24 Haziran öncesinde muhalefet, Bahçeli-Erdoğan karşısında en azından psikolojik üstünlüğü yakalamış gibi görünse de iktidarın değişmesi neredeyse milimetrik hesaplara bağlı gibi görünüyor. CHP ve İYİ Parti’nin başını çektiği ittifak HDP’yi dışarıda bırakarak Bahçeli-Erdoğan’a manevra kabiliyeti kazandırmış olsa da baş aşağı giden ekonomi, iktidar koalisyonunun eteklerini tutuşturmuş vaziyette.
Cumhurbaşkanının bir danışmanı Kürt meselesinde seçim sonrası yeni bir çözüm sürecinden söz ederken, bir diğeri alelacele bu beyanatı hükümsüz bırakıyor. İktidar koalisyonunun bir aktörü genel aftan söz ederken, Erdoğan apar topar bunun üzerine halıyı çekiyor. Takvim ilerledikçe iktidardaki ihtilaflar daha da gün yüzüne çıkıyor.
Peki, bu süreçte muhalefet cephesinde her şey yolunda gidiyor mu? Erdoğan’ın tüm sıkışmışlığına rağmen süreci lehine çevirme olanakları var mı? Bir ara ismi muhalefetin cumhurbaşkanı adaylığı için geçen AKP’nin kurucularından, eski bakan ve başbakan yardımcısı, dolayısıyla Erdoğan’ı çok yakından tanıyan Abdüllatif Şener’in kapısını çaldık. Sürpriz bir gelişme olmazsa CHP’den milletvekili adayı gösterilecek olan Şener’e göre Erdoğan, iktidarı bırakmamak için her şeyi yapabilir. Peki bu “her şeyin” içinde neler var? Devlet, Erdoğan’sız bir seçeneğe hazır mı? Yanıtları aşağıda…
CHP’den milletvekili adayı olacağınız doğru mu?
Aday gösterilmemle ilgili bir irade var ama bu safhada ayrıntıları konuşmak sağlıklı olmaz. Aday olacağım ille ilgili bir belirsizlik var.
2007 yılında AKP’den ayrıldığınızda pek çok kesim hükümetin demokratikleşmeye doğru yol aldığını söylüyordu. Sizin o dönem milletvekili adayı olmamanızın nedeni neydi?
Kendi çıkarlarıyla çatışıncaya kadar “Türkiye’de demokratikleşme var” diyenler oldu. Türkiye’nin doğusunda demokratik bir gelişme olduğunda doğudakiler, batıdaki despotizme ses çıkarmadı. Sonra iş tersine döndü ve antidemokratik gelişmeler çok yoğun ve ağır bir şekilde doğuda ortaya çıktığında, batıdakiler de doğudaki sahneleri görmezden geldi. Bu, Türkiye’deki insan malzemesinin durumunu yansıtıyor.
Bu aynı zamanda etnik ayrışmanın da mı yansıması?
Etnik ayrışma diye söylemiyorum, çok boyutlu bir şey bu. Aydın denen kesimde de yaşandı bu durum. Oysa aydınların doğusu-batısı olmaz. Türkiye’deki demokrasi standartlarına bir bütün olarak bakmaları gereken bir kesimdi bu. Ama Tayyip Erdoğan kendilerine iltifat ederken, sırtlarını sıvazlarken, ülkede antidemokratik gelişmeler olmasına rağmen “Türkiye, tarihinde olmayan büyüklükte bir demokrasi hamlesi içindedir” diye yazdılar ve konuştular. Veya hükümet, Kürt açılımı yaptığında ve bir kısım seçmen üzerinde olumlu etkiler bıraktığında, bu açılımın içinde olan kesimler, hükümetin olumsuz yönlerini hiç görmediler.
'MUHALEFET PARTİLERİ HDP KONUSUNDA ERDOĞAN ÇİZGİSİNE YAKLAŞTI'
Kürt hareketini mi kastediyorsunuz?
Evet, o da var içinde. Sayın Erdoğan Kürt açılımını Kürt kara kışına çevirdiğinde, bu sefer de Türkiye’ye batıdan bakan, ulusalcı bakış tarzıyla ülkeyi okumaya çalışan kesimler, yazarlar, çizerler, aydınlar -ki Türkiye’de aydın olduğunu düşünmüyorum- bunu görmezden geldiler. Sayın Erdoğan’ın üslubuyla, tavrıyla olaylara yaklaştılar. Sayın Erdoğan, HDP’yi bile adeta vebalaştırdı. Bu süreçte tüm muhalefet partileri de HDP konusunda Sayın Erdoğan’ın çizgisine yaklaştı.
