ABD ile Çin arasında kılıçlar çekildi-2

2030’larda Çin dünyanın en büyük ekonomik gücü haline gelecek, muhtemelen Pasifik’teki askerî güç dengesi de aynı tarihlerde Çin’in lehine değişecek. Çin’i ekonomik ve askerî olarak yavaşlatacak yegâne etken, insan hakları ve demokrasi eksikliği. Bu eksikliğin önemi Sovyetler Birliği deneyiminde görüldü. İçeride halkını mutlu edemeyen, özgürlükleri yok eden rejimler varlıklarını sürdüremiyorlar.

Abone ol

Hakan Okçal*

KUZEY KORE

Geçtiğimiz günlerde gerçekleştirilen ABD-Güney Kore askerî tatbikatı Kuzey Kore tarafından şiddetle eleştirilmiş, 2018 yılındaki bahar ortamının bir daha yaşanmasının artık bir hayalden ibaret olduğu sert sözlerle açıklanmıştı. Blinken’in Seul’e gelmeden Kuzey Kore’nin nükleer silahlardan arındırılması gerektiği yolundaki sözleri de Kuzey Kore liderliği tarafından sert şekilde eleştirildi. Kuzey Kore lideri Kim Jong Un’un kız kardeşi, Kim Yo Jong, ABD’ye bela çıkarmaması uyarısında bulundu. Biden’a seslenerek, dört yıl yatağında rahat olarak uyumak istiyorsa, Kuzey Kore’yi tehdit etmemesini “nazik” sözlerle istedi. Bu sert açıklamalara rağmen Kim Jong Un’un kişisel olarak sessizliğini koruması dikkat çekiyor. Kuzey Kore’nin şu ana kadar füze atışı yapmamış olması veya nükleer denemede bulunmaması, Biden’la ilişkilerde belli bir manevra alanını korumak istediğini akla getiriyor. Kuzey Kore lideri yıl başında parti kongresindeki konuşmasında ülkesinin ekonomik durumunu eleştirmiş, bu durumu düzeltmek için her türlü gayretin gösterileceğini söylemişti. Buna rağmen aynı kongrede çok başlıklı yeni balistik füzeler, nükleer denizaltı gibi çok pahalı silah sistemleri konusunda kararlar alınması çelişki teşkil etti. ABD’nin yeni yönetimi, Kuzey Kore’yle temas arayışlarına şimdiye kadar olumlu yanıt verilmediğini açıkladı. Esasen bu beklenmedik bir durum değil. Kuzey Kore, ABD ile temaslar için üzerindeki ambargoların kaldırılmasını istiyor. Tek yanlı nükleer silahsızlanmaya da yanaşmayacak. Zira elindeki nükleer silahları rejimin “bekası” için olmazsa olmaz koşul olarak görüyor. Kuzey Kore liderinin aklından Batı'nın ekonomik ambargolarını kaldırması karşılığında nükleer programından vazgeçen Kaddafi örneği hiç çıkmıyor.

Kuzey Kore’nin nükleer silahsızlanması için ABD’nin Çin’in destek ve nüfuzuna ihtiyacı olduğu kesin. Ancak Çin’in Kuzey Kore üzerindeki gücü sanıldığından çok daha sınırlı. Kuzey Kore, ne kadar yakın görünürse görünsün, hiçbir zaman Çin’in arkasından giden bir kurşun asker olmadı. Kuzey Kore ile Çin arasındaki makas Çin’in sosyalist pazar ekonomisi uygulamalarından sonra yavaş yavaş açıldı. Çin, Xi Jinping’in işbaşına gelmesinden sonra Kuzey Kore liderliğine omuz çevirdi. Çinli lider Pyongyang’ı ilk ve son kez 2019 yılında, G-20 zirvesi için Tokyo’ya giderken ziyaret etti. Oysa Xi, Çin diplomasi geleneklerinin dışına çıkarak Pyongyang’dan çok daha önce Seul’ü ziyaret etmişti. Ancak, Kuzey Kore liderliğinden pek haz etmemesine rağmen, Çin’in bu ülkeyi ABD karşısında yalnız bırakması beklenmemeli. Çin, ekonomik sıkıntılar veya bir halk ayaklanmasıyla Kuzey Kore’nin çökmesi halinde ABD üslerinin bulunduğu birleşik bir Kore’ye komşu olmak istemez. ABD üslerinin olmadığı, nükleer silahlardan arındırılmış bir Kore yarımadası dışında, Çin’in kabul edebileceği bir çözüm mevcut değil.

JAPONYA-GÜNEY KORE İLİŞKİLERİ

Basına pek yansımamış olsa da, ABD heyetinin Güney Koreli muhataplarıyla bu ülkenin Japonya ile ilişkilerini de görüşülmüş olması beklenir. Güney Kore ile Japonya arasında İkinci Dünya Savaşı'ndan miras kalan, kemikleşmiş ikili sorunlar var. Güney Kore’ye ait Dokdo (Japoncası Takeshima) adacıkları üzerindeki Japon iddiaları, Japonya Başbakanı ve bakanlarının, İkinci Dünya Savaşı'nı çıkaran ve Güney Kore’de ağır insanlık suçları işleyen “A” sınıfı savaş suçlularının küllerinin de saklandığı Yasukuni tapınağını dinî bayramlarda ziyaret etmeleri ve İkinci Dünya Savaşı’nda Japonya tarafından cephe gerilerinde askerlere sunularak cinsel sömürüye maruz bırakılan Koreli kadınlar için istenen tazminatlar gibi sorunlar, ABD’nin bu iki önemli müttefikinin yakın bir işbirliği içine girmesini engelliyor.

