Haziran 2021’de Avrupa’da gerçekleşen G 7, NATO, ABD-AB,
ABD-Rusya zirveleri ve Erdoğan’ın Biden ile ilk yüz yüze görüşmesi
dış politika gündemini belirledi. Erdoğan-Biden görüşmesi yeterince
tartışıldığı ve bu konuyu arkadaşım Mühdan Sağlam ile Küresel
Gündem’de ele aldığımız için, bu yazıda kamuoyunda daha az bilinen
ama çok önemli olduğunu düşündüğüm ABD’nin Stratejik Rekabet
Yasasını tartışacağım. ABD, Çin politikasını, Ulusal Güvenlik
Strateji belgesi, NATO ve G 7 bildirgelerine yansıtsa da en
kapsamlı bir şekilde bu yasada ortaya koydu. 8 Haziran’da
Senato’dan geçen 280 sayfalık bu yasa, diğer metinlerle birlikte
ABD’nin Çin’e yönelik stratejisini en ayrıntılı şekilde açıklıyor.
Bu yazıda söz konusu yasadan yola çıkarak ve diğer belgeleri de göz
önüne alarak, ABD’nin artık Çin’i görüşmeler ve uzlaşı yoluyla
kontrol edilebilecek bir rakip olmaktan çıkardığını, müttefiklerini
de bu siyasete doğru çekmeye başladığını ve hem içeride hem de
küresel ölçekte, her alanı kapsayan çok geniş bir kuşatma
başlatarak yeni bir siyasete geçtiğini tartışacağım.
ABD, MÜTTEFİKLERİ VE ÇİN
Gerek NATO’nun hazırladığı ve içinde 138 önerinin yer aldığı
2030 Raporu ve olağanın dışındaki uzunluktaki Brüksel Bildirgesi,
gerekse G 7 zirve bildirgesi hep bir Çin sorunu etrafında
şekilleniyor. Dahası, aşağıda ele alacağım ABD iç gelişmeleri bile
artık Çin sorunu etrafında belirlenmeye başlandı. ABD, Trump dönemi
irrasyonalitesini Biden ile aşarak, Çin ile mücadelede
müttefiklerini yanına almak için yoğun bir mesai yürüttü. Örneğin,
G 7 zirvesinde ABD, Kanada, İngiltere, Fransa Çin’e karşı sert bir
pozisyonu savunurken, Almanya ve İtalya daha yumuşak bir tonu
tercih ettiler. Bu arada NATO ve G 7 bildirilerinde Çin’den tehdit
olarak bahsedilmemesinin nedeni, Avrupalı müttefiklerinin baskısı
sonucu olmayıp, ABD’nin Çin’i henüz resmen stratejik bir tehdit
olarak görmemesi ve kendi resmi söylem ve belgelerinde de
“stratejik rakip” olarak tanımlamasıdır. NATO 2030 belgesi Çin’i
farklı türde bir sorun ve “sistemik bir rakip” olarak tanımlarken,
Avrupa-Atlantik bölgesi için doğrudan bir tehdit olarak görmemekte
ama yine de Çin’in yükselişinin güvenlik açısından yaratacağı
sonuçları takip etmek amacıyla NATO içinde bir danışma grubu
oluşturmasını kararlaştırdı. G 7 zirvesindeyse ülkeler Çin’in Bir
Kuşak Bir Yol projesiyle rekabet etmek için, Daha İyi Bir Dünyayı
İnşa Et (Build Back Better World-B3W) başlığı altında 40 trilyon
dolarlık altyapı projesini başlatma kararı aldı. Kendi iddiasına
göre değerlere dayanan, yüksek standart taşıyan ve şeffaf
yürütülecek bu kapsamlı altyapı projeleri, Çin’in aksine kamu
değil, özel sektör ağırlıklı olacak. Böylece Batı, orta-gelir
grubundaki ülkeler için yeni bir küresel New Deal başlatırken ve
Çin’e rakip bir proje geliştirirken, öte yandan kendi şirketlerini
işin içine katarak paranın bir kısmının geri dönüşünü sağlamaya
çalışıyor. Yine ABD, Avustralya, Japonya ve Avrupalı ortakları
arasında Mavi Nokta Şebekesi (Blue Dot Network) altyapı projesi
başlatılarak Çin ile teknoloji ve bilişim alanında yeni bir
rekabete girildi.
STRATEJİK RAKİP YASASI NE DİYOR?
Öncelikle bu yasanın her iki partinin de desteğiyle geçtiği
görülüyor ki, Çin söz konusu olduğunda bu sık rastlanan bir durum.
Bu metin, ABD’nin Çin stratejisi açısından bazı özellikler taşıyor.
İlki, son derece detaylı bir rehber niteliğinde ve somut olarak
nelerin yapılması gerektiğini söylüyor, alınacak her önlem, her
eylem için belli bir bütçe ayırıyor. İkincisi, bir yasa olduğu için
yürütmeye, uygulama sonuçlarıyla ilgili olarak bir zaman çizelgesi
içinde Kongre’ye rapor sunması zorunluluğunu getiriyor. Üçüncüsü,
yeni kurumsal yapılar oluşturulmasını istiyor. Dördüncüsü,
stratejik rakip tanımlamasını sürdürse de, Çin ile ilgili diğer
bütün belgelerden farklı olarak çok daha sert bir dil kullanılıyor.
