7 Haziran 2015 seçimlerinin Türkiye’yi daha adaletli, daha demokratik, daha barışçıl ve huzurlu bir yer yapmaya aday sonuçlarının devlet ve toplumun egemen-baskın koalisyonlarınca geçersiz sayıldığı, bununla yetinilmeyip dünyanın başımıza yıkılacağı belli olduğunda bir arkadaşım, “E, haliyle,” demişti başını iki yana sallayarak, “Kürtler, solcular, feministler, hattâ Ermeni falan… seksen milletvekili… bunu bizim yanımıza bırakmayacaklardı tabiî…” ABD Kongre yenileme seçimlerinin sonuçlarına tekrar tekrar bakarken -çünkü bazılarına bakmak çok keyifli- zihnimden böyle menfur fikirler geçmiyor değil. Çünkü ortada müthiş durumlar var. Eğer dünyanın başka yerlerine yönelik merak, sorumluluk ve sahiplenme duygusunu çoktan yitirmiş solun enternasyonalizm bayrağını milliyetçilik çeşitlerinin servis edildiği sofraya masa örtüsü niyetine yaydığı bir dönemde olmasaydık, şu anda kutlama yapıyor bile olabilirdik. Çünkü, bundan sonrası nasıl gelişirse gelişsin, dünyanın en güçlü devletinin Temsilciler Meclisi’nde şu anda, dünyanın her yerindeki hak-adalet savunucularının, ezilenlerin, emekçilerin dostları var.
Nasıl olacak canım, “Amerika” değil mi orası? Önce şuradan başlayalım: Değil. Çünkü Amerika koca kıtanın adı. Kanada da Amerika’da, Paraguay da. Ne ilginç değil mi? Bahsettiğimiz “şey”, Amerika Birleşik Devletleri, ABD. Şuna ağzımızı bir alıştıralım diyorum. “Amerikan emperyalizmi” gerçi Türkiye’de kendini herhangi bir yerinden sol sayan her türlü muhalifin sihirli anahtarı, İsviçre çakısı, artık ne derseniz; ama işte, emperyalist bir devlete en çok çektirdiği ülkelerin de yer aldığı bir kıtanın adını tahsis etmek pek bir emperyalistlik oluyor.
ABD bizim için ne demek? Evet, ABD emperyalizmi. Sihirli anahtar. Şimdilik uzatmıyoruz. Başka? Holywood. Hamburger. Zafer Anıtı. Gökdelenler. Şüphesiz NBA. Solcuysak Kızılderililer, zenginsek Wall Street. Ve Trump. Başka?
Size şimdiye kadar bilinmeyen muazzam bir gerçeği açıklayacağım, değerli okurlar: ABD, “Amerikan emperyalizmi”nden ibaret değil; orada da bizim gibi insanlar yaşıyor. (“Bizim gibi normal insanlar” diyecekken son anda vazgeçtim; basireti bağlanıyor işte insanın bazen.) Ve on milyonlarcası acayip sıkıntılar çekiyor.
Ya bunu biliyor muydunuz: Birçok bakımdan aynı madalyonun iki yüzü sayılan Cumhuriyetçi Parti ile Demokrat Parti arasında birçok bakımdan da büyük farklar var ve hangisinin yönetim düzeyinde ipleri elinde tuttuğu, dünyanın en uzak köşelerine kadar herkesin hayatını etkilemesi bir yana, ABD’de yaşayan yaklaşık 325 milyon insan için kimi zaman hayat-memat meselesi haline gelebiliyor. Bir veri sunayım: Bu seçimde Demokratlardan seçilen kadın sayısı 101, Cumhuriyetçilerde 18; belki bir şey demektir.
6 Kasım seçimlerinde ABD Temsilciler Meclisi’nde öyle bir kompozisyon oluştu ki, Trump’la birlikte kafalarına eseni dizginsizce yapabilmeyi uman beyaz ırkçısı, faşizan gruplar “devlet elden gidiyor” haykırışlarıyla sokağa dökülebilir. Çünkü açıkça “sosyalistim” diyen Latin kökenli mi ararsınız, başı kapalı Müslüman Afrikalı mı ararsınız, Kızılderili, siyah ya da eşcinsel mi, kimden nefret ediyorlarsa hepsinden numune var mecliste. Ve bunlar bazı kritik oylamalarda sonucu belirleyecek konumda olabilirler. Hele bu aykırı unsurlar bir de gruplaşırsa, maazallah.