Güney Kore ve Japonya Çin’le ilişkiler konusunda da ayrışıyorlar. Güney Kore, ABD’nin bölgedeki başlıca müttefiklerinden biri olmasına rağmen Çin’i rahatsız etmemeye ve ekonomik işbirliğini geliştirmeye çalışırken, Senkaku adaları ve İkinci Dünya Savaşı'na ilişkin suçlamalar gibi nedenlerle Japonya ile Çin arasındaki ilişkilerde her zaman gerginlik hakim. Japonya bu nedenle Çin’e karşı ABD ile askerî işbirliğini çok daha ileriye taşımış bulunuyor. Başbakan Şinzo Abe zamanında Japonya’nın pasifist anayasasının yeniden yoruma tabi tutularak, Japonya’nın “müttefiklerinin savunması için silahlı kuvvetlerini kullanmasına olanak tanınması” sayesinde, bu ülke ABD’nin yanında askerî tatbikatlara daha kolay ve daha güçlü şekilde katılabiliyor.

BUZLARLA KAPLI ANCHORAGE’DA ORTALIK ISINDI

Anchorage’daki Blinken-Sullivan ve Jiechi-Wang Yi görüşmesinin tonu kırk gün önce Biden’ın Xi Jinping’le yaptığı telefon görüşmesinde belirlenmişti. Başkan yardımcılığı dönemlerinden birbirlerini iyi tanıyan Biden ve Xi ikilisi arasındaki görüşmenin diplomatik terminolojiye göre “samimi bir ortamda” geçtiği söylenebilir. Başka bir ifadeyle, taraflar bu görüşmede eteklerindeki taşları dökmüşler. Biden Xi’ye Amerika’nın zayıfladığı, eski gücünü kaybettiği gibi bir zehaba kapılmamasını tavsiye etmiş. Hong Kong, Sincan, Tibet gibi bölgelerde insan hakları ihlallerine son verilmesini ve Tayvan üzerindeki baskının durdurulmasını talep etmiş. Çin’in haksız ve tahakküm edici ekonomik ve ticarî uygulamalarını kabul etmeyeceklerini söylemiş. Hong Kong, Tibet, Sincan ve Tayvan Çin’e göre kendi içişleri ve başka ülkelerle bu konuları görüşmesi tabu. Hele ABD’nin bu konulara burnunu sokmasını kabul etmesi zinhar mümkün değil. Xi, görüşmede ABD ile kötü ilişkilerin düzeltilmemesi halinde iki ülke arasında bir felaket yaşanabileceği uyarısında bulunmuş ve Amerika’nın Çin mallarına karşı uyguladığı haksız tarife, vergi ve diğer engellerin kaldırılması için görüşmeler yapılmasını önermiş.

Anchorage’daki görüşme, işte bu zemin üzerinde gerçekleşti. Çin temsilcisi Yang Jiechi Çinlilerin mutat sükunetini bir kenara atarak medyanın önünde ABD’lere verdi veriştirdi. İki taraf da basın mensuplarının salondan dışarı çıkarılmasını engelleyerek birbirlerini kameralar önünde ağır şekilde suçladılar. Çinli temsilci, ABD tarafının tepeden bakan, güç gösterisi yapan tutumunu kabul etmediklerini, kendi halkına kıyım ve ayrımcılık yapan ırkçı ABD’nin Çin’in “iç işlerine” karışmaya hakkı ve haddi olmadığını, ABD’den demokrasi ve insan hakları dersi almaya ihtiyaçları bulunmadığını, ABD’nin evrensel değerler olarak tanımladığı değerlerin herkes tarafından paylaşılmadığını, bunları benimsemediklerini söyledi. Blinken da cevaben Hong Kong, Sincan ve Tibet’de olan bitenlerin Çin’in iç işleri sayılamayacağını, ABD’nin buralardaki insan hakları sorunlarını gündeme getirmekten kaçınmayacağını, Tayvan üzerindeki baskının son bulması gerektiğini, ABD’nin dost ve müttefiklerine yapılan baskılara karşı kararlılıkla mücadele edeceğini, değerlere dayalı uluslararası sistemin kurallarına uyulmazsa kaos yaşanacağını, dünyanın istikrarsızlaşacağını belirtti. Daha sonra da toplantıya geçildi. Görüşmenin “açık sözlü ve samimi bir ortamda” cereyan ettiğini tahmin etmek çok zor olmasa gerek. Mesele ABD ile Çin arasındaki ilişkilerin bundan sonra nasıl cereyan edeceğinde düğümleniyor. Amerikan tarafı Çin’le stratejik diyalogun artık seçenek olmaktan çıktığını belirttiğine göre, iki ülkenin önünde engebeli bir yol olduğu açık.