Fakat cumhurbaşkanlığı seçimlerinde HDP tabanının desteğini almayan adayın kazanma şansı olmadığı açık…
HDP’yi dışlamak, sistemin dışına itmek, üzerinde baskı uygulamak ve onunla ilgili söylemler geliştirerek diğer siyasi partileri HDP’den uzaklaştırmak Sayın Erdoğan’ın yıllardır yaptığı bir müstakbel seçim stratejisiymiş meğer. Ve maalesef diğer siyasi partiler de bunu benimsediler. Bu yüzden, iktidarın mutlak suretle değişmesi gerektiği halde, nasıl değişeceğiyle ilgili bir tıkanmışlık var.
AKP’nin toplumun neredeyse tüm kesimleri üzerinde yarattığı olumsuz tesirin, muhalefette AKP karşıtı bir mutabakat oluşturmamasını neye bağlıyorsunuz?
Herkes kendi geçmişini çıkarlarıyla bağlantılı olarak şekillendirince, başkasının başına gelenler diğerlerini rahatsız etmeyince mutabakat da oluşmaz. Sur’da, Şırnak’ta, Nusaybin’de, Cizre’de o kadar operasyonlar yapıldı. Hangi siyasetçi, hangi aydın, hangi yorumu yaptı?
Ağır bedelleri göze alarak tepki gösterenler oldu. Örneğin Barış İçin Akademisyenler’in yayınladığı barış bildirisi yüzlercesinin hayatını kökten değiştiren uygulamalarla karşılık buldu. Tutuklanan, üniversiteden ihraç edilen, yurtdışına çıkmak zorunda kalanlar, tehdit edilenler oldu…
Eğer o imzadan önce Türkiye kamuoyu olayları doğru bir biçimde değerlendiriyor, basın bu çerçevede yayınlar yapıyor, atmosfer veya ortam, zihinsel altyapı Sayın Erdoğan’a teslim edilmiyor olsaydı, o imzaya karşı böyle bir yaptırım ortaya çıkamazdı. Oysa paradigmayı Tayyip Erdoğan çiziyor; bazı konular tartışılmaksızın doğru olarak kabul edilmeye başlanıyor ve muhalefetiyle, aydınıyla herkes o sınırların dışına çıkmaksızın konuşuyor, yazıyor, çiziyor. Siz onun çizdiği sınırların dışını gayrimeşru görmeye başlarsanız, şikâyetçi olduğunuz iktidarı değiştirmenizin imkânı kalmaz.
'ERDOĞAN PARÇA PARÇA YUTUYOR'
Kürt medyasının bilaistisna kapatılması, diğer muhaliflerin ağır bedellerle sindirilmesi, yazdığı yazılardan, attığı tweetlerden insanların hapse atılması gerçeğini gözardı etmemek lazım…
Bunların hepsi doğru ama hep beraber direnç gösterilseydi, bugünkü atmosferi kimse yaşamazdı. Elbette bedel ödeyenler olacaktı ama Erdoğan böylesi bir paradigma oluşturamazdı. Erdoğan parça parça yutuyor. Altan Tan’ın vaktiyle yazdığı Reşo Ağa hikâyesi vardır. Türkiye muhalefetinin Erdoğan karşısındaki hâli, o hikâyeye benziyor.
Nedir o hikâye?
