ABD’nin Ay’a el koyma planı!

Geçmişten farklı olarak Ay özel sektörün de içinde olduğu yeni bir sömürü alanı olarak görülüyor. Kapanın elinde kalacak bir tür altına hücum tarzı, teknolojik imkanlar elverdiği ölçüde Ay’da toprak gasp etmek, az bulunur madenlerden faydalanmak, özel sektöre kaynak aktarmak yeni dönemde uzay yarışının bileşenleri olacak. Bu arada yapılacak yatırımlarla yeni teknolojik gelişmelerin önü açılacak.

İlhan Uzgel iuzgel@gazeteduvar.com.tr

Korona salgınının gölgelediği gelişmelerden bir tanesi de, gerek kapitalizmin gerekse de büyük güç siyasetinin dünya ötesi bir nitelik kazanmaya ve bu konudaki rekabetin hızlanmaya başlaması oldu. ABD’de vaka sayısının bir milyona ulaştığı sıralarda, geçtiğimiz 6 Nisan’da Trump yönetimi bir direktif yayınlayarak "uzay kaynaklarının ticari kullanım hakkına sahip olduklarını" açıklıyor, dahası ilk kez bir Amerikan başkanı, "uzayı insanlığın ortak malı olarak görmediğini" kayda geçiriyordu. Bir süredir uzayın ve tabii ki Ay’ın bir yandan "ticarileştirilmesi", Ay’da artık sürekli kalma imkanlarının aranması ve "Ay madenciliği" planlarının yapılması, öte yandan ise her tür emperyalist yayılmacılıkta geçmişte tanık olduğumuz türde bir uzayın ve Ay’ın "askerileştirilmesi" gibi birbirini tamamlayan iki sürecin hız kazandığını görüyoruz. Bu yazıda, bölgesel gelişmeler gibi anlık etkileri olmayan, ama küresel siyaset, teknoloji, çevre gibi insanlığı uzun vadede toptan etkileyecek bu gelişmelere bakıp, ABD’nin özellikle Çin ile küresel liderlik çekişmesi bağlamında, küresel kapitalizmin de yeni arayışlar içinde gözünü Ay, hatta astreoid madenciliğine göz dikmesini ele alacağım.

ABD VE YAYILMANIN MANTIĞI

Genişleme, yeni coğrafi alanları yalnızca keşfetme değil, onları kendine katma, hakim olma Amerikan kapitalizminin ve tarihsel geleneğinin ayrılmaz bir parçasıdır. Bu noktada Trump’ın uzay için, “yeni büyük Amerikan sınırı (frontier)” sözünü kullanması çok manidardır. Çünkü kelime anlamı olarak durulacak, artık gidilmeyecek yer anlamına gelen sınır (frontier) kavramı, Amerikan siyasal kültürü açısından tam tersine, aşılacak, ele geçirilecek yeni yer anlamına gelir ve muhtemelen başkana da bu sözü söyletenler bunu amaçlıyorlar. ABD bir yandan Aralık 2019’da Uzay Kuvvetleri'ni resmen kurarken, öte yandan uzun süredir Ay madenciliği ve kolonileşme planları yapıyor. Burada bir yanda Pentagon, öte yanda işin içinde Elon Musk ve uzayla ilgili diğer şirketlerin olduğu tarihten aşina olduğumuz şema var. Farkı ise coğrafi alanın artık uzaya taşması.

UZAY KUVVETİ

Aslında uzayın askerileşmesi, stratejik bir alan olarak görülmesi yeni değil. Sovyetlerin, ABD’yi şoka sokan 1957’deki Sputnik uydusunu atmasından beri, uzaydaki rekabet hem stratejik bir çekişme hem de silahlanmanın araçlarından biri oldu. Birbirlerini gözetlemekten, Reagan döneminde ortaya atılan ve Sovyet balistik füzelerini uzaydan vurmayı hedefleyen Füze Kalkanı projesine kadar uzay bu stratejik yarış alanlarından biriydi. Çin’in ve sonra da Rusya’nın uydu savar sistem geliştirmeleri, diğer bir deyişle uzayda test amacıyla da olsa işi biten kendi uydularını vurabilmeleri ABD’nin bu konudaki kaygısını artırmışa benziyor. Bu gelişmelerin sonunda, daha önce kurulmuş olan Uzay Komutanlığından ayrı olarak, (Kara, Hava, Deniz, Deniz Piyadeleri ve Sahil Güvenlik yayında) 6'ncı sınıf olan Uzay Kuvvetleri (Space Force) kuruldu. İlkinden farklı olarak savaşma misyonu olan bu güç ile ABD askeri üstünlüğü uzayda da sürdürme niyetini göstermiş oldu. Örneğin, daha şimdiden dünya yörüngesinde irili ufaklı 20 bin civarında cisim var, birçok ülke uydu göndermeye devam ediyor ve ABD kendi kendine "uzay trafiğini" düzenleme misyonunu üstleniyor. Pentagon yetkilileri uzayı olası bir "çatışma alanı" olarak gördüklerini açıklıyorlar.

