlarının değiştirilmesini, raporları değiştiren emniyet mensuplarının ödüllendirilerek rütbe atlamalarını unutmadık, unutmayacağız. ‘Sivas’ta, Maraş’ta, Çorum’da, Gazi’de yakıp yıktığınız, kestiği yenmez diye iftiralar attığınız, kapılarına işaretler koyduğunuz, her fırsatta yok etmeye çalıştığınız Alevileri, eğer 12 bin 100 liranız var ise bir cemevine gidip öldürebilirsiniz’ teşviği midir bu?” dedi ve şunları söyledi:

“Kendisinden olmayan, kendisi gibi düşünmeyen, biat etmeyen tüm diğer kesimleri yok sayan bu anlayışa karşı, insanın insan onuruna yakışır bir hayat sürmesinin yegâne savunucuları olan bizlerin, örgütlü mücadeleyi büyüterek engelleyeceğimizin elzem olduğunu son sözlerim olarak söyleyerek tüm Hakk’a yürüyen canlarımızın devirleri daim, menzilleri ışık olsun diyor, sizlere sevgilerimi sunuyorum...”

‘ADALET, ÖZGÜRLÜK ARIYORSANIZ FAŞİZM HER ZAMAN ENSENİZDEDİR’

Cumartesi Anneleri adına konferansta, 1993’te JİTEM tarafından katledilen gazeteci Ferhat Tepe’nin kız kardeşi Ayşe Tepe konuştu. Yıllardır hukuk mücadelesi verdiklerini fakat yargılanan konumuna düştüklerini söyleyen Tepe, “Abimin dosyası zaman aşımına uğradı. Biz 30 yıldır hak, hukuk, adalet mücadelemizi devam ettiriyoruz. Cezasızlığın ortadan kaldırılmasını istiyoruz. Cezasızlık ödül gibi görünüp sürmeye devam ediyor. İnsanlığa karşı suçlarda zaman aşımının kabul edilmemesini istiyoruz. Bu davalarda zaman aşımı denen bir şeyle karşılaşıyoruz. Bu taleplerini Galatasaray Meydanı’nda dile getirdik. Katillerin yargılanmasını isterken yargılanan durumuna geldik” diye konuştu.

Adalet mücadelesini sürdüreceklerini ve destek olunması gerektiğini belirten Tepe, “Türkiye’de veya Kürdistan’da adalet özgürlük arıyorsanız faşizm her zaman ensenizdedir. O yüzden birlik olmak gerekiyor. Yarın da buna devam etmek gerekiyor” dedi.

‘BEDELİ NE OLURSA OLSUN HESAP SORACAĞIZ’

Çorlu Tren Katliamında oğlu Oğuz Arda’yı kaybeden Mısra Öz, “Ben oğlumu ihmal cinayetine kurban verdim” dedi. Adaletsizlik içerisinde yaşadıklarını belirten Mısra Öz, “Henüz trenin altında cenazelerimiz varken bilirkişiler oraya getirilip rapor hazırlamaya çalışılıyor. Henüz benim biricik oğlum trenin altındayken. Şu hastanede veya bu hastanede iyiler diye telefon geliyor. Her birimiz o hastanelere olay yerlerine dağılıyoruz. Biz oradan uzaklaşalım diye o telefonlar bize gelmiş. Bizimle orada bile dalga geçmişler. Henüz tren kaldırılmadan o yolu döşemeye çalışıyorlar. O yoldan para kazanılması gerekiyormuş, ulaşımın durmaması gerekiyormuş” dedi.

Yargılama sürecine dair adım atılmadığını ve adaletin de rayların altında kaldığını belirten Mısra Öz, “Katliamın beşinci yılına gireceğiz. Benim aklımda çok acıdır ki tek bir görüntü var. O da oğlumun gözleri. Oğlum, ‘Ben devlete güvenip bir yere ulaşmaya çalışırken benim yaşam hakkımı elimden alanlara hesap soracaksın’ diyor. Benim o gözlere sözüm var. Ben 26 yaşında anne oldum. Kucağımda evlatsız kaldım. Kazada 5 yaşındayken annesini ve kız kardeşini kaybeden Kemal geçen gün teyzesine, ‘Annemi unutmaya başlıyorum. Annemi unutmam değil mi teyze?’ demiş. Biz ve Çorlu aileleri Kemal’e annesini unutturmayacağız. Biz çocuklarımız için hesap soracağız. Bedeli ne olursa olsa hesap soracağız” diye konuştu.

