Mecburen girip çıkarsanız, ucuzdur, her köşede vardır diye; o 1,
artık yaşamayan işçi Yaşar’dır!
100 patronlarınsa, 1 işçidir, işçilerindir
çünkü!
Yaşar’dı, zorla tek başına açmak zorunda kaldığı mağaza
deposunda “uyuya kalmasa”ydı!
Böyle dediler ve kimileri de bunu aynen, hiç tereddüt etmeden, öyle
haberleştirdi. İyi niyetle elbet Muhammet!
Sabah, mağazayı tek başına açan gencecik bir işçinin, yangın
çıkışı kapalı, her yerde açık kablolar bulunan, elektrik panosu
arızalı olduğu söylenen bir depoda “uyuması” şu demek:
Kendi etti kendi buldu!
Bir de büyük ihtimalle yalan demek!
Türkiye kapitalizminin Ak çağında, cephanelikte havaya uçan
askerler, AVM inşaatının naylon çadırında eriyen işçiler, tersanede
gaza, suya boğulan “köylüler” için de, fırında indirilmiş
kepenklerle alevlere atılmış ekmek ustaları için de hep böyle
dendi.
İktidar kankası patronun gökdelen inşaatında asansörle zeminin de
altına çakılanlar, kilitlendikleri tekstil atölyesinde kül olan
kadınlar ve selde zorla bindirildikleri minibüste boğulan işçi
kadınlar için de.
Ne demişti patronları, “Köpek bile canını kurtardı, bunlar
bi beceremedi.”
Sorun şu:
Onlar unutturuyor, biz unutuyoruz.
Bana bakmayın. Onca yılın binlerce yazısındaki kayıp insanların
çoğunu hatırlıyorum.
Unutturmamak da istemişim ama hayat öyle akmıyor tabii.
BUYRUN NAYLON ÇADIRDA 11 ÖLÜNÜN YANINA
Buyrun Esenyurt’ta AVM çadırına, uzayan davalara; AVM açılırken
çoktan toprağa karışmış işçilere:
Van’da depremden canlı çıkabilmiş bir işçi; kocanız, kardeşiniz,
evladınız.
Ekmek İstanbul’da bir AVM inşaatının ağzında.
Cilalı AVM yapanlar, işçilere naylon çadır münasip
görmüş.
Tek çıkışlı Sahra çadırı.
Dışarıdaki fazla sünger yatakların da içeriye
istiflenmesi emredilmiş.
Mart soğuk hala, içeride elektrikli ısıtıcı; ekli, bantlı, açık
kablolar.
Sonra…
Çadırın gecesine bir canavar gibi saldırıp naylonla
birlikte 11 işçiyi eriten alevler.
Yetkililerden sözler, laflar, boş laflar.
Babası naylon çadırda eridikten sonra doğan bebek,
mahkeme koridorlarında emzirilerek, hiç görmediği babasının mezar
taşını öperek, iki yaşında.
Şöyle düşünün:
Eriyen sizin kocanız, evladınız, kardeşiniz.
Ve mahkemede bilirkişi raporu diyor ki…
Sünger yatakları tek çıkış kapısına istifledikleri için…
Sahra çadırının yabancısı olmadıkları için… Maktuller de kendi
ölümlerinde kusurludur!
Ki kurbanlar kendi ölümlerinin celladı
sayılsın!
Bunca cinayetin orta yerinde, hiç utanmadan, sıkılmadan… bak
günahtan ve Allah’tan da korkmadan neden böyle konuşuyorlar?
Kutuları, kasaları, sıfırları halel görmesin…
İşçiler kendi ölümlerinin kusurlusu, kendi kurban
edilişlerinin celladı, kendi maktul hallerinin katili, kendi
ölümlerinin yapsatçısı sayılsın diye.
Çünkü tamah arsızlığı, günah korkusunun bile önüne geçmiş
işte!
