8 Mart’ın ABD’li işçi kadınlarla ilişkili kökeni hayli sorunlu... Ancak o gün bunlardan bağımsız bir mücadele günü olarak tarihin akışını zorlayanların olanaklarından biri oldu. Zehra Aral’ın sanatı, bizi kadına ilişkin pek çok konuda yeniden düşündürüyor.
Kara taşların arasından akan, melodisi beyaz köpüklü sular gibi mi zaman?
Kayıp gidiyor mu; çatışıyor mu; ışık ve zifir mi geçtiği her yerle?
Yenileniyor mu yaşamı öldürüp doğurarak, kirletip temizleyerek?
***
Yoksa insanlar, gezegenler, ‘eşya’ dediğimiz şeyler toplamı; cümle canlı ‘zaman’ dediğimiz o lamekândan (mekânız) akıp gidiyor muyuz?
Biliyor muyuz?
***
Biz, bu akışın içinde kendimize zamanlar seçiyoruz ama.
Yeni Yıl, Newroz, Bayram, 1 Mayıs diyoruz adına ya da 8 Mart...
Biz, iç içe geçmiş gök ve cehennem arasındaki solgun yüzlerde; ağlayan insan kalabalığında ve irinli seslerde sürüklenmeye zorlanan ruhumuza merhem umuduyla semboller buluyoruz.
Emeğin, eşitlik mücadelelerinin meşakkati ve kanıyla kazanılmış kimi anları, yeniden ve yeniden kazanmak istiyoruz.
***
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü için yapılmış bu afişin yaratıcısını bilmiyorum. Bulamadım. Ancak, zamanı ve kadını bunca güzel söyleyen başka bir afiş de bilmiyorum.
***
Bize diyor ki;
Piyanonun ve daktilonun tuşları, kemanın, sazın ya da gitarın telleri, dizeler, notalar, yarası ve görkemiyle harfler, bilimin yüceliği, sırrı ve hayaliyle rakamlar ezilenlerin bayrağı, direnişi ve bilinciyle buluştukça, hayat yeniden yorumlanır.
***
Bunlar zaman mıdır?
Bir notayla diğeri arasında geçen anlar ve edimdir bize müziği veren. Bir harfle diğerinin buluşması sözcükleri verir. Zaman mıdır? Renk midir zaman; bizde olan, bizim aradığımız?
Mühlet, mesafe, menzil midir?
Nefes midir?
Bizde doğan, bize varan; varıp ayrıldığımız mıdır?
***
Başka diyeceklerim de var:
Örneğin pek çok yayın organında ve kadınların yayımladığı bildiride 8 Mart’ın tarih kökeni şöyle özetleniyor: “1857’de kadın işçilerin ABD’nin New York eyaletinde başlattığı direnişte, kadın işçiler fabrikaya kilitlendi. Çıkan yangında 129 kadın işçi öldü. Bunu protesto etmek için on binlerce kadın sokağa döküldü. 8 Mart, bu acı ve mücadele yüklü, günün anısını yaşatmak için doğdu. 1907’de bu olayın 50. yılıydı ve kutlamalar bu tarihte başladı.”
***
Bunun bir bilgi olduğunu doğrulayamıyoruz.
Ne ABD yangınlar tarihinde ne ABD kadın mücadelesi takviminde ne de işçi eylemleri kronolojisinde böyle bir bilgi var.
***
Kadın ressamlar arasında kendi özel tarzı ve kavrayışıyla ayrı bir yer yaratan Zehra Aral, 8 Mart’ın tarihteki serüveninin ötesini de düşündüren ince bir hırçınlık, keder ve özenle resmediyor kadınları...
Onun tuvallerinde insanın aklını fır döndüren dopdolu boşluklar, bize hem kadının evrenle özdeşliğini düşündürüyor hem de kadın ile hak ve emek mücadelesinin başsız ve sonsuz serüveni içine çekiyor bizi...
***
8 Mart’ın yaygın bilinen öyküsündeki “Amerika kurgusu", Avrupa’da da hayli zamandır tartışılıyor. Lilian Kandel ve Françoise Picq’in Fransız feminist dergisi La Revue d’en face’ın 1982’de yayımlanan 12. sayısında yer alan “Le mythe des origines, A propos de la journée internationale des femmes / Dünya Kadınlar Gününün Köken Mitolojisi” başlıklı makalesinde: “1857’deki New York’ta ölen işçiler olayı, 1955 yılında oluşturulan bir mitti. Dünyada böyle bir haber ilk kez, bir Fransız gazetesinde, (L'Humanité-Dimanche, 13 Mart 1955) yer aldı” diyor.
***
Bu serüvenin kökenini nasıl kavrarsak kavrayalım Zehra Aral’ın kadınları, bize dünya içinde başka dünyalar düşünmeyi de ilham eder. Yarattığı bir yüzün içinde dönenip duran duygular karmaşasıyla, yarattığı bir hareketin insanda sınırsızlık etkisi doğuran titreşimler silsilesi birleşiyor ve bizi kendi gezegenimize kâh bağlıyor, kâh kopartıyor...
Dibin de dibine inip fırlıyor akıl...