Olay Midyat’ta geçiyor. Reşo Ağa, başkalarının malını gasp ederek bir bostan yapmış. Biri Müslüman, biri Süryani, diğeri de Ezidi üç ahbap, Reşo Ağa’nın bostanına denk gelmiş. Müslüman Hasso, Süryani Gebro, Ezidi Carcuro, "Nasıl olsa dere Allah'ın deresi, bostan da köyün ortak merası, birkaç kavun-karpuz yesek ne olur" deyip dalmış bostana. Derken Reşo Ağa çıkagelmiş! Tabii karşısında üç tane delikanlı. Üçüyle kavgaya girse, kaybedecek. Kendi hallerine bıraksa, malı-mülkü herkese hak haline gelecek. Dönmüş Ezidi Carcuro’ya, “Hele bu Hasso benim Müslüman kardeşim, dinimiz, kitabımız, Allah'ımız Peygamberimiz bir. Malımız, mülkümüz, canımız kanımız ortak. Gebro desen İsa efendimizin ümmetinden, Ehli Kitap. Ulan peki sana ne oluyor? Sen nasıl benim mülküme destursuz girersin” deyip girişmiş buna. Hasso ile Gebro derin bir nefes çekip şükretmişler. Ağa Carcuro'yu halledince dönmüş Gebro’ya. “Ulan Hasso benim din kardeşim. Dinimiz, kanımız, malımız, canımız bir. Peki sen neyin nesi oluyorsun? Doğru düzgün bir adam olsan bir Allah'ı üçe çıkarmaz, İsa efendimizi Allah'ın oğlu yapmazdın. Bir Müslümanın malını nasıl yersin? Yedim seni namussuz” deyip patlatmış yumruğu. Gebro'nun da işini bitirdikten sonra dönmüş Hasso’ya, “Seni gidi vicdansız, hele bunlar biri Ezidi öbürü Hıristiyan. Sen sözde Müslüman olacaksın, helali haramı bileceksin, benim malımı mülkümü muhafaza edeceksin. Seni gebertmeyeyim de kimi geberteyim” demiş, çökmüş böğrüne. Köylüler ertesi gün perişan halde bulmuşlar üç arkadaşı. Yaralarını sarıp, ekmek, su vermişler. Köylüler “üçünüz de babayiğit adamlarsınız, sizi kim bu hale soktu” diye sorsalar da Hasso sayıklayıp durmuş: "Ezidi'ye sahip çıkacaktık, Ezidi'ye sahip çıkacaktık…” Türkiye’nin hâli de böyle! Ülke bir bütündür ama biri, ülkeyi yönetmek için ayrıştırmaya ihtiyaç duyuyor. Daha da kötüsü, kimse bu ayrıştırmanın memleketi tehlikeli bir yola sürüklediğini göremeyecek kadar her şeye kendi penceresinden bakıyor. Muhalefet, asgari müşterekte bile olsa ortaklaşma çabası göstermiyor. Geldiğimiz noktada da, aradan on yıl geçmesine rağmen siz gazeteciler hâlâ çıkıp bana “niye bıraktınız” diye soruyorsunuz…
Evet ama başta sorduğumuz bu sorunun yanıtını alamadık…
Niye bıraktığımı söyleyeyim. Bana hayatım boyunca en kibar davranan insanlardan biri Sayın Erdoğan’dır. Ben terslikler yaptım, hatta bağırıp-çağırdığım olduğu halde bu davranışı değişmedi…
Ne gibi terslikler yaptınız?
Mesela bir şeyin onaylanmasını istiyordu, ben onaylamak yerine reddediyordum. Kamuoyu merak eder diye Galataport meselesini anlatayım. İstanbul’da, Galata bölgesinde özel bir imar yapılmış, cumhuriyet tarihinin en büyük rantlarından biri oluşturulmuş, ihale edilmişti. İhale, aralarında Çeçenlerin de olduğu, İsrailli işadamı Sami Ofer’in kurduğu konsorsiyuma verilmişti. Özelleştirme İdaresi ihaleyi yaptıktan sonra, onaylanması için Yüksek Planlama Kurulu’na göndermişti. Yüksek Planlama Kurulu’nda sekiz-on tane bakan ve Devlet Planlama Teşkilatı müsteşarı vardır. Bana bağlı olan DPT aynı zamanda YPK’nın sekreteryasını yapıyor ve kararnameyi imzaya açmam ve imzalamam gerekiyordu. Fakat ben bunu yapmadım. Sayın Erdoğan birkaç kere Bakanlar Kurulu çıkışında “bunu bir an önce yürürlüğe koymamız lazım, niye bekletiyorsun” diye sordu.
Ne yanıt verdiniz?
“İnceletiyorum” dedim. “İncelenecek bir şey yok, bir an önce imzala ve diğer YPK üyelerinin imzasına aç” dedi. Bir söyledi, iki söyledi, ben her seferinde “inceletiyorum” dedim. Bir gün dedi ki, “yenge hanımı da al yanına, beraber bir dünya turu yapalım.” Ben, Ali Babacan, Sayın Erdoğan ve eşlerimiz önce Kuveyt’e gittik. Birkaç gün orada gezdik, resmi görüşmeler de yaptık ama çok mühim değildi. Oradan Yemen’e gittik ve orayı da anlayacak kadar dolaşmış olduk. Oradan kalkıp İngiltere’ye, doğrudan Remzi Gür’ün evine gittik. Remzi Gür’ün oğlu Ali Babacan’ın baldızıyla evli olduğu için aralarında hısımlık var. Orada Galataport işini açtılar. Çok önemli bir proje olduğunu anlattılar. Fakat ev ortamında bunları konuşmayı doğru bulmadığım için hep geçiştirdim.