‘BU DÜZENİ DEĞİŞTİRMEK DE BİZİM ELİMİZDE’

Farplas direnişi adına konuşan Nejla Dolaşık, “Ben Farplas'a insan kaynakları bölümünde girdim. Patron bana, ‘Bunları işçilere imzalat, imzalamazlarsa baskı kur’ diyerek işten atma dilekçesini imzalatmam gerektiğini söyledi. Ben işçi çocuğuyum, tarafım belli” ifadelerini kullandı. Patronun talebini kabul etmediği için işten atıldığını belirten Dolaşık, “Gebze’de direnişler sıklıkla olur. İşçiler daha iyi bir yaşam için biraraya gelirler. Farplas’ta olduğu gibi her yerde de işten atılır. 150 kişi işten atılınca kendilerini fabrikaya kapattılar. Polis geldi. Arkadaşlarımız darp edilerek gözaltına alındı. Gebze Emniyet Müdürü ve kaymakam firmaya geçmiş olsun ziyareti yaptılar. Biz de emek dostları olarak direniş alanındaydık. Taraflar belli. Bu düzeni değiştirmek de bizim elimizde” diye konuştu.

‘ADALETSİZLİK KARAKOLDA GÖZALTINDA BAŞLIYOR’

Kötü muamele ve hasta tutsaklar adına ise avukat Alişan Şahin konuştu, “Hasta tutsaklar bu ülkenin kanayan yarası. Ülkeyi korku cehennemine çevirdiler. Korkuyla yönetiyorlar. Halkları da borçlandırarak köleleştirdiler” dedi. Ceza infaz yasasında 2015’te bir değişiklik yapıldığını, bu değişikliğin, “yazılı faşizm” belgesi olduğunu belirten Şahin, “’Bu infaz yasasını Kürtler, sosyalistler, solcular hariç olmak üzere hayata geçiriyoruz’ dediler” diye konuştu. Aysel Tuğluk’un Kandıra Cezaevi’nde hasta tutsak olduğunu hatırlatan Şahin, “Cezaevinde 'hayatını idame ettiremez' raporu verildi. Ama adli tıp kurumu yeterli incelemeyi yapmadan tek başına yaşamını idame ettirir şeklinde rapor yazdı. Arkadaşlarımızın itirazı sonrası göstermelik nörolog koydular heyete. Yine reddettiler. Adaletsizlik karakolda gözaltında başlıyor, adliyede Yargıtay’da devam ediyor” ifadelerini kaydetti.

‘ADALET İNŞA EDİLDİĞİNDE KOCA HİÇLİK BİR ŞEYE DÖNÜŞECEK’

Roboski’de hayatını kaydedenler adına söz alan Roboski Aileleri'nden Ferhat Encu, “Coğrafyası 4 parçaya bölünmüş, hayat mücadelesi, dil, kültür, özgürlük mücadelesi verirken, sistematik bir şekilde katliamdan geçirilen bir halkın hafızasını Roboski şahsında dile getireceğim” diyerek, söze başladı. Roboski’de yaşananları ve hukuki süreçleri aktaran Encu, “Sorumluların açığa çıkarılmasını istiyoruz. Ama geldiğimiz noktada koca bir hiçlik var. Bu ülkede demokrasi, adalet özgürlükler inşa edildiğinde bu koca hiçlik bir şeye dönüşecek. Bu sistem değişmediği sürece hiçlik de devam edecektir” dedi.

Roboski Aileleri'nin büyük mücadele verdiğini ifade eden Encu, “Aileler hakkında cezalar peş peşe geldi. Roboski Aileleri'nden hiçbiri yok ki cezaya çarptırılmamış olsun. Çalmadığımız kapı kalmadı. Faşizmin kurumsallaştığı ortamda olsak da, katliamlarla karşı karşıya kalmış durumda olsak da biz adalet mücadelesinden vaz geçmeyeceğiz. Sustuğumuzda adaletsizlik çoğalacaktır” ifadelerini kullandı.

‘ADALET YERİNE GELMEDİ’

301 madencinin hayatını kaybettiği Soma Katliamı adına da Kamil Kartal mikrofona geçti. Siyasal iktidarın ortaya çıkmış tepkiyi bastırmak için çeşitli vaatler gündeme getirdiğini belirten Kartal, katliamın ardından Soma’da çok fazla şeyin değiştiğini söyledi ve şunları kaydetti:

“Soma Katliamı’ndan sonra Soma’da başka bir şey kuruldu. İktidar gelişmekte olan muhalefet hareketini bastırmak doğrultusunda hareket etti. Mahkemeler üzerinde gerçekleştirdiği baskıyla 301 insanı öldürenlere düşük cezalar verdi. Üç büyük, çok büyük maden açıldı. 2017’de 20 milyon ton kömür üreten Soma, 60 milyon ton kömür üreten bir havza haline geldi. Bu maden çalışanlarının daha kötü şartlarda işlemesine neden oldu. Adalet yerine yıllar geçti ama gelmedi.”

