Kürenin yedi gününde bu hafta, ABD’nin 46’ncı Başkanı Joe Biden’ın devir teslim töreni gündemde üst sırada yer aldı. Biden ve yardımcısı Kamala Harris’in göreve başlayacak olmasını diğer dönemlerden ayıran, bir önceki başkan Donald Trump’ın gitmekte direnmesiyle bazı ilkelere imza atması ve ülkede yarattığı siyasal ayrışmanın biteceğine dönük umuttu.
Gündemin öne çıkan diğer bir başlığı Avrupa Birliği (AB) ile Türkiye ilişkileriydi. Ankara ile Brüksel arasındaki ilişkilerdeki tıkanma, ayrışma son yıllarda görünürlük kazandı. Türkiye’de iktidar zaman zaman AB’ye meydan okuyan çıkışlar yapıyor olmakla beraber, hem Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın hem de dışişlerinin Türkiye’nin AB üyeliğini önemsediğine dönük açıklamaları son dönemde sıklaşmaya başladı. Siyasi otoritenin bu çıkışında ABD’deki yönetim değişikliği kadar, ekonomik olarak sıkışmışlık da etkili. Bu çerçevede Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, 21 Ocak’ta AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ve bazı komisyon üyeleriyle Brüksel’de bir araya geldi. AB’nin Türkiye’den “jest, eylem görmek istiyoruz” uyarısı henüz Brüksel’de yankılanırken, Osman Kavala ve Gezi Davası’nda beraat kararının bozulması, Brüksel’in talebinin şimdiden suya düştüğüne yorulabilir.
Küresel gündemde zaman zaman üzerinde durulmakla beraber, Trump’ın başkanlık pratiği ve 3 Kasım seçimleri sonrası tutumu, toplumsal ayrışmalar ve siyasetin bunu perçinleyen dili konusunda önemli ipuçları sunuyor. Bu hafta tüketici tercihlerine kadar yansıyan toplumsal ayrışmayı ABD’de yapılan bir araştırma üzerinden ele alacağız.
HAKİKAT ÖTESİ VE YENİ SİYASET
Siyasi liderlerin kendilerine oy verilmesi için vaatlerini, siyasete yüklediği anlamları izah etmesi, oy verenleri ikna için başvurdukları bildik yöntemler. Bununla beraber son 20 yılda ayrıştırıcı dil, Türkiye dahil pek çok ülkede seçime giden zaferin anahtarı olarak görülüyor. Bu noktada liderlerin kendilerini en doğru, en mazlum, en hakkı yenmiş grubun temsilcisi gibi sunmaları yetmediği için karşıya bir öteki konuluyor. Öyle ki bu öteki, düşmanlaştırıcı ifadelerin hedefi oluyor. Seçim sona erdiğinde daha kucaklayıcı bir dille ötekileştirmeye dönük pratiğin son bulacağını ummak yine son on yıldaki pratikte artık pek mümkün görünmüyor.
Seçim sürecinde sarf edilen sözler, hedef göstermeler, kitleleri ikna için seçilen kolay, ancak tehlikeli bir yöntem. Liderler sonuçları önlerine koyduklarında kabineler oluştuğunda bitecek sanılan ayrışma, bitmiyor. Öyle ki liderin kendisi adeta kutsanırken, onun hedef gösterdiklerine saldırmak, nefret söyleminde bulunmak, şiddet uygulamak, hakkını yemek adeta bir “liderimi en çok ben seviyorum” ritüeline dönüşüyor.
Söz konusu durumun yaşandığı yerlerden biri 2016’da Donald Trump’ın başkanlık koltuğuna geldiği ABD. ABD'de ırkçılık da eşitsizlik de Trump ile başlamadı. Daha önce var olan bu fay hatları, Trump’ın bazen suskunluğu, bazen teşvik edici söylem ve eylemleriyle pekişmeye başladı. Aynı dönemde post-truth, hakikat ötesi kavramı da aşırı biçimde kullanılmaya başlandı. Hakikat ötesi, objektif bir gerçeklik karşısında halk kitlelerinin kişisel duyguları ve çeşitli çıkarların ağırlık kazanması ile nesnel gerçekliğin silikleştirilmesi ve kamuoyunu etkilemesi olarak tanımlanıyor. Yani duyguların, çıkarların var olan gerçeği çarpıtması, deforme etmesi. Kavramın evveliyatı 1992’ye kadar uzanıyorsa 2016’da Trump dönemiyle beraber daha sık kullanılır oldu. Bunun nedeni, Trump’ın kendisi dahil, başkanlık süreci boyunca yönetiminin gerçekleri çarpıtması, bilimi yok sayması, adaleti ötelemesi ve bunu bir meziyet gibi sunması…
Trump döneminde baskı altında olduğu sır olmayan Ulusal Alerji ve Enfeksiyon Hastalıkları Enstitüsü Müdürü Dr. Anthony Fauci’nin Biden’ın göreve başlamasının ardından yaptığı basın toplantısında kendisini daha rahat hissettiğini söylemesi, “bırakın bilimsel gerçekler konuşsun artık” demesi de aslında son dört yılda ABD’de gerçekle nasıl oynandığı ve buna direnen isimlerin neler hissettiği konusunda fikir veriyor.
