ABD’deki isyan bizim neyimiz olur?

ABD’deki bugünkü ikinci isyan dalgası ve onunla dayanışma eylemlerinin niteliksel farkı, ırkçılık sorunundan patlak verdiği için yoksul-emekçi kesimler arasında daha fazla ağırlığı bulunan “beyaz olmayan” ezilenin eylemin ve söylemin merkezine yerleşmesi, bunun da Y kuşağının siyasi deneyim ve sezgileri sayesinde ayrışmadan ziyade kapsayıcılığı ciddi ölçüde arttıran bir dinamiğe dönüşmesidir.

Abone ol

Ali Ekber Doğan*

Kendimiz mi yoksa başkaları için mi kapıldığımızı bilmediğimiz korku ve kaygılarla beslenen bir kapanma ve kapatılma sürecinden çıkıyoruz. Bu çıkışın erken ve kontrolsüz olduğu söylense de, ikinci dalgaya kadar yaşadıklarımızı yeniden gözden geçirmeye ihtiyacımız var. Sanayi, inşaat ve temel yeniden üretim işlerinde çalışanlar dışında kalanların evlerine kapanması, zaten tekleyen ekonomiyi büyük bir sarsıntı yaşanmadan çıkamayacağı yeni bir çöküşe itmiş oldu. Hangi uzun vadeli krizin devamı olduğundan emin olamadığımız bu iktisadi çöküşün daha fazla işsizlik, yoksullaşma ve mülksüzleşme anlamına geldiğini milyonlarca insan bir kez daha yaşayarak gördü.

Salgının kapatmaya dönüştüğü noktadan itibaren, birçok şeyin değişeceği noktasında mutabık olsalar da eleştirel düşünürler ve sosyal bilimciler arasında iki temel eğilim ortaya çıktı. Birinci grup, Zizek’in başını çektiği, anda kapitalizmden kopuş ve komünizme geçişin potansiyelini gören iyimserlerdi. Devletlerin demokratik kamusal hayatı kolaylıkla askıya alabildikleri üzerinden; ‘Geçmişler olsun. Girdiğimiz bu totalitarizm yolundan çıkış imkansız hale geliyor’ minvalinde yazılar yazan Agambengiller de ikinci (kötümserler) grupta yer aldı. Kapatma kararı alsın ya da almasın iktidarda bulunanların oyları artıyordu. İstisnalar olabilir ama genel eğilim bu yöndeydi.

KÖTÜMSERLERİ HAKLI ÇIKARAN EMARELER

Yaşadığım Almanya’da kurumsal siyasette yaşananlar üzerinden konuşacak olursam, iktidarın büyük ortağı Hristiyan Birlik partileri Mart ayında yüzde 27’ye inmiş oylarını yarı yarıya arttırıp yüzde 39-40 bandına otururken, yoksul-emekçi sınıfların gelecek kaygıları ve maddi kayıplarına öfkelerini iktidara karşı siyasi bir tepkiye dönüştürme işini aşırı sağcı ve neo-faşist çevreler üstlenmiş görünüyordu. Aşırı sağcılar, yaydıkları bilginin tutarsızlıklarla malül-yüzeysel yapısına karşın, açıklayıcılığı ve kuşatıcılığı yüksek, kendilerini saf-masum-mağdur özneler haline getiren komplo teorilerine dayalı güçlü bir salgın-kapatılma karşıtı söylem kurmaktaydı. Bu komplocu söylemin beslendiği hikayeleri biraraya getirdiğimizde ortaya genel hatlarıyla şöyle bir hikaye çıkıyor: ‘Dünya hakimiyetlerini yeni bir faza geçirmek isteyen bir takım güçler (Çin, ABD, Rusya, İngiltere, Bill&Melinda Gates, DTÖ, Yahudi Lobisi vb.) ayrı ayrı veya bazıları birbiriyle gizli işbirlikleri yaparak insanları evlerine kapatmışlardı. Hükümetler de ulusa ve onunla eşanlamlı olarak halka ihanet içinde, sıralanan güçlere ve onlarla işbirliği içindeki işbirlikçi “elit”lere hizmet ediyordu’. Bunların çözümü de basitti: ‘Daha fazla kapatıldığımız yerde kalmak, işsizlik ve yoksulluk çekmek yerine, daha az global, daha milli bir ekonomi kurulursa işsizlik, yoksulluk, kültürel yozlaşma gibi hastalıklardan bağışık bir vatanda yaşanabilir’.