Tam on dönemdir Kongre’nin müdavimi olmuş Michael Capuano’yu ön seçimde geride bırakarak büyük gürültü koparan Ayanna Pressley, zafer konuşmasında, Demokratların kazanması yeterli değil, dedi, “Bu Demokratların kimler olduğu önemli.” Yani? Gruplaşabilirler! 44 yaşındaki Boston Belediye Meclisi üyesi Pressley, Massachusetss’in ilk siyah kadın temsilcisi. Seçildikten sonra şöyle posta attı: “Görelim bakalım, saçları Afrika örgülü, deri ceketli kadınlar girebiliyor muymuş Kongre binasına!”
Tahayyül etmesi zor: Beş kişiden ikisinin “İslâm Amerikan değerleriyle bağdaşmaz” diye düşündüğü bir ülkenin yasama organında iki Müslüman kadın yer alıyor artık: Michigan’dan Filistinli Reşide Talib, Minnesota’dan Somalili İlhan Ömer.
Sağcıları fitil edecek olan yalnız böyle “sivri” tekil olgular değil. Genel manzara da onlar açısından sinir bozucu. Yukarıdaki veriyi zenginleştireyim: 6 Kasım, “kadınların seçimi” oldu. Demokratların Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu alması, kadınların oyları sayesinde. Kadın seçmenlerin yüzde 60’ı Demokratları, yüzde 39’u Cumhuriyetçileri seçti. Erkeklerde ağırlık tersine, Demokratlara yüzde 48, Cumhuriyetçilere yüzde 50 oy gitti.
Kadınlar yalnız sonucu belirlemedi, mecliste de şimdiye kadarki en büyük temsil gücüne kavuştular. Gerçi hakimiyet yine beyaz erkeklerde; yüzde 20’den 22’ye çıkması beklenen kadın temsili yine çok eşitsiz ve yetersiz, ama gelmiş geçmiş en yüksek oran. Ayrıca, Iowa gibi, tarihte ilk defa parlamentoya kadın temsilci gönderen eyaletler var. Iowa, Guam, Maine, Güney Dakota ilk kadın valilerini, Tennessee ilk kadın senatörünü seçtiler. 435 sandalyeli Temsilciler Meclisi’nde 84, 100 sandalyeli Senato’da 23, Kongre’de toplam 107 kadın vardı -ki, bu gelmiş geçmiş en yüksek kadın temsiliydi-, ben bu satırları yazarken bu sayının 117 veya 118 olması bekleniyordu.
SOMALİLİ MÜSLÜMAN
Başı kapalı, tırnakları ojeli Afrikalı Müslüman İlhan Ömer, bilahare danslarla şenlendireceği zafer konuşmasında şöyle dedi: “Burada, Minnesota’da biz sadece göçmenleri iyi karşılamakla kalmıyoruz, onları Washington’a yolluyoruz.”
Belki “Amerikan emperyalizmi”nin diyarında olmasa heyecanlanırdık, değil mi? Hoşumuza giderdi, “oh” çekerdik, falan… Başkan olacak şımarık zenginin çulsuz, yarı aç, çoluk çocuk bir göçmen kafilesine karşı on beş bin askeri sınıra dizmeye niyetlendiği, beyaz ırkçıların silahlarını kapıp çoktan oraya koştuğu bir ülkede, ailesiyle birlikte Somali’den içsavaştan kaçmış, Kenya’daki korkunç mülteci kampında yeni yetmeliğe ulaşmış, sonra beş parasız ABD’ye göçüp kendini donatmış, meclise seçilmiş bir kadın söylüyor o lafı. Neresinden baksanız rüya gibi. Dünyanın hali morallerimizi bu kadar bozmuş olmasa tadına daha bir varırdık. Fakat o da nesi?! Gireceği yer nihayet “Amerikan emperyalizmi”nin parlamentosu! Bizi ne alâkadar eder!