GENÇLER ŞİRKETLERE ÖNCE AHLAK VE EŞİTLİK DİYOR
Siyasal yaşamda görülen bu değişim, toplumsal kutuplaşma; ekonomisi tüketim ve şirketler üzerine kurulu ülkede yeni bir araştırmaya konu oldu. Morning Consult’tan Victoria Sakal’ın bir anket çalışmasına dayanan incelemesi, ABD iş dünyasına toplumdaki dönüşüm konusunda bazı mesajlar veriyor.
Sakal’ın incelemesine göre ankete katılanlar Biden’a ABD kurumlarından daha fazla güveniyor. Bu sonucun çıkmasında özellikle geçiş sürecince yaşanan karmaşa ve Trump’ın yanlı tutumunun etkili olduğu ifade ediliyor.
İlginç olan bir diğer faktör, şirketlerin ve bazı CEO’ların toplumsal süreçte rol üstlenip üstlenmemesi gerektiğine dönük soruda görülüyor. Burada 2000 ve sonrasında doğanların yüzde 75’i iş dünyasının toplumsal konulardan uzak durması gerektiğini söylüyor. Buna karşın tüm yetişkinlerde bu oran yine o kadar yüksek olmasa da yüzde 60 düzeylerinde çıkıyor.
Siyasetten uzak durması salık serilen “şirket yöneticilerinin topluma örnek olması, ayrımcı ve dışlayıcı pratiklerden uzak durması gerekir mi?” sorusunaysa çalışmaya katılan her 10 kişiden 7’si “Evet” diyor.
Araştırmada dikkat çeken toplumsal gerilimlere, çatışmalara konu olan sağlık sigortası, ücret eşitliği, ırksal eşitlik, cinsel yönelim gibi konuların kişilerin şirket tercihlerine etki ettiğinin görülmesi. Araştırmaya göre ankete katılan 10 kişiden 8’i çalışanlara dönük politikasının şirket seçiminde etkili olduğunu düşünüyor. Şirketin ırksal eşitliğe önem vermesinin tercihlerine etki ettiğini belirtenlerin oranı yüzde 70. Son dönemlerde göz ardı edilemez bir sorun haline gelen iklim krizi ve çevre politikasına duyarlı şirketlere yöneldiklerini söyleyenlerin oranıysa yüzde 71.
Dikkat çekici bir başka başlık Gen Z denilen, 6-24 yaş olan ve nüfusun 68 milyonluk kısmını oluşturan, grubun, şirketlere karşı daha sert bir tutum içinde olması. Bu gruptakilerin büyük bir kısmı tüketim alışkanlıklarında ve firma tercihlerinde iki faktörün etkili olduğunu söylüyor. Birincisi, firmanın etik dışı ve uygunsuz ilişkilerinin olup olmaması. İkincisi, şirketin politik pozisyon alması ve toplumla bu politik duruşa göre ilişki kurması. Yani Gen Z grubu şirketlere, politikayı işlerinize bulaştırmayın, ahlak dışı davranmaktan vazgeçin, uygunsuz ilişkilerinize son verin diyor.
ABD’de toplum, hâlâ bir markayı savunmak için ekstra harcama yapmayı ya da onu boykot etmeyi tercih etmiyor. Buna karşın özellikle yeni kuşakla beraber, şirketlerin çevre, çalışan politikası, ırksal eşitlik ve toplumsal duyarlılığının önemli olduğunu düşünenlerin oranı artıyor. Yani eskisinden farklı olarak, şirketlerin ürünleri kadar bunları nasıl ürettiğine, bunları üreten çalışanlara nasıl davranıldığına, çevreyle nasıl bir ilişki kurulduğuna, kâr için ahlakın sümen altı edilip edilmediğine önem veriliyor.
Özetlemek gerekirse, ABD’de ekonominin şirketler ve tüketim üzerine kurulu yapısı, halihazırda toplumsal bir mercekle yeniden inceleniyor. Siyasal alanda Trump dönemiyle beraber kutuplaştırıcı söylem, firma seçimleri konusunda yavaş da olsa etki gösteriyor. Özellikle 1995 sonrası doğan nesil, şirketleri yalnızca iş ve kâr kapısı olarak görmüyor. Bu şirketlerden beklentileri de oldukça açık. Yeni neslin tercihleri dikkate alındığında aslında siyasal alanda görülen ayrıştırıcı söylemlere, dışlayıcı tutuma karşı, daha birleştirici bir talepte oldukları ve geleceğin siyasetine de bu yönde bir mesaj vermeye çalıştıkları söylenebilir. Peki siz alışveriş yaparken şirketlerden ne bekliyorsunuz?