Komplocu bakış açısıyla üretilen bu tür hikayelerin Türkiye’de de benzer içeriklerle alıcı bulduğu söylenebilir. Fakat mevcut iktidar bloku aşırı sağın hemen tüm bileşenlerini içerdiği için bunun yoksul-emekçi kesimleri sokağa çağıran bir kanala akmadığı, daha ziyade bir an önce normalleşme beklentisiyle düzenle buluştuğu söylenebilir.

Devletlerin kamusal hayatı istedikleri gibi açıp kapatması, Almanya, ABD gibi ülkelerde aşırı sağın sokaklardaki artan görünürlüğüyle birlikte düşünüldüğünde; “Bu sürecin sonunda daha otoriter, totaliter bir dünyada yaşayacağız” diyenler haklı çıkmış görünüyordu. Covid-19 salgını sonrası birinci kapatma dalgası ardında böylesi kesif bir pislik kokusu bırakırken bambaşka bir hadise oldu. Kuzey Amerika’dan esen isyan rüzgarı bu havayı dağıttı.

ABD'DEN ESEN YENİ İSYAN RÜZGARI

İnsanın kaderini eline alan, bunun için eyleyen, dönüşen, dönüştüren bir özne de olabileceğini gösteren bir isyan, neoliberal öznenin serpilip geliştiği ABD’de patlak verdi. ABD’nin nefessiz bırakılarak katledilen ezilenleri ayağa kalktıkça, onların anti-faşist ve anti-kapitalist dostları da ferah bir nefes almış oldu. Kuytulara çekilmiş eşit-özgür dünya umudu sokaklara geri döndü. İngiltere, Almanya, Hollanda, Yunanistan, Lübnan, Brezilya gibi pek çok ülkede de ABD’deki isyana destek için sokaklara dökülen milyonlar bu durumun en güçlü ifadesi oldu. Türkiye’de son birkaç yıldır yapılamayan yürüyüşlerin son iki haftaya denk gelmesi de başka şeylerin yanında, bu güçlü nefesle ilgilidir.

ABD’nin Minnesota eyaletinde patlak veren “Siyah Hayatlar Önemlidir” isyanı, insanların ırkçılık belasıyla boğuşmak zorunda olduğu ülke çapına yayıldı. Sokağa çıkma yasaklarına rağmen çoğunluğu genç, milyonlarca insanın eylemleri bir aya yakın süredir kitleselliğini korudu. Taleplerini geliştirdi, hatta Seattle’da halen sürmekte olan Gezi benzeri ve adına CHAZ/CHOP denilen bir otonom işgal bölgesi kurdu. Irkçılık-polis şiddeti-salgın-ekonomik krizin aslında neoliberal kapitalizmin birbiriyle kesişen, iç içe geçen farklı somutlaşmaları olduğu konusu son 3 ayda çokça tartışıldı.

Zaman ve mekan olarak kimi zaman birbirini kesen, kimi zaman birbirinden ayrılan bu olguların tamamının sistemin ürünü olduğunun çarpıcı biçimde idrak edilmesine neden olan şok edici George Floyd cinayeti, bir anda milyonlarca insanı çözümün tek mümkün yolunun isyan etmek olduğuna ikna etti. Devrimci isyanın o öngörülemez ve kontrol edilemez sihirli anı geldiğinde, sıraladığımız kangrenleşmiş sistemik sorunların eskisi gibi yönetilmesini de imkansız kılmış görünüyor.