İlhan Ömer’in yukarıdaki sözü söylerkenki videosunun altına yazılan yorumlarda pek çok insan, herhalde Amerikan emperyalizmi adına hepimizi kandırmakla meşgûldü. Somalili Müslüman mülteci genç kadın tarafından temsil edilecek olmaktan duydukları memnuniyeti belirtiyorlar, bazıları bunu onur duyma seviyesine yükseltiyor, birçoğu da videoyu seyrederken ağladıklarını söylüyorlardı. “Gerçek Amerika işte bu!” diyen de vardı, “Minnesotalı olmaktan gurur duyuyorum,” diyen de. Ve, herhalde ırkçılar için en sinir kaldırıcı olanı, “Maşallah” demekle yetinen de:)
Afrikalı Müslüman kadını seçmiş olmaktan ötürü böylesine sevinen insanların tercihlerini, eylemlerini ve hissiyatlarını yerli yerine oturtabilmek için, İlhan Ömer’in “Minnesota 5. bölge milletvekili adayı” sıfatıyla attığı bir tweet’i aktarayım: “İsrail dünyayı hipnotize etti, Allah insanları uyandırsın ve İsrail’in yaptığı kötülükleri görmeleri için onlara yardım etsin.” ABD egemenleri ve sağcıları için acaba bu mu daha korkunçtur yoksa İlhan Ömer’in parasız eğitimi savunması mı?
SOSYALİST LATİNO ALEXANDRIA
Annesi Porto Rikolu, babası -namlı muhit- Bronxlu sosyalist Alexandria Ocasio-Cortez, Ekim ayında 29 yaşına girdi. Gelmiş geçmiş en genç Kongre üyesi. Eski Başkan Barack Obama ile yardımcısı Joe Biden’ın bizzat destek oldukları, İllinois’den seçilen 31 yaşındaki siyah Lauren Underwood da meclise girmiş en genç siyah kadın.
Ocasio-Cortez dışında Kongre’ye giren iki “Latino” kadın daha var, ikisi de Teksas’tan: Veronica Escobar ve Sylvia Garcia.)
Alexandria, seçim kampanyasını “Benim gibi kadınların seçimlere girmeyeceği farz edilir” düsturu üzerine kurmuştu. Haziran’daki ön seçimde, barmaid’liği bıraktıktan kısa süre sonra, partinin on dönemdir milletvekili olan ağır topu Joe Crowley’yi alt etmiş, bu muazzam ön seçim başarısıyla aslında Kongre üyeliğini garantilemişti. Çünkü seçime gireceği New York 14. Bölge’de seçmenlerin yarısı göçmen, Demokratların kazanacağı kesindi. Nitekim 128 bin civarındaki toplam oyun 100 binini aldı: yüzde 78! Seçim kampanyası boyunca, sonucu garantilemiş biri olarak kenara çekilmedi, başka adayların başarısı için çalıştı. Yerleşik politikacı tipi değil, adalet mücadelesi yürüten bir militan zaten.
Zafer konuşmasında, “bir kampanya veya seçim günü”nden bahsetmiyoruz" dedi, “bu bir hareket. Amerika Birleşik Devletleri’nde toplumsal, ekonomik ve ırksal adaleti hedefleyen daha geniş bir hareket.” Alexandria, “Hepimiz gayet iyi biliyoruz ki,” diye ekledi, en büyük mesele, “sağ ile sol değil, kırmızı ile mavi [Cumhuriyetçiler-Demokratlar] değil, alt[takiler] ile üst[tekiler]. Doğru ile yanlış.” En çok tekrarladığı slogan: Kendi evimizi temizlemeliyiz.
FİLİSTİNLİ REŞİDE
İsrail’in kötülüklerini vurgulayıp duran Afrikalı Müslüman yetmiyormuş gibi, bir de zafer kutlamasında omuzlarına Filistin bayrağı sarılan Filistinli girdi ABD Kongresi’ne. 14 kardeşin en büyüğü Reşide Talib’in sırtına bayrağı koyan, biraz sonra da zılgıtlara en yüksek perdeden katılan annesi. Detroit doğumlu Reşide Talib’in babası da Filistinli. Reşide, 2016 başkanlık seçiminde Trump konuşurken konuşmasını kesen protestoculardan biri. “En belalı kabadayı”yla dövüşmeye hazır olduğunu tekrarladı seçilince.