Metin boyunca Çin’in nasıl kötücül politikalar izlediği, baskıcı,
başkalarının zayıflıklarından faydalanan bir ülke olduğu
vurgulanıyor.
Yasa ilginç bir şekilde ABD’nin, Çin’i nankör ilan etmesiyle
başlıyor. Çin’e pazarımızı açtık, Dünya Ticaret Örgütü’ne girmesini
sağladık, yatırım yaptık, öğrencilerini ülkemizde eğittik,
karşılığında merkantilist, fikri mülkiyet haklarına saygı
göstermeyen, teknoloji hırsızlığı yapan, sübvansiyona başvuran bir
güç ile karşılaştık diyor. Ticaret yaptığı her ülkeyle fazla veren
Çin’in kendisine gelince korumacı, ihracat ve yatırım yaparken
küreselleşmeci olduğu aşikâr. ABD bunda kısmen haklı ama bütün
bunların Batı sermayesinin ihtiyaçları doğrultusunda yapıldığını,
dahası kapitalistleşmenin Çin’i dönüştürerek ABD’nin tepesinde
durduğu hiyerarşik sistemi içine yerleştirme amacı taşıdığını
hatırlatmak lazım..
Bu yasanın dayandığı temel strateji Çin’i geniş bir alanda
karşılamayı öngörmekle birlikte coğrafi olarak önceliği
Hint-Pasifik bölgesine vermesi. Bunun da nedeni Çin’in öncelikle bu
bölgede askeri, siyasi ve ekonomik üstünlüğünü kurup, onun üzerine
küresel bir üstünlük arayışına gireceğini varsayması.
HER CEPHEDE MÜCADELE
Yasa ABD başkanından dış politikayı oluştururken Çin ile
stratejik rekabeti göz önüne almasını, Çin’i öncelemesini istiyor.
Çin’in Hint-Pasifik bölgesinde bölgesel hegemonya kurmasının
önlenmesini, bunun için Dışişleri Bakanlığında, istihbaratta yeni
kadroların oluşturulmasını ve bir Pasifik Caydırma Girişimi ve
Hint-Pasifik Deniz Güvenliği Girişimi başlatılmasını, askeri
yatırımların Hint-Pasifik’teki siyasal amaçlarla uyumlu olmasını
yasayla bağlayıcı kılıyor. Metin Hint-Pasifik’te askeri dengenin
giderek ABD aleyhine geliştiğini, Çin’in burada deniz gücünü çok
arttırdığını rakamsal verilerle ortaya koyuyor. Bilindiği gibi ABD,
kendisi Hindistan, Japonya ve Avustralya’nın katıldığı Quad denen
bir platform oluşturmuştu. Burada özellikle G. Kore, Filipinler,
Tayland kritik müttefikler olarak gösteriliyor ve ABD ihtiyaç fazla
askeri malzemesinin öncelikli olarak bu bölgedeki müttefiklere
transferi isteniyor.
Yasaya göre tedarik zincirleri Çin dışına çıkarılmalı, bir
Küresel Alt Yapı Koordinasyon Komitesi oluşturulmalı, Çin’in
uluslararası finans kuruluşlarına alternatif olabilecek finans
yöntemleri geliştirilmeli. Her ne kadar Obama döneminin sonundan
itibaren ABD yatırımları geri çekmeye çalışsa da, bunlar ciddi
öneriler. ABD Çin’in medya ve iletişim üzerindeki etkisini azaltmak
için Küresel Angajman Merkezi kurdu. Ayrıca Çin Etkisini Kırma Fonu
oluşturarak bunun için her yıl 300 milyon dolar ayıracak. Burada
Çin’in iş dünyası, üniversiteler, gazeteciler, yerel ve federal
düzeyde yetkilileri etkilemeye çalışması, bunun için başta sosyal
medya olmak üzere hacker'lar aracılığıyla e-postalara ulaşılması ve
bunların propaganda için kullanıldığı iddia ediliyor. Daha çarpıcı
olanı, FBI direktörünün, Çin’i ABD üniversitelerinin dışa açık
araştırma ve geliştirme imkanlarından ve hoca ve öğrencilerinden
faydalanarak bilgi sızdırdığını ve bu tür faaliyetlerin izlenerek
önlenmesi gerektiğinin belirtilmesi.
Çin’in Bir Kuşak Bir Yol projesinin güvenlik çıkarlarını
ilerletmek için kullanıldığını ileri süren metin, bu sayede Çin
ordusunun ülke dışı askeri tesisler oluşturmaya başladığını
belirtiyor. Önlem olarak da, Çin’i engelleyemeyeceği için ülkesinde
Çin askeri tesisi bulunan ya da olanları genişleten hükümetlere
yardımı kısıtlayacak.