ÇOK BOYUTLU MEDENİYET KRİZİ

Sınıfsal eşitsizliğin çoğunlukla emekçileri bölen sistematik ırkçılıkla berkitildiği bir sistem olan kapitalist medeniyet, son yıllarda kendi demokratik illüzyonlarını terk edip, neo-faşist lümpen siyasetçilerle yol açmaya çalıştı. Bu durum, iklim krizini de geri döndürülemez bir noktaya vardırdı. Şimdi de ekonomiyi çöküşe götüren bir salgın hastalıkla karşı kaşıya kaldı. Salgınla derinleşen ekonomik çöküntünün yarattığı yoksullaşma ve işsizlik, günde yirmi yalan söyleyebilen bir lümpen demagogun yönettiği ABD’de iyice pervasızlaşan ırkçı polis zorbalığına karşı isyanı da daha katmanlı, derinlikli ve uzun süreli kılıyor. Başka bir ifadeyle, mali oligarşinin egemenliğinin ve neoliberal yağmanın sürdürülebilmesinin gereği olarak sırtı sıvazlanan lümpen neofaşistlerin yönetimde bulunuyor olması, sınıfsal-cinsel-ırksal eşitsizlikler ve tahakküm ekolojik krizin yarattığı felaketler, salgınla ve ekonomik çöküşle döne döne birleşip, dünyayı hava çıkışı tıkanmış bir düdüklü tencere misali kaynatıyor.

Yapısallaşan sorunlar karşısında neofaşist iktidarların çözüm vaat etmiyor olmaları da kapitalist medeniyetin bütününü sorgulayan sosyal patlamaların döngüsünü hızlandırıyor. Onların önerebileceği tek çözüm içeride ve dışarıda bir savaş dalgasıyla her şeyin sıfırlanması olabilir. Ki bu da iktisadi çöküş idrak edildikçe daha güçlü bir olasılık haline gelecektir.

Bu yüzden 5-10 yıl içerisinde geçmiştekilerden çok daha büyük ve senkronize isyan dalgalarının yanı sıra, büyük göçler ve iç çatışmaların da yaşanacağı, krizin devletlerle toplumları daha keskin biçimlerde karşı karşıya getireceği öngörülebilir.

Son 10 yılı göz önünde bulundurarak, bu dinamiklerin vaat ettiği şeylerden biri; modern ulus-devletler arasında parsellenmiş dünya sisteminin sürdürülememesi ve devletsiz alanların çoğalmasıdır. Buralarda yerel kimlikçi savaş ağalarının ya da IŞİD, El Kaide gibi gerici-faşist yapıların hakimiyeti gelişebileceği gibi daha özgürlükçü ve ortaklaşmacı öz yönetim modelleri de gelişebilir. Böylesi bir tablo içinde ideal olanı, oluşacak özyönetimlerin, konfederal bir sözleşmeyle birbirini besleyen-dayanışan- güçlendiren modellerle yaygınlaşmasıdır. Bugünkü teknolojik olanaklarla kaynakları planlı biçimde örgütleyip, bir bolluk toplumu da yaratabilmesi mümkün ama insanlığın yolu uzun ve ideolojik-politik anlamda da durumu çok iç açıcı değil. O yüzden özgür üreticilerin böylesi bir demokratik konfederal yapıda birleşmesine kadar çok acılar çekilecek ve belki de yeryüzü-doğa-atmosferdeki değişiklikler insana bu şansı vermeyecek, yaşayıp göreceğiz.

ŞİMDİKİ İSYAN DALGASININ ÖZGÜNLÜKLERİ VE POTANSİYELLERİ

Hiç bir temel konuda çözümler getiremeyen neoliberal kapitalizmin 1980’lerden beri süren hegemonyası 2011-2014 arasındaki isyanlarla alaşağı edilmişti. Sonrasında borsalar, bankalar, menkul yatırım fonları, yani mali oligarşinin yeniden hükümetleri emrine koşmasına engel olunamayacağı açığa çıkınca, yeni bir karşı-devrimci dalga geldi.

Bu düzeni etnik ayrımcı temellerde, korku ve kaygıları büyüterek, tehditler ve onlara eşlik eden baskı-zulüm politikalarıyla sürdürmeyi vaad eden, neofaşist siyasetçiler ve otokratik rejimler pekçok yerde iktidara yerleşti. Kimi yerlerde de bu aşırı-sağ popülist siyasetçiler halk hareketleriyle sarsılan otoritelerini iç darbelerle, olağanüstü haller ilan ederek yeniden inşa etti.