Kaç yılında oldu bu hadise?
2005-2006 yılları arasındaydı. Biz seyahatteyken basın “Başbakan, Şener’i havada ikna edecek, döner dönmez Galataport ihalesini onaylayacak” diye yazıyordu. Türkiye’ye döndükten birkaç gün sonra, o ihaleyi imzalamadığım gibi imzaya da açmadım ve Özelleştirme İdaresi’ne iade ettim, defteri kapattım.
Erdoğan’ın tepkisi ne oldu?
Herkes, Sayın Erdoğan’la aramızda kıyametin kopacağını zannetti. Ama aramızda hiçbir şey olmadı. Sadece bir ara dönüp bana “Yahu Latif, imzalamadın, anladık da. Hiç değilse Sayın Başbakan’ın talimatıyla imzalamadım ve iade ettim demen lazımdı” dedi. “Haklısınız, dikkat etmemişim” dedim (Gülüyor).
Herhalde benzer bir şeyin şu an yaşanması söz konusu olmaz, değil mi?
O dönemde de azarladığı, hakaretler yağdırdığı bazı bakanlar vardı. 2007 seçimlerinde aday olmayacağımı ilk kez kendisine söyledim. Sivas’taki bir miting için gittiğimizde, havalimanında bir odaya gittik. “Ben bu seçimlerde aday olmayacağım” dedim. “Olur mu öyle şey, durduk yere niye aday olmuyorsun? Bu acele karar verilecek bir konu değil, geniş zamanda konuşuruz” dedi. Bir süre sonra Ankara’da konu açıldığında siyaset tarzlarımızın farklılaştığını, yollarımızın ayrıldığını söyledim. Adaylık başvurusu yapmamıştım ama Abdullah Gül benim yerime adaylık parasını yatırmıştı. O da ısrar etti, odama gelip gitti… Neticede bıraktım.
'ERDOĞAN BENİM HAYALLERİMİ YIKTI'
Erdoğan’la ayrışma noktanız neydi?
Başladığımız günden itibaren, siyaset tarzı, üslubu, tavrı benimkinden farklıydı. Hürriyet gazetesinin birinci sayfadan manşetini hiç unutmam. “Başbakan Erdoğan: Öfke bir hitabet sanatıdır.” Bu başlığın hemen yanında da şu başlık vardı: “Başbakan Yardımcısı Şener: Öfkeden sanat olmaz.” Ayrışmışız zaten, çizgimiz ayrı! Gazetecilerin “niye ayrıştınız” sorusuna hap gibi bir cümle aramalarından yıldım ben. Bu bir birikimdi. Dünyaya, siyasete, kamu malına bakışımız başkaydı. Ömrümün en güzel yıllarını harcamışım. Aileme en fazla zaman ayırmam gereken dönemi parti kuruyoruz, hükümet ediyoruz diye harcamışım. Öyle iyi bir hükümet olalım ki, bizi sevmeyenler bile “yahu bunlar ne güzel insanlar” desinler diye hayal ediyordum. O benim hayallerimi yıktı. Kuruluş safhasında AK Parti’nin programını ben hazırladım. Baştan sona demokratik değerlere vurgu yaptım. O programı baştan sona okuyun; Tayyip Erdoğan başbakan olduğu günden bu yana, parti programında yazılanların tersini yapıyor. Bir insanın, bir siyasi hareketi bırakması için bunlar yetmez mi?
Kasım 2002’de AKP seçimlerin galibi olur ve iktidara gelirken, Kürt meselesinde çatışmasızlık dönemi devam ediyordu. 2004’te çatışmalar tekrar başladı. 2006 Mart ayında Diyarbakır başta olmak üzere Kürt illerinde büyük olaylar yaşandı, onu aşkın sivil öldürüldü. Aynı yıl TMK değiştirildi, taş attığı gerekçesiyle çocuklar hapse atılmaya başlandı. İzleyen yıllarda birbirini takip eden “çözüm-çatışma” dönemlerine tanık olduk. Nihayet en aleni çözüm süreci olan 2013-2015 dönemi sonrasında korkunç bir yıkım politikasına gidildi. Cumhuriyetin başından itibaren yapısal bir sorun olan Kürt sorununu AKP nasıl bir boyuta taşıdı sizce?
