Abdullah Gül henüz aday olmadı veya gösterilmedi ama ihtimali bile siyaset gündemini darmadağın etmeye yetti. İlk olarak, Ruşen Çakır Medyascopetv'de CHP'nin İyi Parti'ye verdiği desteği değerlendirdiği yayında, SP ve İyi Parti'nin Abdullah Gül'ü ortak aday olarak göstermesi olasılığından ve CHP'nin de bunu destekleyebileceğinden bahsetti. Bu yayının hemen ertesi günü Cumhuriyet gazetesinde Erdem Gül imzasıyla çıkan manşet haber de, Ankara kulislerinde bu seçeneğin konuşulduğunu gösteriyordu. Araştırmacılar, Gül'ün şansı ve yaratacağı etki konusunda hemen tahminler yapmaya, sosyal medya hızla hareketlenmeye başladı. Akıllıca bir taktik hamle olduğunu düşünenler de oldu, asla böyle bir hamleye kalkışılmaması gerektiğini söyleyenler de. Medya, Gül'ün evine gelen ziyaretçileri yeniden mercek altına aldı, yine bildik isimler dolaşıma girdi. Konunun gündemde çok hızlı tırmanması üzerine, İyi Parti de bir açıklama yaparak, Meral Akşener'in adaylığından vazgeçmeyeceklerini söyledi. CHP ve hatta Saadet Partisi içinden itiraz sesleri yükselmeye başladı. Ve konu netleşene kadar tartışma yatışacak gibi değil.
En son söyleyeceğimi en baştan söyleyeyim: Eğer Abdullah Gül iddia edildiği gibi seçimi kazandıracak bir formülse veya yine iddia edildiği gibi Erdoğan'ın temsil ettiği kutuplaştırıcı siyasetin geçici panzehiri olabilecekse, bunu neden yine başkaları anlatıyor? Onun adına, ona rağmen veya tamamen gıyabında birileri birilerini ikna etmeye ya da vazgeçirmeye çalışıyor. Neden, Abdullah Gül kendisi anlatmıyor, söylemiyor, göstermiyor? Neden kendisi hiçbir riske girmeden, parmağını bile oynatmadan, koca bir muhalefetin arkasına geçmesini ve riski üstlenmesini istiyor, bekliyor veya böyle bir isteği yoksa bile "Durun ben yokum" demiyor? Kendisini destekleyenleri haklı çıkartacak, elini rahatlatacak veya çok haklı itirazları yatıştıracak bir varlık göstermiyor? Neden görülecek, gösterilecek kanıtlarla kendi yolunu açmak yerine, yine başkalarının formüle ettiği ihtimallerin gölgesinde beklemeyi tercih ediyor? Kendisini anlatmak, tartıya çıkmak ve risk almak zorunda olmayan ama en uzun süre gündemde kalabilen politikacı ödülünün tek adayı gibi davranıyor.
"Gül formülü" üzerine yorum yapanların büyük çoğunluğu, ortak aday olmazsa Gül'ün yarışa girmeyi kabul etmeyeceğinde, zaten sonuç almak için de böyle olması gerektiğinde birleşiyor. Ben de yine soruyorum: Neden? Neden muhalefet bütün yumurtalarını sağlamlığı tartışmalı bir sepete doldurmaya ikna olacak da, AKP tabanından ve muhafazakarlardan büyük bir parça kopartabileceği iddiasındaki Gül, bunu seçimin birinci turunda Saadet Partisi'yle veya bağımsız aday olarak gösterilme zahmetine katlanmayacak? Eğer gidişattan çok rahatsız, kurucusu olduğu partinin ve ülkenin duvara doğru gittiğini gören bir "devlet adamı" ise, kendisinin de hatırı sayılır payı olan bu duruma dair söyleyecek iki çift lafı "siyasi yatırım" hesabında bekletmeye devam mı edecek? Sadece bu yüksek ego gösterileri bile, onun uygun ortak aday olmasını zorlaştırmıyor mu? Gül'ün yaşananlar hakkında özür, düzeltilmesi gerekenler üzerine vaat içeren bir kampanyayla, kendi gücüne dayanarak (belki "ihanet" borcunu da ödemek için Saadet Partisi ile) birinci turda aday olup, ürettiği sonuçla ikinci turda masada kalabilmesinin önünde egosu ve ürkekliği dışında nasıl bir engel var?
