ABD ile Çin arasında bir yıldan fazla süredir yürürlükte olan gümrük tarifelerini yükseltme politikası, umudun cılız olduğu müzakerelerle sürüyor. Müzakereler konusunda umut cılız, çünkü ABD Aralık 2019’da Çin ürünlerine yeni tarifeler uygulayacak. Üç yazılık seride ABD’nin serbest ticaret politikasının 1940’lardan günümüze olan dönüşüme ışık tutmaya çalışıyoruz.
Serinin son yazısında ABD’nin genel ticaret vizyonundan ziyade Çin’i içeren politikalarına bakacağız. Bu çerçevede güncel gelişmeleri de gözeterek ABD’nin değişen Çin politikasını, Çin’de başlayan reformları, ticaret savaşının sonuçlarını ve ABD’nin Çin’den ne istediğini ele alacağız.
ÇİN POLİTİKASI: SİSTEMLE BÜTÜNLEŞMESİ GEREKİYOR
Çin, 1978’den itibaren piyasa sistemine geçiş için kolları sıvadı. Bu süreç, Rusya ya da Hindistan örneklerinden farklı olarak neredeyse 20 yıla yayılan, siyasi ayağı öncelemeyen bir nitelikle ilerledi. Mao’dan sonra içinde Mao’nun karısı da olan ekibi tasfiye eden Deng Şiaoping, dönüşüme liderlik etti. 'Deng yaklaşımı' olarak da anılan reformlarla kapitalist sisteme göre ülkenin sosyal ve ekonomik yapısının şekillendirilmesi öngörülüyordu. Çin, ülkesini küresel yatırım şirketlerine açtı, ucuz ve güvencesiz iş gücünü seferber etti, ekonomide serbestleşme başladı. Sosyal gelir uçurumu astronomik düzeylere çıkarken alt sınıfların ezilmesi katmerlendi. Nitekim Deng reformları ve çalışanları güvencesiz kılan demir kâse çatladı.
Deng reform için yola koyulduğunda Batı’da kapitalizmin tıkandığı ve neoliberalizmin kurtuluş olarak görüldüğü bir süreç yaşanıyordu. Elbette bu tesadüf edildi. Çin ile ABD arasında 1971’de başlayan pinpon diplomasisiyle ilişkiler, müzakereler hız kazandı. ABD Deng henüz iktidara gelmeden dışa açılmış bir Çin istiyordu. Deng döneminde de bu ifade edildi. Çin'in “o zaman ben de dışa açılayım” diyerek koyulduğu reform yolu, 2010’a kadar ABD’den çok büyük destek gördü. Nitekim ABD’nin desteği olmasaydı Çin’in 2001’de Dünya Ticaret Örgütü’ne katılması zor olurdu. Çin’in teknolojiden giyime pek çok firmaya ev sahipliği yapması ve büyüyen ekonomisi, Barak Obama yönetiminin 2011’de ilan ettiği “Asya Ekseni (Pivot Asia)” ile ABD dış politikasında Asya Pasifik’i öncelemesinde etkili oldu. Ancak Obama yönetimi ne 2011 ne de 2015’te yayınlanan Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde Çin’in tehdit olarak ele aldı.
YENİ ÇİN POLİTİKASI: KONTROL ALTINA ALINMASI GEREKİYOR
2016’da seçilen Donald Trump ise bu konuda daha net bir politikadan yanaydı. Trump’ın seçim kampanyasında Çin hep gündemde oldu, “Make America Great Again” Çin’e 'Benim istediğim şekilde büyümelisin' demek anlamına gelecekti; bunu 2018’den sonra ticaret savaşlarıyla gördük. Trump Oval Ofis’teki ilk yılı dolmak üzereyken yayınlanan Ulusal Savunma Strateji belgesinde adeta açtı ağzını yumdu gözünü. Çin belgede en fazla adı geçen ülkeydi. Ancak bununla bitmiyordu, Çin açıkça tehdit olarak tanımlandı.
Özetle Trump yönetimi, ekonomiden jeopolitiğe her taşın altından Çin’in çıkmasını kendi hegemonik pozisyonuna tehdit olarak görüyordu. Yani Çin’in yükselmesi değil, bunun ABD’nin küresel sistemdeki konumu ve varlığını tehdit etmesi sorundu. Derhal bir çare bulunmalıydı.
GÜMRÜK DUVARLARIYLA MASAYA ÇEKME: TİCARET SAVAŞLARI
Çin’in yükselişi denildiğinde temelde kast edilen Çin’in büyüme oranları, ihracat potansiyeli ile Kuşak ve Yol Projesi gibi atılımlarla küresel sistemde varlığını güçlendirmesi. Çin’in küresel yükselişinin en belirgin özelliği ekonomik gücünden geliyor. 1944’te Bretton Woods’ta ABD’nin ağırlığına benzer bir durum.
Çin, ekonomi odaklı bir yayılmayla dikkat çekse de BM başta olmak üzere küresel ve bölgesel oluşumlarda da etkin bir aktör. Yani Çin, çok kutuplu bir dünya için çok taraflı girişimlerin savunucusu. ABD ise çok kutupluluk ve çok taraflılığı zaman kaybı olarak görüyor, teke tek markajı önceliyor. Çin’in ABD’ye ihracatı ve ekonomi temelli genişlemesi, ABD açısından ilk olarak bu boyuta dönük tedbir alınmasını gerekli kılıyordu. Bunu ticaret savaşları olarak anılan karşılıklı misillemeyle görüyoruz.
