Türkiye’de Montrö ve Kanal İstanbul tartışmaları, ABD’nin
Karadeniz’e iki savaş gemisi göndermesi ve Ukrayna’daki gerilim,
Rusya ile ilgili gelişmeleri ön plana çıkardı. Rusya küresel
sistemde daha önemli bir rol oynamaya başlarken, göreve yeni gelen
Biden yönetimi de Rusya (ve Çin) politikasını oluşturmaya
çalışıyor. ABD’nin hızla bir Çin stratejisi geliştirmesi
beklenirken önceliği Rusya’ya vermesi ilginç bir gelişme oldu.
Bunda da amacı, Rusya’yı baskı altına alarak ama işbirliği kapısını
da açık bırakarak Çin’den uzak tutmaya çalışmak. Bu yazıda, ABD’nin
Rusya ve dolaylı olarak Çin politikasını ele alıp bu politikanın
derin bir açmazı içinde barındırdığını ve Biden yönetiminin
beklediği sonucu vermesinin şüpheli olduğunu tartışacağım.
HEGEMONİK KRİZİN DIŞAVURUMLARI
ABD ekonomik, finans, askerî, bilim, teknolojik ve kültürel
hegemonya gibi kritik alanlarda küresel üstünlüğünü sürdürse de,
Batı kapitalizmi sistemi sayesinde ama ondan otonom bir gelişme
yolu izleyen Çin karşısında zorlanıyor. Aslında Rusya ile ilgili
sorunların önemli bir kısmı, dünyadaki birçok gelişmede olduğu
gibi, Çin’in yükselişinden kaynaklanıyor; çünkü artık Rusya Batı
karşısında Çin kartını çok açık kullanabiliyor. Hiçbir şey aynı
kalmadığı gibi ABD merkezli Batı sistemi de dönüşüyor, küresel
siyaseti denetleyebilme kapasitesi aşınıyor. Örneğin, 1990’larda
ABD Rusya’daki seçimlere müdahale edip Yeltsin’in seçilmesini
sağlarken, 2016 seçimlerinde roller değişti, Rusya’nın ABD
seçimlerine müdahale ettiğini iddia etti. Çin’in Miloseviç
Yugoslavya’sına angaje olmasına, 1999 Kosova müdahalesi sırasında
bu ülke büyükelçiliğini vurarak mesaj verirken, şu anda Çin
neredeyse her yerde. ABD açısından daha da olumsuz olanı, hegemonik
pozisyonu ele geçirdiğinden bu yana, Sovyetlerden daha büyük bir
meydan okumayla karşı karşıya olması ve bununla baş etme yollarını
bulmakta zorlanması.
RUSYA’YA SERTLİK POLİTİKASI
Biden yönetime gelir gelmez hem kendisi, hem kurduğu ekip, hem
de izlediği siyaset açısından hızla Rusya karşıtı bir siyasete
kaydı. Oysa ABD uzun süredir Rusya’yı küresel değil, bölgesel bir
güç olarak görüyor, küresel rakip (challenger/meydan okuyucu)
olarak Çin’i sayıyordu (hâlâ daha öyle görüyor). “Rusya’nın
yaptıklarını eskisi gibi sineye çekeceğimiz dönem artık geçti,”
“Putin katil,” “seçimlere karışmanın bedelini ödeyecek” türünden
ifadeler Rusya’nın öncelikli hedef tahtasına konduğunu gösterdi.
Yine, dış politika ve güvenlik ekibinden dışişleri bakanı A.
Blinken, Ulusal Güvenlik Danışmanı J. Sullivan Rusya’ya yönelik
sert açıklamalar yaptılar. Geçmişte Ukrayna politikasını yürüten,
sahaya inip Maidan gösterilerinde kurabiye dağıtan ve Rusya
konusunda “şahin” olarak bilinen Victoria Nuland’ın bakan
yardımcısı olması ve deneyimli bir ekibin atanması bu politikanın
işaretlerini vermişti. Oysa küresel siyasetin mantığı ve tarihsel
deneyim bunun tersini söylüyordu. Soğuk Savaş döneminde ABD, daha
güçlü olan Sovyetlerin yanından, Çin’i ayartarak koparmış ve
küresel çekişmede Moskova’yı en güçlü müttefikinden mahrum
bırakmıştı. Günümüzde de bunun tersinin yaşanacağı, ABD’nin,
Rusya’yı daha güçlü olan Çin’in yanından koparması beklenirdi.
Aslında bu strateji Obama döneminde denendi ve 2012’ye kadar sürdü.