AY’A NEDEN GİDİLİYOR?

ABD Ay’a en son 1972’de astronot gönderdi. Yeterince bilgi toplandığı, üç bine yakın Ay taşı getirildiği ve tabii ki Ay’a gitmek çok maliyetli olduğu için bundan sonra astronot gönderilmedi. Sovyetler ise 1976’da insansız araç indirdiler. ABD yüksek maliyetler yüzünden 2011’den itibaren Uzay Mekiği uçuşlarına da son verdi ve Uluslararası Uzay İstasyonu’na astronotlarını Rusya’ya ait uzay araçlarıyla gönderiyordu. Ne var ki, 2013’te Çin’in Ay’a bir araç indirmesi (Çin’in Bir Yol Bir Kuşak programıyla aynı tarih) Ocak 2019 tarihinde ise bu kez daha zor olan Ay’ın karanlık tarafına araç indirebilmesi, Ay aracıyla bilgiler toplaması, ABD’nin rekabette geri kalma ihtimalini ortaya çıkardı. Çin aynı zamanda Ay’a insan gönderme çalışmalarına da başladığını duyurdu. Dolayısıyla, ABD’nin, Çin’in bu uzay programına bir cevap vermesi gerekiyordu. Ama artık hedef yalnızca Ay’a gitmekle sınırlı kalamazdı. Ay’a yerleşmek, mümkünse faydalanmanın yollarını bulmak gerekiyordu.

ARTEMİS PROGRAMI VE AY’IN SÖMÜRGELEŞTİRİLMESİ

Çin ile rekabetin kızışması bir neden olsa da, uzay çalışmaları üzerinden hem teknolojik atılımı hızlandırmak, giderek uzay konusuna ilgi gösteren özel sektörü daha fazla işin içine çekmek ve uzun vadede Ay’a yerleşmek bir hedef olarak belirlendi. Bu amaçla ABD 2017’de Artemis programını ilan ederek 2024’te Ay’a bir erkek ve bir kadın astronot gönderme kararı aldı. Programa Artemis adı verildi çünkü eski Yunan mitolojisinde Apollo’nun ikizi ve Ay tanrısı anlamına geliyordu. Ama bu sembolizmin ötesinde program hem Ay yörüngesinde bir istasyon kurulmasını, ayrıca Ay’da donmuş halde bulunan suyun olduğu güney kutbuna inmesini öngörüyordu. Ay, tıpkı Antarktika gibi devletlerin egemenlik iddia edemeyecekleri bir yer ve bu konu antlaşmayla hükme bağlanmış durumda. Ama ABD, özel şirketleri devreye sokarak bunun etrafından dolaşıyor. ABD, 2015’te Obama yönetimiyle birlikte özel şirketlerin uzayda ticari metalara sahip olma ve satma hakkı olduğunu kabul etti. Trump bunu daha da güçlendirerek, 15 Mayıs’ta Artemis Anlaşması denen bir belgeyi açıkladı. Burada yaptığı Ay’ı (uzayı) kullanma konusundaki ilkeleri belirlemek, diğer ülkeleri buna uymaya zorlamak. Bir Rus uzman bunu, ABD’nin Irak işgalinde kullandığı 'istekliler koalisyonu’na (coalition of the willing) benzeterek, yapılan işin bir farkı olmadığını belirtti. ABD müttefiklerine ben Ay’da üs kuracağım, maden işlemeye başlayacağım, benim kurallarıma uyarsanız siz de katılabilirsiniz demiş oldu. Ay’da donmuş halde bulunan suyun stratejik bir değer taşıdığı, sudaki oksijenin hem roket yakıtı olarak hem de hayatın idamesi için kullanılabileceği, Helyum-3 ve şu anda Çin tarafından üretilen ve elektronik ürünlerde kullanılan az bulunur materyaller açısından çok zengin olduğu anlaşılmış durumda. Bunun Ay’da çıkarılıp dünyaya getirilmesi ise henüz çok maliyetli, çünkü Ay’a gidip gelmek çok masraflı. Basit bir örnek verecek olursak, aydan bir maden getirmek, spor bir arabayla İstanbul’dan Kerkük’e gidip bir bidon ham petrol alıp gelmek gibi bir şey olacak. Ama orta vadede, teknolojik gelişmelerle birlikte Ay’da 3-D, yani üç boyutlu yazıcılarla geliştirilebilecek tesislerle madencilik ve ulaşım maliyetlerinin çok düşürüleceği hesaplanıyor. Bilindiği gibi asıl sorun yer çekimi nedeniyle dünyadan Ay’a gitmek, Ay’dan dönüş daha az sorunlu. Dolayısıyla, çalışmalar bu yönde ilerliyor. Yani, bu daha orta vadeli bir planlama.

