Avrupa Birliği, sezonu açacaktı; açamadı.
Kışı yeni AB Komisyonu takımının ısınma turları, ilkbaharı Covid-19 pandemisi şoku ve karantina tedbirleri, yazı ise “korona virüsü krizi”nin etkilerine karşı bir ekonomik paket üzerinde anlaşma çabasıyla geçiren Avrupa Birliği, 2020’ye daha yeni başlıyor desek yeridir.
24-25 Eylül’de Brüksel’de gerçekleşecek “Özel Avrupa Konseyi Toplantısı”, son dönemlerde “pişmeye başlayan” gündemlerin asıl açılımının yapılacağı ve Avrupa’nın yakın dönemdeki rotasını belirleyecek önemli bir nokta olacaktı. Ancak, toplantı son anda 1-2 Ekim’e ertelendi.
Toplantının en başta AB Konseyi Başkanı Charles Michel’in davetiyle gerçekleşecek olmasının da, ertelenmesinin sebebi de Türkiye.
“Türkiye’nin derdi, Avrupa’yı gerdi” desek son derece yeri yani.
Başa saralım:
AB Konseyi’nin “Özel Toplantısı”nın en büyük özelliği, “normal şartlar” altında “Türkiye” üzerine bir karara varılacak olmasıydı. “AB Başkanı” Charles Michel, 18 Ağustos’ta bu toplantı için AB liderlerini davet ettiğinde, Doğu Akdeniz’deki gelişmeler ve Türkiye konusunu bu toplantının odak noktası olarak göstermişti.
Hatırlatalım ki, yaklaşık bir ay önce bu zamanlar, Türkiye ve Yunanistan arasında gerilimin her geçen gün artması ve Ege Denizi’nde sıcak çatışmanın her an patlak verebilmesi ihtimali söz konusuydu. Yunanistan, AB üyesi olduğu halde Türkiye ile geriliminde yalnız bırakıldığını öne sürüyordu. Fransa, siyasi ve askeri olarak çok net biçimde Yunanistan’ın yanında yer alırken; Almanya da, daha dolaylı yollarla Türkiye’yi destekliyordu.
Toplantıya başka maddelerin de eklenmesiyle son tablo şu olmuştu:
- AB ortak pazarının küresel iklim krizine karşı “yeşil” ve teknolojik gelişmelere ayak uydurmak için “dijital” dönüşüme uyumlu hale nasıl getirileceği,
- Yine AB ortak pazarının, Covid-19’un etkilerinin yarattığı krize karşı nasıl güçlendirilebileceği,
- Vazgeçilemeyen ama aynı zamanda, anlaşma ve uyum sağlanmasında da zorluk çekilen Çin ve Türkiye ile ilişkilerin nasıl tanımlanması gerektiği.
Tüm bu maddelere rağmen, toplantının asıl odak noktası Türkiye olmaya da devam ediyordu.
TOPLANTI NASIL KADÜK OLDU?
24-25 Eylül’de Türkiye’nin başlıca konu olacağı toplantının tarihi yaklaşırken, Almanya’nın Türkiye’ye olan desteğine karşılık Fransa’nın Yunanistan’ın tarafında yer alması ikilemi sürüyor; tam bir kısırdöngü yaşanıyordu.
Yunanistan ve Türkiye, gerginliğin en sıcak anlarında bile “görüşebilecekleri” mesajını veriyorlardı vermesine ancak iki taraf da somut hiçbir adım atmaya yanaşmıyordu. Dolayısıyla, Atina ve Ankara’nın karşılıklı verdikleri “müzakere mesajları”, hep sahada yapılan sert askeri hamleler ve liderlerin şahin açıklamaları arasında boğulup gidiyordu.
Peki, bu kördüğümü kim çözecekti? Savaş, kaçınılmaz hale mi geliyordu?
Tam bu noktada, tüm bu tablonun “ağır ablasına” odaklanalım: Kilit kadın Angela Merkel’e...
Almanya’da da, Şansölye Angela Merkel’in siyaseti bırakma tarihi artık giderek yaklaşıyor: Seneye bu zamanlar, 2021 Ekim’i gelip çattığında artık Merkel, siyaset sahnesinde olmayacak. Bu nedenle, Merkel’in ülkesi ve Avrupa’nın politikası üzerindeki “mutlak gücünün” azalmaya başladığını söyleyebiliriz: Bu gücün hâlâ geçerliliğini sürdürmesinin en büyük sebebi ise, Merkel çekildiğinde oluşacak devasa boşluğu kimin, nasıl doldurabileceğinin henüz müphem olması.
Ve belki de, bu boşluk hiç dolmayacak ve Merkel’e fazlasıyla yaslanan her taraf (Ankara başta olmak üzere), açılan boşluğun etkileriyle yüzleşmek zorunda kalacak. Fakat, bugün için gene de, bir şekilde Merkel var ve son anda şapkadan tavşan çıkarmayı hâlâ başarıyor.
24-25 Eylül’deki AB Konseyi Özel Toplantısı’nın asıl hedefi, “Türkiye’nin ana gündem maddesi olması” ve hatta yaptırımların tartışılması iken, bu toplantı kadük hale geldiyse, bunun başlıca sebebi de Merkel’in “özgül ağırlığını” koyması.
18 Ağustos’ta toplantı daveti çıktığından bu yana Berlin, AB nezdinde, “henüz Türkiye’ye yaptırım uygulanması için çok erken olduğu ve Yunanistan-Türkiye arasında müzakere masası kurulması için bir şans tanınması gerektiği” fikrini işledi.