Bugünün isyancılarıyla bir önceki arasındaki süreklilik neredeyse aynı dalga boyuna oturacak ölçüde yüksek görünüyor. İkisi arasında en fazla 7-9 yıl olduğu, yaşam koşullarında ve düzenle ilişkisinde niteliksel bir değişiklik olmadığı için de bu güçlü sürekliliğin tarihsel açıdan ciddi bir yenilik olduğunu belirtmek gerekir. Dolayısıyla, önceki dönemde Tahrir’de Syntagma’da, Plaza del Sol’da, Zucotti Parkı’nda, Gezi’deki isyancıların uzun soluklu direniş birikimlerini kendisine katıp, yükselen, çeşitli kollardan, temalardan beslenip zenginleşen uzun soluklu bir devrimci isyanla karşı karşıyayız. Önceki isyan dalgasında mülksüzleşen-proleterleşen beyaz yakalılar kitlesellik ve önderlik bakımından ön plandayken, pek çok yerde siyahların, göçmen kökenlilerin, yani ezilen etnik kimliklerin katılım, etki ve görünürlükleri sınırlı kalıyordu. Birartıbir’de yayımlanan söyleşisinde Occupy Wallstreet’ten beri mücadelenin içinde olan New York Kooperatif İttifakı’nın kurucularından feminist coğrafyacı Lauren Hudson iki dalganın devamlılığını ve bugün yaşananın farklılığını şu sözlerle anlatıyor:

Korona günlerinde evden, internet üzerinden birbirimizle bağ kurduk. Bu da ilişkiler ağını yaygınlaştırdı. Şimdi Covid-19 ve isyanın üst üste gelmesiyle, Wall Street’i İşgal Hareketi’'nin aksine, kamusal alan mı özel alan mı olduğu belirsiz, tuhaf bir parkta değil, birçok mahallede, geniş bir coğrafyada eşgüdümlü faaliyet gösteriyoruz. İşgal Hareketi’nin fikirleri küresel olsa da, hareket aslında tek bir parka odaklanmıştı. Şu anda New York’ta onlarca eylem aynı anda gerçekleştiriliyor. Bunun taşıdığı potansiyel muazzam. Aramıza yeni insanlar katılıyor, güvene dayalı ilişki ağları hiç olmadığı kadar yaygınlaşıyor.

İşgal Hareketi akabinde bir tür depresyon yaşamıştık, birçok şey sistem tarafından devşirilmişti. Bunları görmek gerçekten üzücüydü. Ama o dönemde kurulan bazı ilişkiler günümüze kadar devam edip dayanışma ekonomilerinin kuruluşunda, kamusal mekânların ortaya çıkışında etkili oldu. Şu anki ayaklanmada bunun da bir miktar pay sahibi olduğunu düşünüyorum. (1)

ABD’deki bugünkü isyan dalgası ve onunla dayanışma eylemlerinin niteliksel farkı, ırkçılık sorunundan patlak verdiği için yoksul-emekçi kesimler arasında daha fazla ağırlığı bulunan “beyaz olmayan” ezilenin eylemin ve söylemin merkezine yerleşmesi, bunun da Y kuşağının siyasi deneyim ve sezgileri sayesinde ayrışmadan ziyade kapsayıcılığı ciddi ölçüde arttıran bir dinamiğe dönüşmesidir.

Irkçılığın kapitalizmle, onun da bu sistemden türeyen sosyal sorunlarla kolaylıkla birleştirilebilmesi siyasal meşruiyet çerçevesini de halk öznesini de ciddi biçimde yeniden tanımlayacak bir etki alanı yaratıp yaratmadığı üzerine düşünmek, yeni stratejik hamlenin ne olacağına karar vermek açısından faydalı olacaktır. Beyaz yoksul-emekçilerden alacağı destek yükselirse, isyan dalgalarının aynı dalga boyunda birleşmesinin barındırdığı devrimci patlayıcı potansiyeli durup düşünelim.

