“Yol parası altı kaymadır ve de hükümetimiz bunu toptan istemektedir. Güne bölersek ne düşer altı kayma bir yılda? Günlüğüne iki kuruş-yüz para. Dağıt bunu gazyağına, tuza, tütüne, bilmem ne karın ağrısına, yirmi paradan… Adam başına altı kayma değil belki on kaymayı çek at cebine, keyfine bak! Hemi köylü yol yüzü görmeyip hemi de her yıl yol parası diyerek altı panknot cereme versin! Nerde bulmalı bu çağda bu kadar milyon avanağı?”
Kemal Tahir’in ‘Büyük Mal’ romanının kahramanı Sülük Ağa, köylülerin borcunu Ziraat Bankası’na ödemeye gider. Öküz parası, toprak vergisi tamam da, kullanılmayan yol için de para ödenmesini aklı bir türlü almaz. Kıvrana kıvrana anlatmak istediği şey, parayı vergilerle dağıtmak varken koca devletin açıktan fukarayı soymaya girişmesidir…
Geçen hafta TV5’te ekonomi yazarı İbrahim Kahveci’nin konuğu olan Prof. Uğur Emek’in Kamu Özel İşbirliği (KÖİ) projeleriyle ilgili konuşmasında verdiği bir örnek, bu pasajı anımsattı. Emek, Osmangazi Köprüsü’nden geçenlerin 103 lira ödediğini, ama geçmeyenlerin 116 lira ödemek zorunda kaldığını söylüyordu. Ve haklı olarak isyan ediyordu: Hadi kullanan İstanbullular ödüyor da, Ankara’da ben niye ödüyorum? (Programın kaydı burada)
Sahi, devlet zaten vergilerle maliyetleri yıktığı kendi vatandaşını bir de aleni yollardan soymaya niye kalkışır? Kamu kaynaklarını gizlemeden, saklamadan oluk oluk bir grup şirkete akıtmayı neden resmi görev kabul eder?
Gerilere gittikçe epey bir malzeme çıkar, lakin bu soruların herhalde en açık cevabını, Binali Yıldırım hükümetinde Ulaştırma Bakanı olan Ahmet Arslan 24 Haziran 2017 günü, Ankara-Niğde Otoyolu ihalesinde yaptığı konuşmada veriyordu. Araç garantisini eleştirenlerle alay eden Arslan, ‘büyük resim’, ‘dış düşman’ filan derken baklayı ağzından çıkarıyordu: “Kusura bakmasınlar, şirket geliyor neredeyse 10 milyar dolar yatırıyor. Kimse babasının hayrına bu kadar para yatırıp sonra da 3-5 tane araba geçsin, ondan aldığım bana yeter demez.”
Bakan haklıydı. Bu çağda ‘avanak’ bir şirket bulunamayacağına göre -Sülük Ağa’nın dediği gibi- işi sırtına yükleyeceğiniz milyonları bulmanız gerekir. Demek ki bulmuşlar. Henüz besmele çektikleri anda nasıl para kazanmaya başladıklarına bir bakın…
Ankara-Niğde Otoyolu’nu 4.3 milyar lira bedelle alan ‘uyanıklar’ ERG İnşaat ile AKP ile içli dışlı Seza İnşaat’tı. Credit Suisse, İş Bankası, Yapı Kredi, Kuveyt Türk ve Vakıfbank’tan 263’er milyon dolar olmak üzere toplam 1.3 milyar dolar kredi çektiler. Bunun tamamına da Hazine kefil oldu. Hükümetin ne kadar gelir garantisi verdiğini bilmiyoruz. Ancak yapım işi için 180 günlük ek süre tanınması üzerine Sayıştay’ın yaptığı itirazdan, kamunun cebinden günlük ne kadar bir meblağ çıktığını öğrendik. Süre uzatımının ihale şartnamesine aykırı olduğunu belirten Sayıştay, günlük 435 bin 500 Euro’dan kamunun 180 günde 78 milyon 390 bin Euro gelir kaybına uğradığına dikkat çekiyor.
Şirketin bu yasadışı gelir transferine dair savunmasını gösteren şu cümleleri de Arslan’ın açıklamasıyla beraber okuyun: “Bazı art niyetli kredi kuruluşlarının Türkiye’nin notunu düşürmesi, uluslararası bankaların Türkiye'deki projeleri finanse etme isteklerinin azalmasına yol açtı.”
Hazine’nin kefilliği, gelir garantisi derken milyarlarca dolarlık kamu kaynağının üzerine, AKP ve şirketlerin el birliğiyle serdikleri ‘beka örtüsü’nün sihri de ortaya çıkıyor böylece.
Ne var ki bunlar sorunun görünen yüzü. Esas mesele iktidarın sadece bugün yaşayanları değil, çocukları, daha doğmamışları, hatta onların torunlarını dahi birkaç şirketin haracına bağlamış olmasıdır. Uzun yıllar DPT’de planlama uzmanı olarak çalışmış, şimdilerde KÖİ’ler üzerine kapsamlı araştırmalar yapan Prof. Emek’in hesabına göre, 93 milyar dolarlık bütçede görünmeyen ‘gizli bir borç’ vatandaşı bekliyor. Bunun 67 milyar doları şehir hastanelerine ait. 26 milyar doları ise İstanbul Havalimanı, Zafer Havalimanı, Gebze-İzmir yolu ve Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nün hanesine yazılı. Üstelik yeni yapılan hastaneler, yollar ve köprüler hesaba dahil değil.
Peki bu parayı kime ödeyeceğiz?
Prof. Emek, şehir hastanelerinin yatak kapasitesine bakıldığında yüzde 60’ından fazlasının üç şirketin hakimiyetinde olduğunu söylüyor. En büyük pasta Saray’ı inşa eden, dünyanın en zenginleri listesine Türkiye adına ilk sırada giren Erman Ilıcak’ın Rönesans’ının. Yol, köprü vb. projelerin yüzde 80’inden fazlası ise sekiz şirketin elinde. Bunların başında da Kolin, Limak, Cengiz, Kalyon, MNG geliyor. İşte bugün sizi, gelecekte de çocuklarınızı ve torunlarınızı soyacak olanlar.
Daha iki gün önce yol ve köprülere gelen yüzde 20 zammı bir de bu açıdan okuyun. Üzerine Ali Ağaoğlu’nu batma noktasına getiren İstanbul Finans Merkezi’ndeki inşaatları Varlık Fonu’nun satın almasını, başta Kalyon olmak üzere enerji projelerini kurtarma planını, damadın başında olduğu Hazine’nin borçları üstlenmesini, öteki damadın şirketinin ‘özel bölge’ ilan edilmesini ekleyin. İstanbul Havalimanı’nı alan şirketlerin devlete 2 milyar Euro kirayı ödemediklerini, şu sıralar vadesi gelen kredi borcunun taksitini ödemelerinin garantisinin bulunmadığını, Varlık Fonu’ndan onlar için de bir karar çıkmasının sürpriz sayılmayacağını hatırlayın. Hepsinin karşısına da vatandaşa yazılmış şimdilik 93 milyar dolar borcu koyun.
İşte bir devletin niye kendi vatandaşını açıktan soymaya giriştiğinin yanıtı buradadır. Zira bu dönem, pek çok şeyin yanında bir oburluk çağı olarak da anılacaktır. Bir zümrenin; şirketlerinin, çocuklarının, akrabalarının dinmeyen oburluğunun tarihi…