ÖZEL SEKTÖR UZAYA AÇILIYOR

Amerika’da popüler isimler ve şirketler uzay yarışına ilgi gösterdiler. Elon Musk’un Space X’i, Amazon’un sahibi Jeff Bezos’un Blue Origin’i, Virgin Atlantic sahibi Richard Brunson’un Virgin Galactica’sı ilk akla gelenler. Bunların özelliği NASA’nın aksine uzaya gönderdikleri roketleri/araçları yeniden kullanma imkanı üzerine yoğunlaşmaları. Uzay mekiği dışındaki NASA roketleri bir uydu ya da aracı uzaya gönderdiğinde, o roketler bir kez kullanılıyor, yakıt bittikten sonra kendiliğinden parçalanıyor ve bu da maliyeti çok arttırıyordu. Özel sektör mantığıyla bu şirketler roketlerin yeniden kullanımı konusunda önemli adımlar atıp maliyeti düşürdüler. Hatta, bu satırların yazıldığı sırada, bunlardan öne çıkan Space X, ilk kez uzaya astronot gönderen özel şirket oldu ve Uluslararası Uzay İstasyonuna iki Amerikalı astronotu götürdü. Zaten NASA da Artemis programı için Space X ve Blue Origin yanında Dynetics şirketleriyle anlaşma imzaladı. Bundan sonra Ay programı bir ABD "kamu özel ortaklığı" şeklinde işleyecek.

ABD Ay’a insan gönderme programını şimdiden iki yıl erteledi. Bu zor ve masraflı bir süreç. Ama bundan sonra Ay’a gidişin anlamı ve içeriği değişti. Bu misyon gerçekleştiğinde (tabii Çin bu arada Ay’a insan göndermezse) ABD bir kez daha teknolojik gücünü göstermiş olacak. Artık hedef yalnızca Ay’a gitmek değil, bu zaten 50 yıl önce gerçekleşti. Amaç Ay’da kalıcı olmanın koşullarını araştırmak. Geçmişten farklı olarak Ay özel sektörün de içinde olduğu yeni bir sömürü alanı olarak görülüyor. Kapanın elinde kalacak bir tür altına hücum tarzı, teknolojik imkanlar elverdiği ölçüde Ay’da toprak gasp etmek, az bulunur madenlerden faydalanmak, özel sektöre kaynak aktarmak yeni dönemde uzay yarışının bileşenleri olacak. Bu arada yapılacak yatırımlarla yeni teknolojik gelişmelerin önü açılacak.

Uzay araştırmaları, Ay’a gitmek vs. gibi çabaların bilimsel gelişmeleri hızlandırdığı ortada ama genel olarak bütün bunların insanlığa faydası sınırlı. İnsanın uzayı, evreni, dünyayı daha iyi tanıması, bilimsel katkı sağlaması gibi bazı kazanımlar söz konusu. Ama uzay yarışı genellikle verimsiz bir kaynak israfına dönüşmekte, silahlanmanın önünü açmakta, dünyayı tüketmekte olan kapitalist sistemin şimdi de çevre sorununu uzaya ve Ay’a taşıdığı bir sürece doğru gidiliyor. Uluslararası Uzay İstasyonu gibi projelere yönelmek yerine (Trump ödeneği kesip onu da özelleştirmeye çalışıyor ama şimdilik alıcı çıkmadı) bu türden rekabet yoluna gidilmesi hem AB’nin, hem de Çin, Rusya, hatta Hindistan gibi ülkelerin kaynaklarını getirisi olmayan alanlara akıtmaları ve bunun sonunda elde edilen kazanımların daha çok savunma alanının işine yaraması, dünyayı bir virüsün esir aldığı bir ortamda ironik oluyor.

Tüm yazılarını göster