Bundan sonra Rusya ve Ukrayna’daki gösterileri organize ettiği
iddiası üzerine ikili ilişkiler bozulmaya başladı, ardından 2014’te
Kırım’ın Rusya tarafından işgal ve ilhak edilmesi üzerine
yaptırımlar gelmeye başladı. Trump döneminde, bir yakınlaşma
görüntüsü verilse de, Amerikan sistemi Rusya’ya yönelik
yaptırımlar, diplomatların sınırdışı edilmesi gibi sert önlemler
aldı. Biden bu çizgiyi ağırlaştırarak sürdürüyor. Bunun da mantığı,
Rusya’nın Çin ile kurduğu yakınlaşmanın sınırları olduğu, aslında
Pekin’in yükselişinden ve özellikle Orta Asya’da artan
etkinliğinden rahatsız olduğu düşüncesine dayanıyor.
SORUN YUMAĞI
ABD ile Rusya arasında sorunlar çözülemeden birikti. ABD, Ulusal
Savunma Belgesi'nde Rusya’yı ne demekse “istikrarsızlık yaratan” ve
“oyun bozucu” bir ülke olarak tanımlıyor. Rusya’ya; Ukrayna’yı ve
Baltık ülkelerini tehdit etmek, Afganistan’da yerel savaşçılara
para vererek Amerikan askerlerini öldürtmeye çalışmak, seçimlerine
dijital yoldan müdahale etmek, “Güneş dalgaları” denen ABD’nin
hassas kurumlarına kapsamlı bir hacker saldırısı düzenlemek, trol
ordusu kurarak ABD içinde kutuplaşmayı derinleştirmek, muhalifleri
öldürmek, demokratik olmamak ve dünyada otoriterliği yaymaya
çalışmak gibi suçlamalar yöneltiyor. Rusya ise ABD’yi kendisini
Karadeniz’de çevrelemek, komşu ülkelerde kendisine yakın rejimler
getirmek için halk hareketleri düzenlemek, kendi içinde muhalifleri
gösteri yapmaya teşvik etmek, Kuzey Akım 2’ye engel olmak, yaptırım
uygulayarak ekonomisine zarar vermek ve genel olarak kendisine
uygun bir küresel sistem kurup diğer ülkeleri buna tabi olmaya
zorlamakla suçluyor. Aslına bakılırsa iki taraf da haklı sayılır!
Son noktada ise ne ABD, ne de Rusya tam olarak birbirlerinden
vazgeçmeyi göze alamıyorlar. Rus Dışişleri Bakanı Lavrov
yaptırımları 'aptalca ve işe yaramaz' olarak tanımlarken,
Washington büyükelçisi “Rusya’nın ulusal çıkarlarını karşılayan ve
ABD’nin ulusal çıkarlarıyla çelişmeyen bir eylem programı
yapmıştık” diyerek uzlaşmayı tercih ettiklerini göstermişti. Zaten
yapılan her açıklama ne kadar sert olursa olsun, işbirliği
kapısının açık olduğunu vurgulamadan geçmiyor.
RUSYA’NIN KARŞI HAMLESİ
Biden yönetiminin sert girişi Rusya’yı yeni hamleler yapmaya
zorladı. Bunlardan ilki Çin ile yapılan diplomatik görüşme,
ikincisi ise Ukrayna sınırına asker yığmak şeklinde oldu. ABD
dışişleri ve savunma bakanları ilk yurtdışı ziyaretlerini Japonya
ve G. Kore’ye yaptılar ve burada Çin’e karşı açık mesajlar
verdiler. Rusya bu durumu fırsata çevirerek Mart 2021 ortasında
Pekin’e ziyarette bulunarak -Çin yönetimine yakın The Global
Times’ın da uzunca yer verdiği gibi- burada kendi paralarıyla
ticarete geçme ve ABD denetimindeki finans sisteminden çıkabileceği
mesajını verdi. Erdoğan da geçmişte İran ve Rusya ile ticareti
dolar üzerinden değil, yerel paralarla yapma isteğini dile
getirmekle birlikte, şimdiye kadar bu yönde bir gelişme olmadı.
Bunun şu anki koşullarda çok zor olduğu ortada. Kaldı ki Rusya ve
Çin arasındaki ticaret, stratejik işbirliğine yakışmayacak düzeyde
ve toplam hacim 100 milyar dolar civarında. Rusya, yılda 2,5
trilyon dolarlık ihracat yapan Çin’in dış ticaretinde 50 milyar
dolarlık bir yer tutuyor. Çin’in toplam dış ticaret hacmi içindeki
payı ise yüzde 0,8 civarı. Her iki ülkenin de en büyük ticaret
ortaklarının Batı ülkeleri olduğunu bir kez daha hatırlatmak gerek.