Suruç Katliamı aileleri adına ise Metin Kılıç konuştu. Katliamda eşi Ferdane ve oğlu Nartan’ı kaybeden Kılıç, “Taziye sırasında bize, ‘Sizi hiç devlet yetkilisi aradı mı taziye için’ diye soruldu. Bizi hiçbir devlet yetkilisi aramadı. Bizi terörle mücadele ifade için aradılar” ifadelerini gözyaşlarıyla kullandı.

‘GÖSTERMELİK BİR ADALET İSTEMİYORUZ’

Urfa'nın Suruç ilçesinde 14 Haziran 2018'de AK Parti Urfa Milletvekili İbrahim Halil Yıldız’ın korumaları ve yakınları tarafından babası ve iki kardeşi katledilen Ferit Şenyaşar da konferansta konuştu. Annesi Emine Şenyaşar’ın sağlık sorunları nedeniyle konferansa katılamadığını belirten Şenyaşar, “İsmini anmak istemediğim milletvekili gelip iş yerimize saldırıyor. Üç insanı hastane içerisinde ateşli silahlarla katlediyorlar. Bu saldırının temel amacı halk üzerine korku salmaktı. Bu olayda biz kurban seçildik. Olay işyerinde başlıyor hastanede devam ediyor” dedi.

Yargıdan sonuç alamayınca adliye önünde nöbet başlattıklarını belirten Şenyaşar, “Bu nöbetimize milyonlarca insan sahip çıktı. Bütün hukuk örgütleri, siyasi parti temsilcileri davamızı takip ediyor. İktidara bağlı olmayan bütün sivil toplum kuruluşları yanımızdadır. Kamuoyunun baskısına rağmen dava yok. Şanlıurfa Valisi olayın tanığıdır. Savcı yok kamera kaydı diyor ama vali kayır var zamanı gelince ortaya çıkacak diyor. Biz göstermelik bir adalet istemiyoruz. Gerçek anlamda adalet sağlanana kadar mücadelemizden vazgeçmeyeceğiz” diye konuştu.

'DIŞ POLİTİKADA DA BİZİ ENKAZ BEKLİYOR'

7’li masa konferansının ikinci oturumu, “Hakikat” başlığıyla yapıldı. “Türkiye Dış Politikasının Hakikati” üzerine konuşan Mühdan Sağlam, Türkiye’nin dış politikasındaki değişimi son yirmi yıldaki gelişmeler eksininde ele aldı. İktidarın yeni bir hakikat inşasına gittiğini ifade eden Sağlam, “Bölgenin, ülkenin küresel dinamikleri eksik okundu. Yeni bir yayılma politikasından ‘değerli yalnızlıklar’a evrilen bir yeni hakikat inşasıyla karşı karşıyayız. ‘Hele bir gitsinler’ diyerek düzelebilecek bir şey değil. Dış politika yavaş ilerler, yaptığınız üzerinize yapışır. Bazen yirmi, otuz yıl sürer. Bizi burada da maalesef bir enkaz bekliyor diyebilirim” diye konuştu.

‘TÜRKİYE’DE YARGI FETHEDİLDİ’

Sağlam’ın ardından “Yargının Hakikati” başlığıyla İlhan Cihaner konuştu. Yargının iktidar kanadı tarafından kadrolaşmayla fethedildiğini söyleyen Cihaner, “Türkiye’de yargı fethedilmiştir, ele geçirilmiştir” dedi ve şöyle devam etti:

“Yargı iktidar ilişkilerinden bağımsız değildir. Türkiye’de hiçbir zaman olmadığı gibi yargı tercihini sermayeden yana kullanmıştır. Yargı bürokratikleştirilmiştir. Bu yargıyla hiç yan yana gelmemesi gereken bir yaklaşım. Yargı adeta iktidarın bir uzantısı haline gelmiştir. Bunun sonucunda da mülksüzleştirme ve siyasetsizleştirme açığa çıkıyor. Yargı aynı zamanda düşünsel ve pratik olarak yurttaşlar haktan kopmuş durumda. Devasa adliyeler inşa edildi. AVM adliyeler diyebileceğimiz insansızlaştırılan, yargıçla temas kuramayacağınız bir mekânsal dizayna gidildi. Yargı öteden beri Türkiye’de terörle mücadele aparatı gibi görüldü. Yargı terörle mücadele etmez. Yargı başka bir şeydir. Yargı kendisinin önüne bu iddia tarafından gelen olaylarda gerçekte olayın öyle olup olmadığını, hukuka uygun bir şekilde ayıklamakla görevliyken, yargı kendisini terörle mücadele elemanı olarak görmeye başladı. Bu da yaşadığımız hukuk cehenneminde önemli hale geldi.”

