Amerika Birleşik Devletleri’ndeki müesses nizamın düşünce
kuruluşu tanımını ziyadesiyle hak eden RAND Corporation geçen hafta
bir Türkiye raporu yayınladı. Türk medyası şaşırtıcı biçimde
"Türkiye’nin Milliyetçi Rotası: ABD-Türkiye Stratejik
İlişkileri ve ABD Ordusu açısından sonuçları" başlığını
taşıyan raporu atladı. Hükümet güdümündeki medya organlarından
sadece biri raporu "İşte ABD’nin yeni Türkiye politikası"
gibi beylik bir manşetle haberleştirdi. Oysa raporda
Washington’daki -başkanlık ofisi dışındaki- devlet kurumlarında
Ankara’ya yönelik son yıllarda neredeyse kurumsallaşan kanaatlerin
derli toplu ifadesi dışında yeni bir politikaya dair ciddi bir
işaret yok. Aksine, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın yönetimindeki
Türkiye’nin Batı açısından "zor bir müttefik" olmaya devam edeceği
tespitiyle buna rağmen ABD’nin ipleri kopartmadan Ankara’yı
özellikle askeri ilişkiler üzerinden eksende tutma ihtiyacına
vurgu yapan tavsiyelerin buluştuğu bir rapor olmuş.
RAND Corporation 1946'da doğrudan Amerikan Hava Kuvvetleri
tarafından finanse edilen bir araştırma projesi olarak kuruldu.
1948 yılında Ford Vakfı tarafından finanse edilmeye başlanınca
bağımsız bir düşünce kuruluşları kategorisine terfi etti. Ancak ne
kadar bağımsız olduğu tartışmalı. Zira bugün hala RAND'in proje ve
raporlarının büyük bölümü Amerikan federal hükümeti tarafından
finanse ediliyor. Yıllık 345 milyon dolarlık gelirinin sadece yüzde
17 kadarı devlet kurumları dışından geliyor. Pentagon, ABD Ordusu
ve ABD Hava Kuvvetleri’nin yanı sıra İç Güvenlik Bakanlığı RAND’in
çalışmalarına hatırı sayılır miktarda para yatıran kurumların
başında geliyor. Bu yazıda bahsi geçen raporun da bizzat ABD Ordusu
tarafından finanse edildiği açık biçimde belirtilmiş. Zaten RAND’in
çalışmalarının yüzde 98’i kamuoyuna açık. Dolayısıyla bu raporlarda
bahsedilenlere devlet sırrı muamelesi yapmak biraz da bizimkisi
gibi komplo meraklısı ülkelere has bir gelenek.
Son yıllarını Türk-Amerikan ilişkilerinde yaşanan çatlakları
araştırıp analiz ederek geçiren bir gazeteci olarak 243 sayfalık
RAND raporundaki tespitler için olsa olsa "herkesin bildiği sırlar"
diyebilirim. Yine de meraklıları için 2020 başı itibarıyla bu
ilişkinin nerede durduğunu hatırlamak açısından bir hafıza
tazelemesi sayılabilir. Raporun tamamen Amerikan çıkarlarını
pekiştirme hedefine yönelik bir egzersiz olduğunu unutmadan
filtrelenerek okunması şartıyla.
Raporda tartışmasız en can alıcı paragrafı
şu: "Türkiye'de yaşayabilir bir muhalefet lideri ya da
koalisyonunun ortaya çıkması durumunda Erdoğan ve AKP 2023'te
iktidardan söküp atılabilir. Bu durumda Türkiye'den daha uzlaşmacı
bir yaklaşım beklenebilir çünkü 2018'te parlamentoya seçilen üç
muhalefet partisi de NATO ve AB ile ilişkilerin canlandırılmasına
yönelik çağrılarda bulunuyorlar. Yine de kamuoyunda var olan ABD ve
AB'ye yönelik derin şüpheler gelecekte Türkiye ile varılacak olası
bir uzlaşmanın hızını ve kapsamını sınırlayabilir."
Yukarıdaki tespit esasında benim 2017-2019 döneminde
Washington'da pek çok farklı kurumdan haber kaynağı ile yaptığım
sohbetlerde duyduklarımın lisan-ı münasip ifadelerde kağıda
dökülmüş hali. ABD Başkanı Donald Trump dışında Washington'da
Erdoğan'ı seven tek bir politika yapıcıya rastlamadım. Erdoğan'ı
sevmeseler de Erdoğan'lı Türkiye'nin zaman zaman Amerikan
çıkarlarına hizmet ettiğini düşünen şeytani zihinlere
rastlamışımdır. Ancak nihayetinde onlar da yeminli Erdoğan
karşıtları da hep aynı tespitte buluşurdu: "O
iktidarda kaldıkça Türk-Amerikan ilişkileri ne uzar ne kısalır,
bugünkü gibi ite kaka idare ederiz."