Tabii ki iki ülkenin gerek ABD kontrolündeki bankacılık sisteminden
çıkması, gerekse kendi paralarıyla ticaret yapmaları, küresel
sistemde simgesel bir kırılmaya yol açabilir. Ama bunun şimdilik
bir koz olarak elde tutulduğu görülüyor.
Yine medyada çok yer almayan bir gelişme olarak, Rusya’nın uzay
ajansı Roscosmos Çinli muhatabıyla bir anlaşma imzalayarak Ay’da
bir uluslararası istasyon kurma konusunda anlaştılar, Rusya ABD’yi
rahatsız etme pahasına Çin ile Güney Çin Denizinde tatbikat ve
ortak gözetleme faaliyetlerini sürdürdü.
ABD’NİN AÇMAZI
ABD’nin Rusya’yı sıkıştırarak kendi yanına çekme politikası
kendi içinde çelişkiler taşıyor ve içeriden de bazı itirazlar
geliyor. Bu politikanın sonuçlarından biri, Putin yönetiminin içte
güçlenmesi, milliyetçiliği beslemesi, dış politikada ise Rusya’nın
Çin’e yakınlaşması. Bazı uzmanlar bu iki ülkenin giderek ortak bir
güvenlik kültürü oluşturmaya başladıklarından söz ediyor. Kaldı ki,
Rusya Çin’in yükselişinden faydalanarak ABD ile pazarlık gücünü
artırırken, Çin de, Rusya’nın ABD’yi doğu Avrupa, Karadeniz ve
Ortadoğu’da oyalamasından oldukça memnun. Biden yönetimi her ne
kadar henüz bir deklare edilmiş “çifte çevreleme” politikasına
geçmediyse de bu politikanın gidişi, çok eleştirilen 'aynı anda iki
büyük gücü karşısına alma' politikası olabilir. ABD’nin bir yandan
içsel sorunları çözmemişken bununla baş etme imkanının olmadığı
ortada.
Geçmişte Rusya ile işbirliği, Trump döneminde yeni bir başlangıç
gibi liberal sayılabilecek adımlar Rusya’yı Batı cephesinde tutmaya
yetmedi. Özellikle Ukrayna ve Gürcistan gibi ülkeleri NATO üyesi
yaparak Rusya’yı kuşatma politikasını Moskova askerî güç kullanarak
kırdı ve Batı’yı bu noktada çaresiz bıraktı. Her ne kadar
Karadeniz’de Bulgaristan, Romanya NATO üyeleri olarak, kıyısı
olmayan Yunanistan Rusya’dan uzaklaşarak, Gürcistan ve Ukrayna ise
NATO ve ABD’ye iyice yaklaşarak halen Rusya’yı güneyden çevreleme
politikasını sürdürüyorlar. AKP iktidarı da bütün ABD ile sorunlu
görüntüsüne rağmen hem NATO’nun Çok Yüksek Hazırlık Seviyeli
Müşterek Kuvveti'nin komutanlığını üstlenerek, hem Karadeniz’de ABD
ile ortak tatbikat yaparak, hem de Gürcistan’a askerî destek,
Ukrayna’ya askerî, teknolojik ve diplomatik destek sağlayarak bu
kuşatma siyasetine katkıda bulunuyor.
Gerek resmî belgeler ve açıklamalar, gerekse uzman
değerlendirmeleri ABD’nin Soğuk Savaş döneminde olduğu gibi Rusya
ve Çin’e yönelik olarak ayakları yere basan, sağlam ve sonuç alıcı
bir strateji geliştirmekte zorlandığını, hatta bocaladığını
gösteriyor. ABD Rusya’yı Çin’den uzak tutmaya yetecek cezalandırma,
yanına çekecek ödül verme araçlarına sahip değil. ABD’nin şu an
sahip olduğu en önemli avantajlar hâlâ küresel sistemdeki
ayrıcalıklı yeri ile başta İngiltere olmak üzere AB, Navalni
olayından sonra Fransa ve Almanya, Japonya, Hindistan, G. Kore,
Avusturalya ve Çin’e komşu birçok ülkenin kendi yanında yer alması.
Ve tabii Rusya’nın bütün söylemine rağmen son kertede Çin’in
yükselişinden ve kendisiyle asimetrik bir ilişki kurmasından
çekinerek Batı sistemine yakın durma beklentisi -ki birçok ABD’li
Rusya uzmanı bu beklentiyi dile getiriyorlar. Putin yönetimi şu
anda kendisine zarar vermemiş olan ve daha çok söylem düzeyinde
kalan politikasına Çin kozunu göstererek cevap veriyor ve bu denge
oyununu şimdilik sürdürüyor ve bundan memnun görünüyor.