BUYRUN İŞTE BAŞÖRTÜ SORUNU
Sonra, gün gelmiş, “başörtüsü meselesi”ni konuşup konuşup
kocaları iş cinayetlerine kurban edilen “başörtülü kadınlar”ı zerre
görmeyenlerin kulağını çınlatmış yazılar:
Başörtüsünü görüyorsunuz ama yoksulluğun, katmerli
itilmişliklerin, adaletsizliklerin başörtülü kadınlarını bile
görmüyorsunuz.
Şahane büyüme hızları altında büzülen, muhteşem piyasa
patlamalarında paramparça olan, AVM tapınaklarının yangınlarında
kül kalan haneleri ıskalıyorsunuz.
Devlet çiftliğinde, minicik ve sigortasız yaşlarında taşeron için
koyun sağarken dereye düşürülen süt kızların hanesinden, adalet
özleminden kaçıyorsunuz.
Buyurun Esenyurt’ta AVM şantiyesi naylon çadır yangınının kül
işçilerinin, naylon gibi eriyen 11’lerin
“başörtülü” eşleri. Hadi, korkmayın, ölü işçi
sınıfının kadınlarının yanına varın:
Buyurun Davutpaşa maytap
katliamının kor işçilerinin, düğünlere, gösterişlere, törenlere,
şölenlere canını veren
21’lerin “başörtülü” eşleri, anaları,
kızları. Hadi uzayan mahkemelerde ellerinden tutun.
Buyurun, Başkent’te, polis
mermisiyle öldürülen Ethem Sarısülük’ün de
işçilik yaptığı Ostim-İvedik’in, kâr
arsızlığına kurban edilmiş paramparça işçilerinin,
devletin iş güvenliği örgütünün yanı başında katledilen 20’lerin
“başörtülü” can parçaları. Hadi ruhlarına bir
huzur verin.
Buyurun, idarenizdeki Ceylanpınar çiftliğinde emeği ve çocukluğu
günlük üç-beş liraya kiralanan minik süt kızların peşinde, suda
umut arayıp ceset bulan “başı
örtülü” analar, kardeşler; 40 işçi yüklü kamyondan
11’leri yutan sudan son anda alınan “başı
örtülü” kızlar, kadınlar. Hadi çocukları, işçileri,
kadınları koruyan kanunlarınızı seferber edin.
Buyurun, hiç merak etmediğiniz, baskı ve esaret düzenine alttaki
askerleri rehin alan Disiplin Kanunu hediye ettiğiniz TSK’da, yılda
yüze bile ulaşan intiharlarda yok olan sıvasız hane
çocuklarının “başörtülü” anaları,
nişanlıları, eşleri, kardeşleri. Kaldırdığınızı
sandığınız “vesayet”in sıradan, gündelik,
olağan esirleri, rehineleri. İyi bakın!
DAHA AZ İŞÇİ, DAHA DOLU HAVUZ
“Kapital” tadındaki ortaokul matematik
kitapları da şöyle
problemlerle “artık-değer”i öğretiyor:
8 işçi 12 parça işi 36 saatte bitirirse, 6 işçi 16 parça
işi kaç günde bitirir?
Problem bize kafadan diyor ki: 8 işçinin 2’si iş kazası kurbanı
oldu muhtemelen; fakat patron daha az işçiden daha çok iş talep
ediyor ki, bu normal!
Bakın bu da kamu ihalesi; yine işçi eksilmiş, iş çoğalmış:
24 işçi 40 km’lik yolu 15 günde asfaltlarsa 18 işçi 80
km’lik yolu kaç günde yapar?
Fakat iş “Havuz”u doldurmaya gelince problem
tersine dönüyor:
5 havuzu 15 musluk 40 saatte dolduruyor. 8 havuzu 20 musluk
kaç saatte doldurur?
Görüldüğü gibi işçiler düşüyor, eksiliyor, tek işçinin iş yükü
büyüyor çocuklar…
Ama hem Havuz sayısı, hem musluk sayısı artıyor örtmenim!
Daha çok işçinin daha hızlı düşüp daha çok havuzun daha çok
muslukla daha hızlı dolduğu sisteme de Havuz Kapitalizmi deniyor
Keynes!