***
Temma Kaplan, 1985’te yayımlanan “On the Socialist Origins Of International Women’s Day /Dünya Kadınlar Gününün Sosyalist Kökenleri” kitabında bir noktaya daha dikkat çekiyor: “Bu (8 Mart’ın Amerikan kökeni), Uluslararası Kadınlar Günü’nü Sovyet tarihinden kopartıp Bolşevizm’den önceki bir Amerika tarihine kavuşturmak için uydurulmuştur” diyor.
***
Ve ekliyor; “1908 yılında Amerika’daki Sosyalist Parti, Ulusal Kadın Komitesi’nden oy hakkı için gösteri düzenlemesini istemişti. Bunun için New York City Sosyal Demokrat Kadın Topluluğu, 8 Mart 1908’de oy kullanımı üzerine kalabalık bir miting düzenledi. Bundan sonra 1909 yılının 23 Şubatı’nda New York’ta 'Ulusal Kadın Günü' (uluslararası ve kadınlar değil) ilan edildi, bundan böyle, şubat ayının son Pazar günü 'Kadın Günü' olarak kutlanmaya başlandı.”
***
Zehra Aral bu tarihsel kazanımları anlamıyor diyebilir miyiz? Lakin O, ‘fakat’ diyor; fakat zalimlik sınırları azıcık daralınca her şey bitmiyor. “Örneğin bu ülkede bırakın oy kullanma yaşını, çocukluktan çıkmadan evlendiriliyor kızlar” ve biz onlara “çocuk gelin” diyoruz. Açlığın girdabında, yoksulluk ve zindan içinde hangi oyla ne seçiyoruz? Aral’ın bu düşünüşü geliştirerek tuvaline taşıdığı kadınları, tedirgin, çığlık çığlığa dikiliyor karşımıza...
***
Pek çok araştırmacıya göre, Uluslararası Kadınlar Günü’nün kökeni, 1917 yılının Rusya’sına dayanıyor.
Çalışma koşulları ve açlıkla mücadelenin bir parçası olarak yayılan kadın işçilerin grev dalgası, Ocak-Şubat 1917’de ülkeyi sarsıyordu. Şubatın son pazar günü, kadınlar, “Barış Ve Ekmek” için fabrika ve yiyecek kuyruklarında gösteri düzenledi. Bu tarih Gregoryen takvime göre 8 Mart’a denk geliyordu. İki gün sonra Çar, General Khabalov’a kadınların eylemini bitirmek için emir verdi.
Fakat geri tepti.
***
Bu, Şubat Devrimi’nin başlangıcı oldu. Ve 1917’de gerçekleşen sosyalist devrimi değerlendiren araştırmacılar: “Şubattaki kadın hareketi olmasaydı, Ekim Devrimi olamazdı” dediler.
***
Zehra Aral’ın resim serüveninde kadının tuttuğu yer sadece sayı oranıyla değil; ama aynı zamanda mücadele alanlarının çeşitliliği (=renkleri) bakımından da muazzamdır. Hapishanelerdeki kadın ya da İstanbul’un Galatasaray Meydanı’nda, yarım asırdır gözaltında kaybedilenleri arayan kadın ya da cinsiyet eşitsizliğinin bütün sindirmelerine karşı elindeki tek silahı, İmdat Çığlığı ve İsyan’ı olan kadın...
***
Tarihine ilişkin öykü uzun. 8 Mart ister “Oy hakkıyla” ister “ekmek ve barış” talebiyle başlamış olsun, kadınlar, bu “zaruri isteklere” sanatı, gülü, şarabı, özgürce sevme ve sevişme hakkını da ekledi.
8 Martların renkleri, edaları, şarkısı, sözü, resimleri de değişti, değişiyor.
***
Zehra Aral’ın eserleriyle yeniden düşünebiliriz: Kadınlardan söz edildiğinde dökülen yapay nezaketi ve kadınlara “çıtkırıldımca” bakan hakareti... Yaşama bunlar rengini veriyorsa; yanındakinin tutsaklığı üzerine kurulan özgürlük yanılsaması, özgürlüğün kendisi sayılıyorsa mücadeleyi daha da yükseltmekten başka şans var mı?
Kadınlar, bu 8 Mart’ta gündemlerinin birinci sırasına, depremle her hali açığa çıkan zalimliği yıkmayı aldıklarını ilan etti. Ve sokağa çıkan kadınlar bize öğretiyor ki; cinsi ne olursa olsun acı ve keder şarkıyla, türküyle, dansla, sanatın cümle kollarıyla, sokağı değiştirme gücü veren ne varsa, onunla paylaşılır.
Düşündürmez mi size de usta ressamın eserleri;
Güçsüzlerin gücünü gösteren, anlatan, dayatan ne varsa olanca ağırbaşlılığı, kavgacılığı ve neşesiyle sokakta nefes aldığında, özgürlüğü yeniden öğreneceğimizi!
NOT: 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü için hazırlanmış afişi ilk, Evrensel Küldür dergisinde yazdım (Mart 1997). Görünüş Ve Gerçek kitabında genişleterek yayımladım. Ancak, kitaptaki metin, “1857’deki New York yangına ve yürüyüşe” de vurgu yapıyor. Bu bilgiyi doğrulamayı çok sonra akıl ettim. Doğrulayamadım. Kitabımda yaptığım dikkat tembelliği ve özensizlik için okurlarımdan özür diliyorum.