Yine bölgesel olarak Hint-Pasifik bölgesinin yanında Latin
Amerika ve Karayipler, Ortadoğu, Afrika, Arktik ABD’nin Çin ile
rekabet için neler yapması gerektiğini yasayla düzenlediği alanlar.
Buralarda Çin’in etkisinin azaltılması gibi hepsi için ortak şablon
bir dil kullanılması kadar, tek tek her bir bölge için neler
yapılması gerektiği de belirtilmiş. Örneğin, Latin Amerika Yatırım
Fonuna ABD’nin katkısının artırılması önerilirken, Ortadoğu
ülkelerinin Çin’den silah, drone vs almalarının engellenmesi,
telekomünikasyon yatırımlarında Çin’in yer almaması konusunda
Ortadoğulu müttefiklerinin “uyarılması” öngörülmüş. Ayrıca, başta
BM olmak üzere neredeyse yeryüzündeki bütün uluslararası örgütlerde
artan Çin etkisini kırmak üzere ABD’nin daha aktif olması ve bu
konuda müttefikleriyle dayanışma içinde olması isteniyor.
Tabii, Biden döneminin bir özelliği olarak Çin’in kendisi dahil
her bölge için insan hakları ve demokratikleşme konusuna dikkat
çekiliyor ve bu konuda ABD yönetiminin daha fazla baskı uygulaması
bekleniyor.
ÇİN İLE KÜRESEL BİR KOPUŞ (DECOUPLING) MU?
Çin bu yasanın geçmesine tahmin edileceği gibi tepki gösterdi.
Özellikle G 7’de alınan karara verilen “küçük bir grup ülkenin
kararlarının belirlediği bir dünyanın çoktan gerilerde kaldığının”
söylenmesi anlamlıydı. Geçen mart ayında Alaska’da yapılan
dışişleri bakanları toplantısında görüldüğü gibi Çin artık ABD ile
aynı hizadan konuşmaya başladı. Yasa niteliği kazanmış ve yürütmeyi
bağlayan bu belgeye yönelik en büyük eleştiri ise Çin ile
ilişkilerde açık bir kapı bırakmaması, adını koymasa da Çin’e
düşmanca yaklaşması ve artık görüşme, müzakere yoluyla varılacak
bir yerin olmadığı fikrine dayanması. Diplomatik temasın kesilmesi
söz konusu olmasa da, küresel sistemin yapısı ve geleceği hakkında
ABD bundan sonra Çin ile uzlaşarak hareket etmeyecek. Bunun dünya
sisteminin tepesinde bir gerilim yaratacağı, rekabeti
keskinleştireceği çok açık. Bundan sonrasında bu sürecin
sonuçlarını daha fazla göreceğiz.
ABD ile Çin arasındaki rekabet görüldüğü gibi bütün alanlara ve
küresel çapta bölgelere yayılmış durumda. ABD, üniversitelerden
altyapı yatırımlarına, medyadan deniz alanlarına, 5G’den, Latin
Amerika’daki yatırımlara kadar her alanda dış politikasını artık
Çin unsurunu gözeterek oluşturmak zorunda. Bu artık yönetimler için
yasal bir zorunluluğa dönüştü. ABD burada belirttiği siyasal,
ekonomik, askeri amaçlara ulaşabilir mi, bunu zaman gösterecek. Ama
zaman zaman metinde kullanılan dil, sanki Çin hegemonik güç de, ABD
ona yetişmeye çalışan, alternatif cazibe merkezi olmaya çalışan,
Çin’e yakın duran ülkeleri kendisine dönmeye ikna etmeye çalışan
bir meydan okuyucu izlenimi uyandırıyor. ABD belli ki bazı konu ve
bölgelerde sahayı Çin’e kaptırdığının farkında.
Bu yaşadığımız, biri kurulduğu günden itibaren hep yayılmacı bir
kapitalist mantığa sahip olmuş, 2. Dünya Savaşı sonrası ise küresel
kapitalizmin hegemonyasını üstlenmiş, yorgun ve zayıflama
belirtileri gösteren bir emperyalist ülke ile barışçıl yükseliş adı
altında, küreselleşmenin sağladığı imkanlardan faydalanarak
ekonomisini geliştirmiş, siyasal sistemini ise sabit tutmuş,
ABD’nin konumuna göz dikmiş, onun zayıflıklarından faydalanarak
alan kazanmaya çalışan pusuya yatmış bir emperyalist güç arasındaki
mücadele. İletişim, siber alan, uzay, enerji, Arktik, coğrafi
bölgeler, sosyal medya, yüksek teknolojili silahlanma gibi çok
geniş alana yayılan bu çekişmeden sıradan insanlara bir fayda yok.
Bu mücadeleyi büyük jeopolitik analizler yaparak izlemek, buradan
sonuçlar çıkarmak mümkün, zaten bu konuda yeterince malzeme var.
Fakat yeni bir “Soğuk Savaş”a doğru giden bu sürecin, ABD yasasında
açıkça belirtildiği gibi, hiçbir şekilde kuvvet kullanmaya izin
verilmese bile, çatışmacı, gerilimi artırıcı ve son tahlilde dünya
toplumları için yıkıcı sonuçlar yaratması ihtimali var.