AHMET ŞIK: RECEP TAYYİP ERDOĞAN’LA HESAPLAŞACAĞIZ

TİP İstanbul Milletvekili Ahmet Şık, “Devletin Hakikati” başlığıyla konferansta konuştu. “Türkiye Cumhuriyeti devletinin en önemli hakikati suç olarak nitelediği olguların faili planlayıcısı olmasıdır” dedi. “Kimlerle hesaplaşacağımızı anlatmamız gerekiyor” diyen Şık sözlerini şöyle sürdürdü:

“Üzerine giydikleri cübbenin insan hayatı ve özgürlüğünden yapılmış olduğunu bilmesine rağmen bilmiyormuş gibi davranan yargı mensuplarıyla, güvenlik bürokrasisinin içerisine doluşmuş cemaat tarikat yapılarla, bu suç örgütünün suçlarını örtbas edip tam da bunlara itiraz edenleri suçlayan medyaya doluşmuş aparatlarıyla, yağma düzeninin sermayesiyle ve elbette ki, Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devleti olsaydı hapiste, asgari normlara davet bir hukuk devlerine sahip olsaydı ya akıl hastanesinde ya da siyasetin çöplüğünde olması gereken Recep Tayyip Erdoğan’la da onunla iş tutan herkesle de hesaplaşacağız. Kimsenin şüphesi olmasın. “

MÜCELLA YAPICI: ESASEN TARİHİ İİKTİDARLAR DEĞİL HALKLAR YAZAR

“Ekolojinin ve Kentin Hakikati” başlıklı oturumda Gezi Davası'nda hapis cezasına mahkûm edilen Mücella Yapıcı’nın mektubu okundu. Gezi Parkı’nın öğreteceklerinin olduğunu söyleyen Yapıcı mektubunda şu ifadelere yer verdi:

“O parktaki olağanüstü beraberlik, demokratik bir hak savunması ve polis şiddetine, haksızlıklara karşı itiraz eylemi, gelecek için bir umut olmuş ve insanlar kendi beyinlerinin gönüllü gardiyanı olmaktan kurtularak ülkeye çöken korku ve umutsuzluk perdesini aralamıştır. Korkulan da bu ışıklı aralıktır. Bu iklimi yaratmak ve Gezi'nin toplumsal hafızada yer alan o umutlu, renkli ve yaratıcı tarihini kriminalize ederek, Gezi’de itirazını, umudunu, direnişini yanına alıp gelenlere hakaret üzerine hakaret ederek, toplumsal hafızaya yeni bir tarih aplike etmeye çalışmaktadırlar. Ancak bunca yıl ve bunca yalan dolan ve baskıdan sonra gösterilen destek ve dayanışma bu çabaların nafile çabalar olduğunu somut bir göstergesi olmuştur. Birlikte konuşmayı, birbirine bakmayı aynı görüşte olmama koşuluyla ama aynı hedefe yani demokrasiye, barışa, daha insanca bir yaşama doğru birlikte hareket etmeyi bir kere denemiş bir toplum, yıllarda geçse de o deneyimi unutamaz. Gezi herkesin kendini ifade ve temsil ettiği barışçı, yaratıcı, eşitlikçi ve insancıl tarihine daha nice yıllar sahip çıkacaktır. Esasen tarihi iktidarlar değil halklar yazar. “

BAHADIR ÖZGÜR: AKP ÖNEMİ KURUMSAL YOLSUZLUĞA DÖNÜŞMÜŞTÜR

“Ekonominin Hakikati” başlığı altında konuşan Bahadır Özgür, “Yolsuzluk kurumsallaşmıştır. AKP dönemi kurumsal yolsuzluğa dönüşmüştür. AKP döneminin en büyük farkı budur” dedi.

Özelleştirmelerden kamu ihalelerine, bireysel borçlanmadan suç ekonomisi başlıklarıyla konuşan Özgür, “Demokratik bir siyasetin hedefi ekonomideki yoksulların nasıl yöneteceğinin ötesine geçmek zorundadır. 2002 toplumuna bakmıyoruz. Toplumun hoş görülü, tahammüllü olmasını istiyorsak onun geçim imkanlarını artırmak zorundayız. Servet artırımının önüne geçmek demokratik siyaset demokratik devlet tahayyülüne doğru atılan bir adımdır” diye konuştu.