Bundan sadece altı yedi ay önce Suriye ile yatıp Suriye ile kalkıyorduk. Türk ordusu Fırat’ın doğusunu YPG’den temizlemek için "Barış Pınarı" adını verdiği operasyonla bir kez daha Suriye topraklarına girmiş, YPG Amerika’nın gözetimindeki bir ateşkes ile Rasulayn - Tel Abyad arasındaki 120 kilometrelik alanda Türkiye sınırından 30 kilometre güneye çekilmişti. Suriye’nin kuzeydoğusundaki alanda faaliyet gösteren Amerikan askerlerinin de Menbiç, Kobani ve Kamışlı’dan çekildiği açıklanmıştı. ABD’den gelen resmi beyanlara göre Suriye’de petrol sahalarını korumak ve kalan IŞİD’lilerle mücadele için sadece 500 kadar Amerikan askeri kalmıştı. ABD’nin çekildiği alanlarda ise Rusya devriyeye başlamış, Türkiye sınırına ise Rusya’nın hamiliğini yaptığı Esad rejiminin askerleri konuşlanmıştı. Ankara aslında kendi hayalindekinden başka bir şeye benzeyen bu eklektik tampon bölge ile yaşamaya razı olmuştu. Bu bahsedilen denklem içindeki alanın ne ölçüde bir "güvenli bölge" olduğu Türkiye toplumunda tartışılamasın diye de kontrollü medya üzerinden türlü prodüksiyonlar sahnelenmişti.
Ekim 2019’daki hamlenin YPG’nin kontrolündeki alanı daralttığı bir gerçek. Ancak Kasım 2019’dan itibaren dikkatler uzun süredir patlamaya hazır bir bomba kıvamında bekleyen İdlib’e kaydığı, sonrasında da dünya Covid-19 salgınına teslim olduğu için “Kuzeydoğu Suriye’de aslında neler oluyor” sorusu şimdilik derin dondurucuya atılmış gibi. Aslında korona virüsü korkusu Suriye’de pamuk ipliğine bağlı yürüyen ateşkeslere can suyu oldu denebilir.
Bu arada ABD sahadaki yeni realiteyle uyumlu olarak Suriye politikasında zorunlu revizyon arayışı içine girdi. Rejim, Rusya, Türkiye, İran milisleri, IŞİD kalıntıları ve El Kaide çizgisindeki HTŞ’nin dar alanda kısa paslaşmalarına sahne olan bir bölgede Amerika’nın opsiyonları sınırlı. Dolayısıyla da 2015’te kurdurduğu ve YPG’nin omurgası üzerine oturan Suriye Demokratik Güçleri (SDG) üzerinden nasıl oyun kurucu olarak kalmaya devam edebileceğinin hesabında.
Washington son birkaç aydır PKK çizgisindeki YPG/PYD ile diğer Kürt grupların içinde yer aldığı Barzani etkisindeki Suriye Kürt Ulusal Konseyi (SKUK) arasında uzlaşma sağlamak için ciddi bir arabuluculuk yapmaya çalışıyor. ABD Dışişleri bizzat işin içinde. Müzakereleri Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey’nin Yardımcısı William Roebuck bizzat yürütüyor. Türkiye’nin tezlerini Washington’da en çok dikkate alan isim olan Roebuck’un patronu Büyükelçi Jeffrey bu girişimle ilgili olarak Ankara’yı önden bilgilendirmiş olsa da Türk tarafında kaşlar kalkmış durumda. Ankara şu noktada bu çabayı ABD’nin PYD’ye meşruiyet kazandırma girişimlerinin bir tekrarından öte görmüyor.