Bu seçeneğin karşısında, ortak aday olarak Abdullah Gül'de (aslında herhangi birinde) uzlaşan muhalefetin üstleneceği risk ise çok büyük. Tahminler ve güvenilirliği tartışmalı araştırmalar dışında hiçbir dayanağı olmayan bir ihtimale ülkenin tüm geleceğini yatırma sorumluluğu kolay üstlenilir olmamalı. Çoğuna katıldığım haklı itirazlar, ideolojik hazım zorlukları, devamına ilişkin kaygılar bir kenara konulsa bile, ortak aday formülünün rasyonelliği de aşırı tartışmalı. Bütün barutu tek atış için kullanmak, beklenen olmadığında tamamen hamlesiz kalarak "pardon" demekten başka seçenek bırakmıyor. "Dağınıklığın" ve çok adayın güç azaltacağı iddiası ise, mesneti olmadığı gibi defalarca aksi kanıtlanmış saçma bir tez. Oysa, hemen her siyasi partinin bütün potansiyelini yansıtabileceği güçlü adaylarla yarışa çıktıkları, komplekssiz ve endişesiz biçimde yan yana durularak barajın fiilen kaldırıldığı bir ilk tur - yüzde 45 altına itilecek- Erdoğan'ın kabusu olabilir. Muhalefet için de, ahlaken ve siyaseten kimsenin yorulmadığı, en küçük enerjinin bile heba edilmediği ve devam hamlelerine açık bir zemini mümkün kılar. "Birleşin, benim riskimi üstlenin ve çare olarak kapıma gelin" demek yerine bu tablo için elini taşın altına koyup harekete geçen Abdullah Gül'ün iddiaları doğrulayacak bir ilk tur performansından sonra, hem siyasi kariyeri, hem de ikinci tur adayı olarak "kabul" şansı yükselecektir. En çok oyu alan ikinci aday olmasa bile, AKP seçmeninden oy kopartma kapasitesiyle ilgili açık sonuç, varsayımların üzerinde bir rıza üretebilir.
AKP iktidarının yüzde 50'yi zorlayan oy desteğine tırmanması, 2007 yılında Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanlığı adayı olmasıyla başlayan krizle yakından ilgili. Bu anlamda, AKP'nin kendini iktidarda hissetmesinin başlangıcında Gül var ve iktidarın elinden kaydığının kesinleşebileceği 2018 seçiminde de aynı aktörün sahnede olması, benim merakla izleyeceğim bir şey olur. Uzunca bir süre genel başkanı, başbakanı ve cumhurbaşkanı olduğu partisinin Gül'e karşı nasıl bir kampanya yürüteceğini, bu kampanyanın sağ blok oy katılaşmasını (konsolidasyonunu) nasıl çatlatabileceğini görmek, gazeteci ve araştırmacılar için de bulunmaz bir gözlem fırsatı yaratacaktır. AKP tabanı için uydurulmuş sosyolojilerin, fabrika ayarlarının bir karşılığı olup olmadığını gösterecek veriler de yabana atılamaz. Ayrıca, Gül'ün denklemde ortak aday olarak değil, değişkenlerden biri olarak yer alıp iddia edildiği ölçüde etki yaratması, tek adam iktidarının durdurulmasından sonra oluşacak siyasi zemin açısından da, iç dağılımı tam anlaşılamayacak "ortak havuz oyu"ndan daha fazla veri sağlayacaktır.
Üç hafta önce, 4 Nisan tarihinde Gazete Duvar'da "İktidar mı, siyaset mi değişmeli: AKP'liler ne olacak?" başlıklı yazıda aradığım cevaplar açısından da Abdullah Gül'ün devreye girmesinin ya da artık yeniden ısıtılmamak üzere devreden tamamen çıkmasının yararlı olacağına inanıyorum. Söz konusu yazıda; "En iddialı sonuçlarda bile mevcut iktidarı destekleyenlerin yüzde 40'ların altına düşmeyeceği düşünülüyorsa, bir karşı yok sayma hamlesi çok gerçekçi görünmüyor. 'Hele bir gitsinler sonra bakarız' demenin de açıklayıcılığı bir yere kadar" demiştim. Dolayısıyla, Saadet Partisi ve Abdullah Gül'ün 24 Haziran'da denkleme dahil olup alacakları sonucun ve potansiyellerinin ortaya çıkmasının, Türkiye'nin ihtiyaç duyduğu "siyaset değişimi" süreci açısından da önemli olduğunu, AKP'yi destekleyenlerin önemli bir kısmı için siyasi temsil seçenekleri yaratabileceğini düşünüyorum. Yani destekçilerinin pek mümkün olmadığını söyledikleri "imkansız" seçeneğin, yani Gül'ün adaylardan biri olmasının daha gerçekçi olduğunu düşünüyorum. Gül seçeneğine yatırım yapanlar için de, "tek adama karşı" bütün muhalefeti "başka bir adama" ikna etmek yerine, tek bir adamı fedakarlık yapmaya ikna etmenin daha kolay olacağı fikrindeyim.