ÖNÜMÜZDEKİ ON YIL ABD VE ÇİN İLİŞKİLERİNDE KRİTİK ÖNEMDE

Çin ve ABD arasında her alanda kıyasıya bir rekabet sürüyor. İki ülke arasındaki rekabeti, bir zamanlar Sovyetler Birliği ile Amerika arasındaki “Soğuk Savaş”a benzetenler var. Soğuk Savaş döneminde taraflar farklı sistemlere sahiptiler. Aralarında şimdi ABD ile Çin arasında olduğu gibi ekonomi ve ticaret alanında ciddi bir rekabet yoktu. Buna karşılık iki süper güç arasında nükleer saldırı tehdidi ve kanlı vekalet savaşları vardı. Böyle bir durum çok şükür şu anda mevcut değil. Çin, ABD ile Doğu ve Güney Çin Deniz’inde kıyasıya bir askerî çekişme içinde olsa dahi global düzeyde bir ABD-Çin askerî kamplaşması, karşılıklı nükleer tehdit veya vekalet savaşları sözkonusu değil. Çin, çevresindeki denizler dışında henüz kuvvet projeksiyonu yapma imkânı elde edemedi. Ancak her yerde ekonomik gücünü hissettirebiliyor. Buna karşılık Çin, Tayvan çevresindeki sularda ve Güney Çin Denizi’nde artık ABD ile mücadele edebilecek bir konuma geldi. Bu yıl uygulamaya konulan Çin’in 14. Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda Çin’in Batı Pasifik’te hâkim askerî güç haline gelmesini sağlayacak modern askerî silah sistemlerine sahip olması öngörülüyor. Yani önümüzdeki yıllarda bu sular daha da ısınacak.

Çin yeni teknolojiler, iletişim, uzay, uluslararası ticaret, finans gibi kritik alanlarda önemli mesafeler aldı. Daha önceki yazılarımızda belirtmiştik, Çin’in kurduğu “Kuşak ve Yol Girişimi” (BRI), “Asya Altyapı ve Yatırım Bankası (AIIB) ve “Bölgesel ve Kapsamlı Ekonomik Ortaklık” (RCEP) oluşumları, doları esas alan sisteme yönelik çok önemli meydan okumalar. AB ile Çin arasında Biden göreve gelmeden kısa süre önce, 30 Aralık tarihinde imzalanan “Kapsamlı Yatırım Anlaşması” (CAI) insan hakları sorunlarına rağmen Batı’nın Çin’in ekonomik cazibesinden kaçınamadığını ve Çin sözkonusu olduğunda pekala çifte standart uygulayabildiğini bir kez daha gösterdi.

ABD’nin Çin’e karşı yeniden cazibe merkezi haline gelmesi artık çok zor. RCEP karşısında Obama zamanında kurulmasına gayret edilen TPP’nin şansının olabilmesi için ABD’nin ekonomik fedakarlıkta bulunması lazım. ABD’nin mevcut ekonomik durumu ve bugünkü iç dinamikleri buna hiç elverişli değil. İçeride ırkçı eğilimler ABD demokrasisini tehdit edecek hale geldi. Daha birkaç gün önce Atlanta’da Asya kökenlilere karşı işlenen cinayetler, Trump’ın köpürttüğü Asyalı ve Çinli karşıtlığının toplum içinde ne denli derin kökleri olduğunu gösteriyor.

2030’larda Çin dünyanın en büyük ekonomik gücü haline gelecek, muhtemelen Pasifik’teki askerî güç dengesi de aynı tarihlerde Çin’in lehine değişecek. Çin’i ekonomik ve askerî olarak yavaşlatacak yegâne etken, insan hakları ve demokrasi eksikliği. Bu eksikliğin önemi Sovyetler Birliği deneyiminde görüldü. İçeride halkını mutlu edemeyen, özgürlükleri yok eden rejimler varlıklarını sürdüremiyorlar. Bir yerden sonra nefesleri kesiliyor. Esasen Çin bugün ekonomik olarak ilerlediyse bunun sırrı 1980’lerde uygulanan “sosyalist pazar ekonomisi” politikalarında ve kültür devrimi dogmalarından uzaklaşılarak bireysel özgürlüklere alan açılmasında saklı. Ama bunlar 1980’lerin sorunlarının panzehiriydi. Bugün çok daha farklı bir Çin var. Çin zenginleştikçe, halkı daha fazla özgürlük isteyecek. Merkezi otoritenin baskısını arttırarak buradan çıkış imkânı yok. Çare uluslararası standartlarda demokraside.

Bu alanda moral üstünlük ABD’de ve Batı’da.

Önümüzdeki on yıl ABD-Çin rekabetinde çok kritik bir dönem olacak. Tarafların Anchorage’da çektikleri kılıçları kınlarına sokmaları, diyalog ve işbirliği yollarını açık tutmaları gerekiyor. Bakalım bu vizyona sahip olabilecekler mi?

*Emekli Büyükelçi