Kürenin yedi gününde bu hafta ABD’nin Venezuela'ya dönük giriştiği müdahale ülkemizde ve dünyada en fazla konuşulan konuydu. ABD’nin Latin Amerika’ya dönük müdahalelerine aşina olanlar tarihin sayfalarına bakarak duruma dönük analizlerini kamuoyuna duyurdu. Bir yandan Venezuela halkı sokaklarda sesini yükseltirken, Rusya, Çin, Türkiye ve İran gibi ülkeler ABD’nin müdahalesine dönük tepkilerini dile getirdi. Rusya’nın “arka bahçesi” olarak gördüğü Avrasya bölgesi dışında ilk defa sesini bu kadar yükseltmesi dikkat çekiciydi. Suriye örneği akla gelse de, bunu diğerinden ayıran, ABD’nin Monroe Doktrini (1823) ile kendince çevrelediği bölgeye dönük olmasıydı.
Öte yandan ülkemizi de ilgilendiren Erdoğan’ın Moskova’da Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile görüşmesi ve görüşmedeki başlıklar yine üzerinde durulan konuların başında geldi. ABD’nin “neden olmasın” dediği güvenli bölge talebi için yola revan olan Erdoğan’ın Adana Mutabakatı'nı hatırlatan ifadelerle dönmesi ilginç olduğu kadar, Türkiye'nin Suriye’ye dönük politikası için “hat değiştirtir” uyarısıydı. Adana Mutabakatı'nın temel özelliği Suriye hükümeti ile Türkiye arasında doğrudan anlaşmaya dayanan 5 km’lik alana kadar müdahale hakkı tanıması. Putin’in Erdoğan’a bu hatırlatması Suriye hükümetiyle doğrudan ilişki kurun tavsiye/uyarısı olarak görülmeli. Nitekim Türkiye’den gelen açıklamalar, bu tavsiyeye uyulacağı sinyalini veriyor.
Küresel gündemde bu başlıklar ön plana çıkarken, yine gündemde kendine yeteri kadar yer bulamayan iki başlığa eğileceğiz. ABD Başkanı Donald Trump’ın iktidardaki ikinci yılını doldurması üzerine ABD’de kadınlar öncülüğünde gerçekleşen protesto gösterileri konumuzun ilki. İkinci konumuz için Bangladeş’e uzanacağız. Dünyadaki sayılı tekstil merkezlerinden olan ülke, son iki haftadır işçi eylemleriyle sarsılıyor. İşçiler ile hükümet arasında uzlaşma sağlanamaması karşında gösterilere dönük polis müdahalesi sertleşti. Ölü ve yaralıların olduğu işçi eylemlerine ve nedenlerine bakmak yerinde olacak.
Kitlesel feminizmin öfkesi Trump'ı zorluyor
ABD Başkanı Donald Trump, başkanlık koltuğunda iki yılını doldurdu. Bu iki yılın büyük bir kısmı ırkçı, ayrımcı politikaların, anlamsız çıkışların, yaralayıcı pratiklerin karşılık bulduğu örneklerle dolu. Trump’a, iktidar olmanın her aklına eseni yapmak olmadığını, başka bir dünyanın mümkün olduğunu yüksek sesle hatırlatmak için göstericiler, ABD ve dünyanın farklı bölgelerinde “Trump gitmek zorunda”, “Ayrımcılığa karşı dayanışma”, “Yüzde 99 için adalet” çağrısıyla sokaklardaydı. 2000’lerin başında belirginleşen bu gösteriler ABD ve dünyada gelişen yeni bir mücadele şeklinin son örneğini sunuyor.
Sosyal bilimler alanında bilenin bilmeyenin fikir yürüttüğü dalların başında kadın çalışmaları, feminizm ve cinsiyet çalışmaları geliyor. “Siz erkekleri kesmek mi istiyorsunuz hehehe” densizliklerinden “ne demek kadının beyanı esastır, hiç de esas değildir” düzeyindeki yorumlar, ülkemizde ve dünyada yorum için bilginin hiç de gerekli olmadığını düşünenler korosunu hayatın her alanında karşımıza çıkarıyor. Kadın haklarına dönük mücadele tarihi insanlık tarihinin en önemli zeminlerinden biri. Cinsiyet, tanımlanan roller, devletin ve toplumun bundaki rolünü ifşa eden, buna dönük eyleme geçmeyi insanın varlığı için hayati gören bu çalışmalar hem adil ve eşit toplum hem de dünya için vazgeçilmez. Dünyadaki değişim paralelinde bazı kavramlar, teoriler işlevselliğini kaybederken bazı yaklaşımlar, mücadele pratikleri kendine alan açıyor, çıkmazlara can suyu oluyor. Bu alanların başında da feminist yaklaşım geliyor. 2000’lerin ortası itibariyle "grassroots feminism" olarak anılan ve kitlesel feminizm olarak tercüme edilebilecek güçlü ve önemli bir yaklaşım feminist mücadelede yer edinmeye başladı. Söz konusu mücadelenin son örneği geçtiğimiz hafta ABD ve dünyanın farklı noktalarında Trump’ın ırkçı, kadın düşmanı, göçmen düşmanı tavrına karşı mevzilerini aldı, seslerini yükseltti.
