Sabahın erken saatlerinde onlarca adam bir tepeye doğru tırmanıyor. Hepsinin ellerinde plastik bidonlar, şişeler var. Tepenin üstünde toplananlar kırık oluklar, plastik hortum parçalarıyla bir kaynaktan gelen suyu plastik bir bidonun içine toplamaya çalışıyor. 61 yaşındaki Jorge Rivera da 11 boş şişesiyle birlikte orada. Yaşadığı mahalle bir kaç dakika ötede ve bir haftadır burada ne su var, ne yiyecek ne de yardım eden bir kimse... Tam o sırada başlarının üstünden Ulusal Muhafızların helikopterleri geçiyor. O ve komşuları bu helikopterlere 'su' diye sesleniyorlar; Rivera çaresizce “Bizi unuttular” diye söyleniyor...
Şehrin hemen dışında otobanın kıyısında üç yüz kadar otomobil ve kamyon dizilmiş bekliyor. Kuyruğun ucunda boş bir benzin istasyonu var...
Joey Ramos, iki katlı evinin kapısında dikiliyor. Giriş tamamen sularla kaplı. Elinde bir elektrikli testere var. Su kötü kokuyor. Yine de içinde yüzen balıklar görmüş... Eski bir buzdolabını gondol gibi kullanarak evin önünde geziniyor. Köşedeki fırına saldıranları gördüğünden beri buradan ayrılmıyor, evini yağmacılara karşı korumaya kararlı. “Bir de bana gülüp el salladılar” diye anlatıyor...
Telefon binasının önünde ellerindeki telefonlara eğilmiş bir kalabalık toplanmış. Çünkü burası kentteki çalışan tek wi-fi bağlantısının olduğu yer. İnsanlar yakınlarına ulaşıp bir haber almaya uğraşıyorlar...
Maritza Giol, bir süpermarketin önündeki kuyrukta bekliyor. 96 yaşındaki yatalak annesi için yiyecek bir şeyler bulmak zorunda. Dolapları tamtakır ve yaşlı Innocencia Torres artık sadece sıvı şeyler yiyebiliyor. Maritza içeride biraz pirinç ve çorba konservesi bulmayı umuyor. “Eğer yoksa başa markete gidip tekrar sıraya gireceğim, annemi açlığa mahkum edemem” diyor...
Burası Porto Riko, Amerika Birleşik Devletleri'ne bağlı iç işlerinde bağımsız bir eyalet. Geçen hafta adayı vuran Maria kasırgasından beri bir yıkıntılar imparatorluğu halinde. The New York Times muhabirlerinin aktardığı bu sahneler, küresel ısınmayı neredeyse bilimsel bir yalan ilan etmiş olan Trump yönetiminin, doğal felaketler karsında da ne kadar aymaz olabildiğini gösteriyor.
CNN'deki röportaja “Bize yardım edin, ölüyoruz!” yazan bir tişörtle çıkan Porto Riko valisi bu yüzden, 'Porto Riko'da 'fantastik bir iş çıkarttıklarını' söyleyen Başkan Trump'ın şimşeklerini üstüne çekti tabii ki. 3.5 milyon kişinin yaşadığı adada bir haftadır elektrik, temiz su ve yakıt yok. ABD 10 bin konteynerlik yardımı yola çıktap çoğunu da limana indirmiş ama bir türlü dağıtılamıyor. Vali Carmen Yulin Cruz “Burada yaşanan neredeyse bir soykırıma dönüşmek üzere. Hepimiz ölüyoruz. Mr. Trump, size yalvarıyorum sorumluluk alın ve hayatlarımızı kurtarın” diye sesleniyor.
Dünyanın en güçlü ülkesinin kendi eyaleti olan bir adada yaraları saramaması beceriksizliğini görmezden gelen Başkan Trump'ın ilk yaptığı ise bu durumu 'teftiş' etmek üzere Ortadoğu'da önemli işler başarmış üç yıldızlı bir generali görevlendirmek oluyor. İkinci yaptığı ise, bu dramı ortaya döken valiye ve seçmenlerine çatmak. Tabii yine Twitter üstünden. Başkan'a göre vali zayıf bir liderlik gösteriyor. Porto Rikolular ise kendilerine yardım etmek için gerekli çabayı göstermiyor, “her şeyi başkalarından bekliyorlar”.
Porto Riko'nun Latin nüfusu, dünyayı saran sera gazlarının tetiklediği bitmek bilmez kasırgalardan birinin kurbanlarına dönüşmüşken, kabinesini petrol şirketi yöneticileriyle kurup her fırsatta beyaz Amerikalıların göçmen korkusunu gıdıklamayı adet edinen bir siyasetin işi ağırdan almasında belki de şaşılacak bir şey yok. Amerikan medyası daha ilk dakikalardan 'Trump'ın yoksulları sevmediği' yorumlarına yer vermeye başladı.
İşin bir gerçek yanı da felaketler karşısındaki çaresizliğimiz. Sular yükseliyor, felaketler her gün bir başka yeri vuruyor ve belli ki insanlık hala bunların 'beklenmedik' olduğunu düşünüyor. Yoksa her hafta bir başka kasırganın sahillerini yalayıp yuttuğu ABD'nin bile yetersizliği sadece Başkan'ın beceriksizliği ile açıklanabilir mi. Bu ülke kaynaklarnı seferber etme, uzaktaki yoksullar için yönlendirip yaraları sarma beceresini gösteremiyor. Çünkü, felaketlerin artık hayatın rutin bir gerçeği olduğunu hala kabul etmiyor.
Sadece Amerika'nın değil tabii, her gün bir başka vilayetinden sel, heyelan haberleri gelen Türkiye'nin de derdi bu. Artık küresel ısınmayı durdurmak mümkün değil. Yok edilmiş ormanları yeniden yeşertmek, beton kaplı kentleri toprakla buluşturmak kolay olmayacak. Ama hemen şimdi coşup gelen sulara karşı ne yapmak gerektiğini düşünmek lazım.
Şu günlerde İstanbul'un üstünü kaplayan bulutlar, bir zamanlar olduğu gibi romantik bir sonbaharın işareti değil, bu artık aşikar. Tatlı bir melankoliyle camdan dışarıyı seyrettiğimiz zamanlar geride kaldı. Şimdi barometre her düşmeye başladığında kenti bir 'fırtına' endişesi kaplıyor. Hangi semtte kimin evini, dükkanını su basacak, hangi mahalle mahvolacak onu düşünüyoruz.
Belli ki kentlerin yeniden tasarlanmasının, bütün alt yapıların elden geçirilmesinin vakti geldi. Eminim, kent yöneticileri de şu günlerde zaten bunları planlıyordur...