ABD’nin Suriye’deki durumu kendi açısından nasıl gördüğünü anlamak için ise Pentagon Başmüfettişi Sean O’Donnell’ın Kongre’ye sunduğu 2020’nin ilk çeyreğini değerlendiren rapor önemli detaylarla dolu. Her şeyden önce dikkatimi çeken raporda sıkça kullanılan yeni bir kavram; Doğu Suriye Güvenlik Alanı (Eastern Syria Security Area – ESSA). Belli ki Amerikalılar hala SDG kontrolü altındaki alana eskiden olduğu gibi özerk yönetim “Autonomous Administration – AA” dememek için yeni bir laf üretmiş. Rusların, ABD’nin artık ESSA dediği bu alanda kendileriyle çatışmasızlık alanlarını kullanmaya devamda istekli göründüğü belirtiliyor. Rus ordusunun bölgedeki varlığının kendilerinin istihbarat toplama ve IŞİD’e karşı mücadele kapasitesine mani olmadığının altı çiziliyor.
Dahası, başmüfettişin raporuna göre SDG bugün IŞİD’le mücadele kapsamındaki operasyonların büyük bölümünü koalisyon desteğine gerek kalmadan özerk olarak yapabiliyor. Petrolün SDG’nin ana geliri olduğu vurgulanırken kritik bir noktaya dikkat çekilmiş:
“Ekonomik istikrarın olmadığı bir ortamda SDG Komutanı Mazlum Abdi ve Suriye Demokratik Konseyi (SDK) yürütme konseyi üyesi İlham Ahmed’in petrol alanlarına ulaşım için baskı yapan Rusya’ya bazı finansal tavizlerde bulunmaları kuvvetle muhtemel. Karşılığında Rusya’dan Esad rejimini kendi kontrol ettikleri alanlarla ilgili bir siyasi anlaşmaya razı olması için ikna etmelerini bekleyeceklerdir. Petrol sahalarına erişim için Rusya’ya taviz vermek şu an için SDG’nin çıkarına olmaz. SDG kontrol ettiği petrol sahalarını ilerde gerçekleşecek pazarlıklarda koz olarak kullanabilir.”
Suriye’de Kürtleri uzlaştırma çabasının neden ABD’nin çıkarları açısından hayati olduğunu anlamak için ise raporun şu bölümüne göz atmak yeterli:
“CENTCOM’un raporlarına göre kuzeydoğu Suriye’deki Arap toplulukların çoğu pasif olarak SDG’yi ve SDK gibi onunla bağlantılı sivil kurumları destekliyor. Ancak bu topluluklar bölgedeki aktör devletlerin SDG’ye destekten vazgeçmeleri yönündeki baskısıyla karşı karşıya. CENTCOM ile Savunma İstihbarat Teşkilatı (DIA) SDG’nin askeri ve siyasi tartışmalara Arapları katma niyeti konusunda farklı değerlendirmelere sahip. CENTCOM, SDG’nin Arap askeri ve sivil liderlerin yanı sıra Hıristiyanları da süreçlere dahil etme konusunda ‘ileri adımlar’ attığını rapor ediyor. Ancak DIA’ya göre ise SDG’nin Kürt liderliğini oluşturan YPG bu yapı içindeki ve bu yapıya bağlı tüm sivil kurumlardaki karar mercilerini tutmaya devam ediyor. Dahası DIA’ya göre YPG Arap savaşçıların SDG birlikleri içindeki büyük bölümü oluşturduğu Arap nüfus ağırlıklı yerlerde bile gücü onlarla paylaşma yönünde herhangi bir adım atmış değil."
SDG’nin yerel yapılarda Araplara vaat ettikleri ortak yönetimin kağıt üzerinde kaldığı tespitine uzunca bir süredir Amerikan istihbarat kurumlarının raporlarında açıkça yer veriliyor. Pentagon başmüfettişinin raporu ise SDG’nin mentoru konumundaki CENTCOM komutanlarının sahada değişmekte olan koşullara rağmen hâlâ SDG adına mazeret üretme çabası içinde olduğunu deşifre etmesi açısından hayli ilginç. Yakın zamana kadar Washington’da sarkaç hep CENTCOM’dan yana salınıp durdu. Bugün ise sarkacın dengelenmesi için en azından bir çaba olduğu yönünde sinyaller var. Amerikan kurumları arasındaki çekişme nereye evrilirse evrilsin sonucu nihayetinde yine sahadaki gelişmeler belirleyecektir.