ABD’de 8 Mart 2017’nin grev günü olarak ilan edilmesi çağrısı bu hareketin ses getiren eylemlerindendi. Bu çağrı sadece kadın hareketinin gücünü değil, kucaklayıcılığını da ortaya koyuyordu. Nancy Fraser, Keeanga-Yamahtta Taylor, Rasmea Yousef Odeh ve Angela Davis gibi ABD’li feministler bu pratiğin aktif katılımcıları. Grev talebinin temelinde çalışan kadınlar, aileleri ve destekçileriyle dayanışma mantığı var. Hareketin en dikkat çeken yönü, 2008 Krizi’nde hükümetin bankaları kurtarma paketine karşı yüzde 98 ne olacak diye soran Wall Street protestolarının sloganını sahiplenmesi ve bunu mücadelenin temeline koyması.
Kitlesel feminizm, 8 Mart’ı yüzde 99’un haklarını savunan bir feminizm ve uluslararası mücadele zemini olarak konumlandırıyor. Sokaklarda seslerini yükselten kitlesel feminizmin katılımcıları, toplumsal alan ve işçi haklarına dönük neoliberal saldırıları ifşa ediyor ve mücadele için yan yana olalım çağrısında bulunuyor. Kadına yönelik şiddetin yalnızca ev içi şiddetiyle sınırlı tutulmadığı bu çaba şiddet hanesine, pazar, kapitalist üretim dinamikleri ve devletin şiddetini ekliyor. Aynı zamanda da göçmenler, LGBTİ bireyler, işsizler, işçiler, azınlıkları da katıyor.
2000’lerde hız kazanmaya başlayan bu hareket aralarında Şili, Arjantin, Kanada, İspanya gibi ülkelerin olduğu 60 ülkede aktif karşılık buluyor. Ezilenlerin, dışlanan, ayrımcılığa uğrayanların kadın hareketinin adalet ve eşitlik talebi bayrağı altında bir araya gelmesi, kısa vadede kendi sınıfı ve kalıplarında olmayan herkese, düşman politikacılara eskisi gibi “laf söyledi bal kabağı” düzeyinde konuşmanın, ayrımcı ve belli bir sınıfı korumaya dönük hamleler sergilemenin kolay olmayacağını gösteriyor.
Bangladeş: Vahşi kedi vahşi sömürüye karşı
Küresel üretimin işgücünün ucuz olduğu bölgelere kaydığı biliniyor. Bu merkezlerden biri tekstil sektöründe yaklaşık 50 bin işçinin uluslararası firmaların fabrikalarında üretim yaptığı Bangladeş. Ancak Bangladeş’i diğer ülkelerden ayıran, ülkede sendikal hareketlerin yasak olması. Yani uluslararası firmalara üretim yapan işçiler tamamen firmaların insafına kalıyor. Hükümetin 2019 için en düşük işçi maaşını 94 dolara çıkarması ancak bunun tüm sektörleri içermemesi, Bangladeş’te 5 binden fazla işçinin günlerce sokaklarda protesto gösterileri yapmasına neden oldu. Hâlihazırda giyim sektöründeki çalışanların maaşları aylık 60-75 dolar arasında değişiyor. İşçiler bu ücretlerin değil bir ay, 10 gün bile hayatta kalmaya yetmediğini ifade ediyor. Üstelik çoğu işçinin bakmakla yükümlü olduğu aileleri var. Hükümetin ve işverenin taleplerini duymazdan gelmesi sebebiyle işçiler, önce “wild cat” olarak anılan eylemlere girişti. Bu eylemler, terlikle, sopayla iş makinelerini çalışmaz hale getirmeye dayanıyor. İngiltere’deki Çartist Hareketi akıllara getiren bu eylemlerle işçiler “kendileri olmadan üretimin olamayacağını” yeniden hatırlatıyor. Öte yandan bir kısım işçi de başkent Dakka sokaklarında. Ocak 2019’da başlayan ve hızla yayılan gösterilerde polis kurşunuyla bir işçi ölürken, 50’den fazla işçi de yaralandı. Ancak göstericiler talepleri yerine gelene kadar sokakları bırakmayacağını söylüyor.
İşçilerin taleplerinin karşılanması için wild cat (vahşi kedi) isimli eylemlere girişmesi ve makinelere zarar vermesi, makinelerini çok seven firmaları hükümetle pazarlığa götürdü. Firmalar, işçilerin sokaklarda polis kurşunuyla ölebileceklerini söylüyor ama makinelere zarar vermemeleri için sendikal bir yasa talep ediyor. Yani işveren kendi çıkarı için gerekirse sendika diyor. Hükümet henüz bu talebe yanıt vermedi, ancak bu devasa firmaları kırmayacağı tahmin ediliyor. Bengal kaplanının da kedi ailesinden olduğunu hatırlatan işçiler, kaplanın mücadelesini rehber alarak hakları için mücadeleye devam edeceklerini ifade ediyor.