SONUÇ YERİNE: İMKANLAR, İHTİYAÇLAR, IŞILTILAR

Mao'nun dediği gibi, göğün altında büyük kaos var, dünya emekçi ve ezilenlerinin, yani solunun bayrağını taşıyan isyancılar için durum berkemal gibi görünüyor. Üstelik düzenin sosyalizme, anarşizme gibi tarihsel anti-kapitalizmlere kara çalmaları bugünün isyancılarını eskisi kadar tökezletmiyor.

Salgın sonrası kapanma süreçleri, geleceğin krizleriyle isyanlarına ve onların sevk ve idaresine dair bir fragman oldu. Asıl filmin bundan sonra başlayacağına dair bir hissin pek çok insan tarafından paylaşıldığı söylenebilir. Yani, devletler ve egemenler bu süreçte pek çok kriz yönetimi deneyimi kazandı. Ezilenler, sömürülenlerin de ufak çaplı bir takım deneyimler biriktirdiği ve tutamaklar yakaladığı/inşa ettiği söylenebilir. Fakat yaygınlık ve derinlik açısından çok sınırlı kaldığını da belirtmek gerekir. Örneğin bu süreçte kurulan Dayanışma ağları sınırlı da olsa eldeki avuçtaki birikimlerin az ya da çok paylaşıldığı zeminler oldu ancak bunların yoksul-emekçi halkın gıda egemenliği için kent bostanları girişimlerinin ötesine uzanıp, kırsal alandaki çiftçiler, gıda toplulukları, kooperatifler, komünlere açılması, yeni ağlar kurup karşılıklı birbirini besleyen dayanışmacı topluluk ekonomisi oluşturmasının yollarını örmeye çalışması gerekir.

Komplocu söylemlerin havada kapışılması nedeniyle bu süreçten çıkartılması gereken önemli bir ders daha vardır. O da geniş yoksul-emekçi kesimlerin hayatlarına dokunabilmek için salgınla ilgili açık ve şeffaf bilgi kaynakları oluşturmanın hiç olmadığı kadar yakıcı bir gereklilik haline gelmesidir. Vaka sayısı, tedavi olan, hayatını kaybeden sayısı gibi bilgileri halk sadece Sağlık Bakanından öğrenmemeli, Suriye Gözlemevi, Authonomous hacker grubu gibi cismen bilinmeyen ama verdikleri bilgilere büyük ölçüde güvenilen -sağlık meslek örgütlerinden bilgi akışının olacağı ve bunları derleyip sanal alem üzerinden paylaşan- bir izleme merkezi kurulmalıdır.

Kamp, forum ve eylem alanlarında daha somut biçimde gördüğümüz üzere, ırkçı,cinsiyetçi, piyasacı, otoriter ve türcü sistemi yıkma arzusu temelinde ekolojist, sosyalist, demokratik, müşterekleşmeci birikimlerden beslenen yeni bir siyaseti inşa edip, deneyimlemeye çalışıyor. Bu arayışın yakın vadede sonuca bağlanacağını söyleyecek kadar hayalperest olmasak da 10 yıl içinde ikinci defa şahit olduğumuz demokratik isyan dalgaları 1961’de Küba’yı görmüş olmanın Nazım’a söylettiği mutluluğun resmini bir kez daha gözlerimizin önüne seriyor. Muhtemelen sonunda egemenler bunu da burnumuzdan getirir ama ne gam, insanı iliklerine kadar değiştiren devrimci isyanın görkemli ışıltılarını bir kez daha gördük ya ölsek de gam yemeyiz gayri...

1- “İnsan İliklerine Kadar Değiştiğini Hissediyor”, Lauren Hudson’la söyleşiyi yapan Ulus Atayurt, https://www.birartibir.org/siyaset/749-insan-iliklerine-kadar-degistigini-hissediyor, yüklenme tarihi: 13.06.2020.

*Universität Siegen, Dr., KHK’yle ihraç edilmiş sosyal bilimci.