Ticaret savaşı, korumacı ekonomi politikalarının sonuçlarından biri. Kısaca, herhangi bir hammadde ya da işlenmiş ürünün ülkesine girişine bir ülkenin gümrük vergisi ve kota ile bariyerler koymasına dayanıyor. Savaş için en az iki taraf gerektiğini dikkate alırsak ihracatçı ülkenin kendisinin ürünlerine ek vergi ya da kota koyan ülkeye dönük benzer önlemlere başvurması/misillemede bulunması gümrük politikasının ticaret savaşına dönüşmesine neden oluyor. ABD ile Çin arasındaki gerilim de bu mantığa dayanıyor. Bu noktada iki ülke arasındaki karşılıklı hamlelere bakmak yerinde olacak.
Washington-Pekin hattındaki ticaret savaşı, Temmuz 2018’de ABD’nin Çin’den ithal edilen 34 milyar dolar değerindeki ürünün gümrük tarifesini yüzde 10’dan yüzde 25’e çıkarmasıyla başladı. Çin karşı hamlede gecikmedi ve aynı ay, ABD’den ithal 34 milyar dolarlık ürün için aynı tarife artırımına gitti.
ABD, Mayıs 2018’den bugüne kadar 240 milyar dolarlık ürünün gümrük tarifesini yüzde 25’e çıkardı. Ayrıca 200 milyar dolarlık Çin ürününün tarifesini yüzde 10 artırdı. Savaşın diğer tarafı Çin ise 100 milyar dolarlık ABD ürününün gümrük tarifesini yüzde 25’e çıkardı, 60 milyar dolarlık ürünün tarifesini yüzde 10 düzeyinde artırdı. Peki bu durum iki ülkenin ticari ilişkilerine nasıl yansıdı?
ABD Sayım Dairesi verilerine göre, tarifelerin değiştirilmediği 2017’de ABD’nin ticaret açığı 568 milyar dolardı. Bu açıkta 375 milyar dolar değerindeki açıkla Çin aslan payını aldı. ABD, Çin ile ticaretinde hizmetler alanında 40 milyar dolarlık fazla verirken mallar kategorisinde 373 milyar dolar açık verdi. Ticaret savaşlarına sahne olunan 2018’deyse tablo şöyle: ABD’nin toplam ticaret açığı hizmet ve malları kapsayacak şekilde 621 milyar dolar oldu. Çin ile ticaretin bu açıkta sahip olduğu pay 419 milyar dolara çıktı, yani savaş süre dursun, ABD-Çin ticaretinden kaynaklanan açık önceki yıla göre yüzde 11.6 arttı. Dolayısıyla gümrük tarifelerindeki artış ticareti azaltmadığı gibi artırmış. Öyleyse ABD niye böyle bir adım attı? Bu sorunun yanıtı ABD’nin Çin’e dönük beklentilerinde saklı.
DERT ÇİN’İ BİTİRME DEĞİL KONTROL ALTINDA TUTMA
Değinilen misillemeler, ticari ilişkileri beklendiği gibi yavaşlatmadı. Zaten ABD yola çıkarken böyle sonuçlar alacağını bekliyordu. ABD, Çin’in yok olmasını, ekonomisinin çökmesini istemiyor. Üstelik bunun tek nedeni Çin’in elinde tuttuğu ABD tahvilleri de değil. İki ülke arasında ikide bir tıkanan, olmadı baştan denen müzakereler aslında ticaret savaşının politik belirsizlik, ekonomik baskı gibi yöntemlerle Çin’den istenenlerin alınmasına dayanıyor. Yani ABD, eli güçlü bir şekilde Çin ile müzakere yapmayı ve Çin’in ekonomik büyümesinden yeteri kadar elde edemediği avantajı pekiştirmek istiyor. Çin buna karşı değil, ancak ABD’ye 1990’lardaki Çin olmadığını da hatırlatıyor. Nitekim müzakerelerde ABD finans kurumlarına Çin pazarında daha fazla alan açılması talebi, ticaret savaşını masaya çekmede bir strateji olduğuna işaret ediyor.
ABD için şu anda sorun, Çin’in ekonomik hacmi, ekonomi ve yatırım bayrağıyla Latin Amerika’dan Avrupa’ya varlığını pekiştirmesi. Dahası diğer örneklerden farklı olarak küresel üretim zinciri modelindeki değişim ve bunun ABD’ye cari açık olarak yansıması. ABD, bazen dilini sertleştirerek Çin’i hedef alsa da Çin’le diyaloğun olmadığı, ekonomik ilişkilerin sıfırlandığı bir strateji istemiyor. Bu bağlamda Trump’ın da içinden geldiği büyük sermaye çevrelerinden gelen çağrılar, çelik üreticilerinin, tarım ihraç edenlerin Beyaz Saray’ı su yolu haline getirmesi, Trump yönetimini temkinliliğe itiyor. Buysa kademeli ve ekonomik ilişkileri büyük oranda zora sokmayan yollara başvurulmasını zaruri kılıyor. Uygulanan tarifler uyarınca "200 milyar dolar az mı?" denebilir, ancak ticari veriler düşüş değil, tırmanma yönünde.
Özetle, ABD serbest ticarete karşı değil, Türkiye ile ABD arasında bir serbest ticaret anlaşmasının gündeme gelmesi bile bunu doğrular nitelikte. ABD, kendisiyle benzer yöntemler uygulayan, yeteri kadar kontrol altında tutamadığı, ekonomik ve siyasi olarak yayılan Çin’in kendisine zarar vermesine karşı. Bunu da müzakere masasında halletmeye çalışıyor. Bu nedenle iki taraf arasındaki müzakerelerde masaya konulan başlıklara kulak kesilmekte fayda var.