Bundan yaklaşık bir ay önce, 15 Haziran tarihli "duvar" yazısında şöyle yazmışım: "CHP'nin, Berberoğlu hamlesinden sonra sokağa çıkacağını açıklamasının nasıl sonuçlanacağını veya gelişeceğini, bu hamlenin iktidara ihtiyaç duyduğu 'kontrollü tansiyon' ve 'kolay galibiyet' imkanı verip vermeyeceğini göreceğiz. CHP'nin öncü rolü almaması, referandumdaki 'hayır' çeşitliliğine faydalı olmuştu. Şimdi, öncü role zorlanan CHP'nin adalet talebinin ne kadar kapsayıcı ve taşıyıcı olabileceği test edilecek."
9 Temmuz Maltepe Mitingi ile tamamlanan süreç, bu cümlelerdeki soruların bir kısmını kısmen cevapladı ama cevaplanan, cevapsız kalan ve yeni oluşan bütün bu soruları da çok daha önemli hale getirdi. CHP'ye dönük zaman zaman ağır sinizme varan, bazen sarkastik bir hal alsa da haklılık payı olan eleştirilere ve bitmeyen şüphelere rağmen, yürüyüş ve mitingin çok önemli etkiler yarattığı, daha önemlisi etkiler yaratmaya devam edebileceği konusunda genişçe bir mutabakat var. "Devam edecek etkiler" meselesi, yürüyüşün başladığı anda açıktan dile getirilmese de kafalarda oluşan en güçlü soruyu taze tutuyor: "Devamı getirilemezse, iktidar daha önce de becerdiği gibi bu olayı muhalefet için 'sonuçsuz sevinç' haline çevirip, yeni bir 'moral atak' üretebilir mi?"
Bu sorunun cevabı, başta CHP olmak üzere muhalefet partilerine, adalet, demokrasi ve barış talep eden toplumsal-siyasal dinamiklere, onların güç, etkinlik imkanları ile yapısal ve konjonktürel sorunlarına bakılarak verilebilir. Aynı şekilde, sorunun ikinci ve gizli öznesi iktidarın olup bitenden etkilenme biçimi ve alışık olduğu (alıştırdığı) "kolay galibiyet" becerisinin devam edip etmediğine ve güç konsolidasyonunun seviyesine bakarak tartışmak da mümkün. Meseleyi ekonomi-politik dengenin kararlılığı, sınıfsal pozisyonlar ve dönemsel etkileri de dahil ederek konuşmak gerekir.
Süreçte etkili aktörlerin sınıfsal ve tarihsel misyonlarının olası sonuçları ne kadar sınırladığı veya genişlettiği de ciddi bir başlık olabilir. Sayıları çok olmamakla birlikte meseleyi buralardan okumaya çalışan birkaç değerli makaleye rastladım. Sanırım yenileri de gelecektir. Ancak, sosyal-siyasal olay ve süreçlerin etkili aktörlerinin niyet ve misyonlarından ve olayın yakın-orta vadede "denge" üzerindeki etkisinden bağımsız (bazen bunları aşan) "moral" sonuçlar doğurduğunu da unutmamak gerek. Sürükleyici dinamiklerin yapısal özellikleri, eylemin yapılış biçimi çok farklı olan bazı hadiseler, yarattığı moral etki (veya etki akrabalığı) ve özellikle de karşısında yer aldığı özneye yaşattıkları açısından pekala benzer değerlendirme havuzunda ele alınabilir.
Bu pencereden bakıldığında; ortaya çıkışı, sürükleyici aktörleri ve yaşanış biçimi tamamen farklı Gezi, 7 Haziran 2015 seçimi, 16 Nisan referandumu ve Adalet Yürüyüşü arasında düşünülenden daha fazla paralellik var gibi duruyor. Aslında bu paralelliği kuranın iktidar olduğunu görmek için fazla derin bir kazıya da ihtiyaç olmayacaktır. Bütün bu hadiseler, aynı zaman dilimi içinde defalarca sayısal üstünlüğünü kanıtlamış iktidar için, son zamanlarda daha sık dile getirdiği gibi sosyal-kültürel iktidarı alamamasının ve bütün kontrol imkanlarına rağmen "moral üstünlüğü" kaptırdığı zaaf anlarını sembolize ediyor.
Bütün bu olaylarda, ötekileştirdiği, suçladığı, hedef gösterdiği "bunlar" listesinin aynı olması, bir savunma refleksinin yanında bir algılama biçimini de gösteriyor: Karşısında olduğunu düşündüğü veya karşısına yerleştirmeyi tercih ettiği herkesin dahil olduğu veya desteklediği, iktidarını sarsan, moral üstünlüğünü bozan, rahatsız edici "etkili" hareketler. Sayısal üstünlüğün siyasi belirleyiciliğe yetmediği durumlar bir bakıma. Erdoğan'ın dönüp dolaşıp sık sık bu vakalara göndermeler yapması ve "metal yorgunluğu" diyerek "bana moral zafer getirin" talimatını sürekli yinelemesi bu yüzden. Aslında, iktidarın kendi karşısına yerleştirdiği ortalama kalabalık açısından da benzer bir algının, yani "moral üstünlük hissiyatının" hayli güçlü olduğunu düşünüyorum. Ama bu, şimdiki yazının konusu olmayan biraz daha tartışmalı bir konu.
Bu yazı, 9 Temmuz'dan üç gün sonra, 15 Temmuz'dan üç gün önce yazıldı. Dolayısıyla, yukarıda işaret etmeye çalıştığım "moral" etki açısından güncel bir sorunun en canlı olduğu günler: İktidar, 15 Temmuz yıldönümünü, Adalet Yürüyüşü rövanşına çevirebilir mi? İktidarın ve "moral zafere" hasret Erdoğan'ın, adını koymadan ve öyle bir karşılaştırmayı asla gündeme getirmeden bunu çok isteyeceğine hiç kuşku yok. Ama meseleyi ele alış biçimi ve ilk işaretler, bir "taze" heyecan vadetmiyor. Öncelikle, 15 Temmuz sonrasında, herkesi iktidar söylemine ve pozisyonuna dahil olmaya mecbur bırakan Yenikapı stratejisinden vazgeçilmiş görünüyor. Meclisteki törenlere muhalefet partilerinin çağrılmaması, hayli tartışma yaratan 15 Temmuz afiş görselleri, AKP medyasındaki bazı kalemlerin yeniden "yüzyıllık rövanş" söylemine vurgu yapmaları. Ve CHP'nin "dışarıya itilmeye" pasif direnişine karşılık iktidarın "kapalı" anma ısrarı, "halkın 15 Temmuz'u", "iktidarın 15 Temmuz'u" iddiasını güçlendiriyor...
Kendisine oy vermeyenleri millet (biraz hafifleterek söylersek, yerli ve milli) olmaktan çıkartan iktidar, "moral güç" hamlesini peşinen kendi sınırının ardına çektiği için, bana kadar adalet, bana göre tarih, benim için meclis (devlet) denkleminin dışına çıkabilecek "yeni" bir söz üretemiyor.
Hamlelerini içerik, söylem ve yöntem olarak yenileyemedikçe de arzu ettiği "moral zafer" çok yakın görünmüyor. Geriye, tatmine yetmeyecek, güç gösterileri, resmi heyecanlar ve sayısal karşılaştırmalar kalıyor.