Talib, “seçime buraya ait olup olmadıklarını sorgulayan oğullarım için girdim” dedi. Şimdi seçildi. Dolayısıyla oğulları kendilerini “oraya ait” sayacaklardır. Seçilmiş annelerini, dokunulmazlığını kaldırıp hapse atınca da bu oğullar kendilerini oraya o kadar da ait saymayacaklardır. Basit değil mi? Fakat Amerikan emperyalizmi öyle yaptığına göre biz yapmamalı mıyız acaba?
Reşide Talib, hak mücadelesinin göbeğindeki bir insan. Özellikle ABD egemenlerinin halkı yoksun bırakmaya çalıştığı sağlık sigortası ve sosyal sigorta gibi konularla uğraşıyor, saati 15 dolarlık asgarî ücretten yana, büyük şirketlere yapılan vergi kıyaklarına karşı. “Her şeye insan hakları penceresinden bakarım” diyor, Filistinlilerin mücadelesiyle ABD’deki yurttaş hakları mücadelesinin birbirinden pek de ayrılmayacağını söylüyor, Martin Luther King’e gönderme yaparak. Bildiğin münafık yani.
KIZILDERİLİLER!
Destekçisi ayrıcalıklı varlıklı kesimler kadar Trump’ın da pek sinir olacağı yeni milletvekili, New Mexico’dan seçilen Deb Haaland. Trump’ın başkanlıktan azledilmesi için kampanya yürütenler arasındaydı. Kızılderili kadınlar tarihte ilk defa parlamentoya girebiliyor. İki kişiler. Öteki Kansas’tan Sharice Davids. Hâlihazırda ABD Kongre’sinde yalnız Oklahoma’dan iki Kızılderili var; Cumhuriyetçi (MHP’li Ermeni gibi bir şey olmalı) iki adam. Bu seçimlerde, görülmemiş sayıda Kızılderili aday yarıştı.
Deb Haaland, herkese sağlık sigortası, saati en az 15 dolarlık asgarî ücret ve yenilenebilir enerji gibi hedefler için mücadele ediyor. Yani Filistinli Reşide ile mecliste pekâlâ yan yana oturabilir, beraberce el kaldırabilir. Siyaset âleminde tecrübeli bir hukukçu. Demokrat Parti eyalet örgütünde başkanlık yaptı. Tek başına çocuklarını yetiştirirken hukuk da okudu. Kızılderili kabilelerinin ve örgütlerinin desteği arkasında.
Sharice Davis ise Amerikan sağcısı delirtmek isteyen için pek uygun şahsiyet: hem Kızılderili hem kadın üstelik lezbiyen. (Lezbiyenliğini açıklamış ikinci kadın Kongre üyesi.). Washington âlemlerinde tecrübeli: Beyaz Ev’de çalışmış bir avukat. Bu sıfatı onu azıcık evcilleştiriyorsa da, aynı zamanda profesyonel karma savaş sanatları (MMA) dövüşçüsü oluşu yine kurulu düzencilerin saçlarını diken diken edebilir. Kansaslı bir Cumhuriyetçi onu “radikal sosyalist kickboksçu lezbiyen Kızılderili” diye tanımladı ve “rezervasyona [Kızılderilililerin tıkıştırıldığı bölgeler] geri gönderileceğini” ileri sürdü. Kendisi kalkışmasa iyi eder herhalde.
Kadın değil ama Colorado’nun Demokrat Partili yeni valisi Jared Polis’in adını da araya sıkıştırayım, zira Davis’in lezbiyenliği her kurcalandığında onun da lafı geçecek muhtemelen. Polis, adayken, idam cezasının kaldırılmasını istedi, bireysel silahlanmanın sınırlandırılmasını savundu, eşcinselliğini açıkladı. Ve seçildi. New Hampshire ve Minnesota’dan da eşcinsel olduklarını gizlemeyen adaylar meclise girdi.
Evet, dünyanın çok önemli bir yerinde bir şeyler oluyor. Buradaki 7 Haziran ertesine benzer bir hınç ve rövanş saldırısıyla ezilmezse, tam da, isterseniz öyle ifade edelim, “emperyalizmin sinir merkezi”nde dünyanın muktedirleri açısından can sıkıcı bir dinamik gelişiverdi. İshal ve baş ağrısı hariç her melaneti Amerikan emperyalizminden bilen, morali bozuk Türkiye vatandaşları olarak bile “haydi hayırlısı” diyebiliriz.