Sonunda, toplantıya günler kala, Türkiye’nin Oruç Reis sismik araştırma gemisini, Ege Denizi’nden Antalya açıklarına çekmesi ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “zeytin dalı motifli” diyalog odaklı açıklamaları da, tansiyonun düşürülmesini sağladı.
Diğer bir deyişle, Ankara ile Berlin’in paslaşması, sonunda meyvesini verip Türkiye-Yunanistan gerilimi azalınca, Özel AB Konseyi toplantısı “kadük” hale gelmiş oldu.
“Özel” hiçbir tarafı kalmayan toplantıda Türkiye’den doğan boşluk ise, 18 Eylül Cuma günü alelacele gündeme eklenen Brexit meselesi ile doldurulacaktı.
Derken, 22 Eylül akşamüzeri birden toplantının iptal edildiği duyuruldu.
VE İPTAL KARARI
AB, işini planlı programlı yapan ve son dakika iptallerinin pek de söz konusu olabildiği bir kurum değil. Almanya’nın AB Konseyi Dönem Başkanı olduğu bir zamanda, son dakika iptali öyle kolay olacak bir durum değil.
Ne oldu böyle? İptal durumu hayra mı alamet, tersine mi?
AB Konseyi Özel Toplantısı arifesinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Şansölye Merkel ve AB Konseyi Michel, bir video konferans görüşmesi gerçekleştirdi. Türkiye tarafında, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Savunma Bakanı Hulusi Akar, MİT Başkanı Hakan Fidan, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun, Sözcüsü İbrahim Kalın ile Cumhurbaşkanlığı Özel Kalemi Hasan Doğan da yer aldı.
Michel, 15 Eylül’de Atina’yı ziyaretinde, Yunanistan’ı “Avrupa demokrasinin temelini aldığı felsefi ilkelerin beşiği” olarak nitelemişti. AB Konseyi Başkanı, gençliğinde Latince ve Yunanca öğrendiği günlere de “Yunanistan’ın olağanüstü kültürüne hayranlığını” vurgularken atıfta bulunmuştu.
Merkel ise, Almanya'nın Yunanistan Büyükelçisi Ernst Reichel’in deyişi ile, “Yunanistan ve Türkiye’nin arasını bulmayı kişisel meselesi” olarak görüp sahipleniyor.
Bu bakış açıları, video konferansta kimin hangi rolü üstlendiğini açıklamaya yeter herhalde.
AB ile Türkiye arasındaki asıl özel görüşmenin, 22 Eylül’deki video konferans olduğunu söylemek mümkün.
Bu görüşme ve AB Özel Toplantısı öncesi yaşanan şu gelişme, “tat kaçıran” mesele oldu:
Avrupa sathında, “post-Merkel dönemine” en hazırlıklı olanın, kendini AB’de açılacak boşluğu doldurmaya başlıca namzet olarak gören Fransa ve Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron olduğunu söyleyebiliriz. Fransa’nın AB nezdinde, Türkiye’ye attığı bir çalım da, önceki gün Samsun merkezli Avrasya Gemicilik’e gelen ambargo oldu. Libya’ya, “Çirkin” adlı gemisiyle “insani yardım taşıdığı bildirildiği halde silah taşıdığı” öne sürülen Avrasya Gemicilik’e gelen ambargo, bu şirketin Avrupa’daki varlıklarının dondurulması ve şirketle ilintili kişilerin Avrupa’dan yasaklanması anlamına geliyor.
Bu ambargonun meali, Fransa’nın Türkiye’ye AB üzerinden “bir tadımlık yaptırım” sunması demek.
Dahası, Merkel’in Türkiye’den beklediği Yunanistan ile müzakere masasının kurulmasına yönelik somut adımlar da gelmedi. Almanya Hükümet Sözcüsü Steffen Seibert, “doğrudan görüşmelerle ilgili henüz sonuç alınamadığını”, daha Ankara ile video konferans gerçekleşmeden de söylüyordu.
AB Konseyi Özel Toplantısı’nı erteleten başlıca husus, Almanya’nın Atina-Ankara görüşmeleri konusunda pozitif bir somut gelişme koyamaması ile beraber Güney Kıbrıs’ın, “Türkiye’ye yaptırım kararı çıkartma” baskısının atlatılmaz hale gelmesi oldu. 21 Eylül’de AB Dışişleri Bakanları Komisyonu, Belarus’un 40 hükümet yetkilisine yönelik Avrupa’ya seyahat yasağı ve mal varlıklarının dondurulması kararını almıştı. Güney Kıbrıs hükümeti ise, daha önce Belarus’a yönelik kınama açıklamasını veto ettiği gibi, bu ambargo listesini de veto etti. Güney Kıbrıs vetosunun sebebi, Türkiye’ye yaptırım konmasını sağlamaktı.
AB Konseyi, özel toplantısında Belarus’a yaptırımı konuşamaz hale geldiği ve Türkiye’ye yaptırım da Almanya ve Fransa arasında iyice “mayınlı” bir alan hale geldiğinden, toplantı toptan ertelendi. Ancak, ertelenen tarih de bir hafta kadar sonra gelip çatacak.
Perde önünde olana bakarsak, toplantının ertelenme sebebi şu: “Avrupa Konseyi Başkanı Charles Michel, korumasının Covid-19'a yakalanması nedeniyle karantinaya girecek.”