RAND raporunda Savunma Bakanı Hulusi Akar'a yapılan atıflar da
Pentagon koridorlarında konuşulanların bir özeti. Akar'ın ABD
açısından Erdoğan hükümeti içinde anahtar bir muhatap olduğu
hatırlatılırken Washington'ın Akar'a oynamaya devam etmesinin
isabetli olacağı vurgulanıyor: "ABD ordusu ile TSK
liderliği arasındaki diyalog -Türk Savunma Bakanı Hulusi Akar'ın
artan önemi dikkate alınarak- derinleştirilmeli ve ABD-Türkiye Üst
Düzey Savunma Grubu yeniden canlandırılmalı."
ABD ordusunun Türkiye'ye Ulusal Güvenlik Üniversitesi'ndeki
müfredat konusunda destek olması ve TSK'nın askerlerini ABD'deki
okullara göndermeye devam etmesinin teşvik edilmesi yönündeki
tavsiyeler ise çok tanıdık. Amerika, Ankara'da güvenlikçi
politikaların zirvede olduğu böyle bir dönemde çıpayı
askerden-askere ilişki üzerinden sağlama alma niyetinde. Ankara'nın
Moskova ile yakınlaşmaya ve savunma alanında kendi kendine yetme
yönündeki çabalarına rağmen Türkiye'nin en azından önümüzdeki 10
yıl boyunca Amerikan askeri ekipmanına muhtaç olacak olmasını
mevcut askeri ilişkiyi daha da derinleştirecek bir manivela olarak
görüyorlar.
RAND raporunda Türk ordusu içindeki orta seviyedeki askerlerin
mevcut komutadan son derece rahatsız olduğu ve 15 Temmuz sonrasında
ordu içinde yaşanan tasfiyeden endişeli olduğu yönündeki haberlere
de yer verilmiş. Orta kademedeki bu rahatsızlığın bir noktada başka
bir darbe girişimine dahi neden olabileceği tespiti yapılırken
Erdoğan'ın bu tehlikeyi ciddiye aldığının anlaşıldığı not
edilmiş.
RAND raporuna göre Türkiye'nin geleceği için dört potansiyel
senaryo mümkün:
1- Zor müttefik: Türkiye zor ve hatta
bazen mütereddit müttefik olmayı sürdürür ancak NATO operasyonları
ile politikalarına ve İttifak'ın kolektif güvenlik garantilerine
bağlı kalır. Avrupa ve ABD ile ilişkiler "al-ver"e dayalı kalır ama
farklılıklar büyük yarılmalar olmadan yönetilir.
2- Dirilen demokrasi: Bir muhalefet lideri
ya da koalisyonu 2023'ten sonra Erdoğan'ı yenmeyi başarır, 2017'de
oylanan anayasa değişikliklerini geri sarar, daha çok Batı'ya
yönelen bir dış politika ve güvenlik politikasına döner.
3- Stratejik cambaz: Türkiye daha açık bir
biçimde NATO müttefikleri ile ilişkilerini Avrasya'daki gelişmekte
olan ortaklarıyla (Rusya, İran, Çin) dengelemeye yönelir.
4- Avrasya gücü: Avrupa ve ABD ile
arasındaki şüpheler ve politika farklılıkları bir kırılma noktasına
ulaşır. Türkiye resmen NATO'dan çıkmak, Avrasya ve Ortadoğu'daki
ortaklarıyla muhtelif ortaklıklar için harekete geçer. Bu durum
daha uzak ve çok daha çekişmeli ilişkiye neden olduğu gibi askeri
vukuatlar riskini de getirir.
Rapor bu senaryolardan hangisinin daha yüksek olasılık olduğuna
ilişkin bir öngörüde bulunmuyor. Ancak Erdoğan dahil tüm Türk
liderlerin ülkenin güvenliğini sağlayacak en makul ve yaşayabilir
çerçevenin NATO olduğunu bildiğinin altı kalın kalın çiziliyor.
Raporu yazanlar Türkiye'nin bugünkü şartlarda yer yer NATO yerine
Rusya ile çalışmayı tercih edecek, öngörülemez bir ortak olarak
kalacağından emin. Bir de Amerikan savunma politikalarının
planlayıcılarını İncirlik Üssü ile Türkiye'deki diğer Amerikan ve
NATO tesislerinin geçici -ya da hatta kalıcı- kaybına karşı
hazırlıklı olmaları konusunda uyarıyorlar!