Bu süreç insanlarımızın birlikte yaşama iradesine çok büyük bir darbe vurdu. Öncesine göre çok daha büyük bir ayrışma ortaya çıktı. Barış süreçleriyle çatışma dönemleri arasında gidip gelen dönemin siyasete daha fazla tecrübe kazandırdığını, sorunları çözme yeteneğini artırdığını düşünmüyorum. Aksine, çözümsüzlüğü derinleştirdi. Türkiye’nin ilk yapması gereken iş, derinleştirilmiş olan bu çözümsüzlüğün bir an önce kaldırılması, karşılıklı güvenin sağlanmasıdır. Siyasi partiler hâlâ bazı kavramları kullanmaktan çekiniyorsa, büyük bir problem söz konusudur.
'AHMET ŞIK’IN TAVRINI BAŞINDAN BERİ İZLEYİP TAKDİR ETMİŞİMDİR'
Bazı kavramlardan kastınız ne?
Seçim atmosferinde tek-tük telaffuz edilmeye başlandı ama Halkların Demokratik Partisi sözünü hiçbir parti rahatlıkla kullanamıyor. Bu parti yasal, Anayasal bir parti mi, evet. Altı milyondan fazla oy almış seçmeni var mı, evet. Bu parti, Meclis’in üçüncü büyük grubuna sahip ve bütün yasama faaliyetlerine katılıyor. Onun katıldığı yasama faaliyeti 80 milyon insanımızı bağlıyor. Peki niye adını anmıyorsun? Yoksa halksız bir demokrasi mi istiyor birileri? Yasal Kürt siyasi hareketine karşı bile bu kadar çekinceli olan bir siyasi atmosfer, yazar, düşünür… Söyleşimizin başında yazar-çizerlerle ilgili acımasız bir eleştiri yaptığımda itiraz ettiniz ama ben genelden söz ediyorum. Yoksa bu genel atmosfere rağmen, bireysel olarak çok büyük bir direnç gösteren, tavır sergileyen, eğilmeyen, bükülmeyen insanlar da var.
Neyse ki onların bir kısmı da siyasete giriyor şimdi…
Evet, mesela Ahmet Şık. Başından beri izlemişimdir, çizgisini ve tavrını takdir etmişimdir. Öte yandan, Türkiye’de yaşanan ayrışmanın hızla giderilmesi, çözümün geliştirilmesi herkesin boynunun borcudur.
'ERDOĞAN, İKTİDARI BIRAKMAMAK İÇİN HER ŞEYİ YAPAR'
Erdoğan’ın danışmanlarından İlnur Çevik, önceki gün seçimden sonra yeni bir çözüm sürecinin başlayabileceğini söyledi. Hemen akabinde Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın, böyle bir tasarıları olmadığını açıkladı. Sizce AKP’nin bu noktadan sonra herhangi bir çözüm geliştirmesi söz konusu olabilir mi?
Sayın Erdoğan’ın çok hızlı viraj alma yeteneği olduğu gibi medya, sivil toplum ve kemikleşmiş oy tabanı sayesinde çelişkilerini seçmenine hissettirmeme yeteneği de var. “Reis, dün şunu söylemiştin, bugün niye tersini söylüyorsun” diye sorgulayan bir seçmen yok. Fakat onun sıklıkla farklı noktalarda durması da ülkeye sürekli zarar veriyor.
Kendisini yakından tanıyan biri olarak Erdoğan’ın siyasetini nasıl tarif edersiniz?
Sayın Erdoğan, siyasette bireysel hesaplarını her zaman birincil öncelik olarak görmüş bir insandır. Siyaseti, bireysel önceliklerine göre yönetir ve ona göre sonuç almaya çalışır. Onun iktidarı kaybetme lüksü yoktur. İktidarı bırakmamak için her şeyi yapar.
Ne yapabilir mesela?
Meclis çoğunluğunu kaybetmemeyi kontrol edemeyebilir. Ama cumhurbaşkanlığı seçimlerini kaybetmemek için her şeyi yapabileceğini düşünüyorum. Fakat Sayın Erdoğan, son birkaç yıldır eski Erdoğan değil. Çünkü birkaç senedir kendi siyasi menfaatlerine de aykırı işler yapmaya başladı. Açmazlara giriyor, yanlışlar yapıyor. Artık kontrolünü, siyasi dirayetini kaybetmiş gibi görüyorum. Bu yanlışlarını seçim süreci boyunca tekrarlayabilir ve bu nedenle de kaybedebilir. Peki, o kaybedecek de muhalefet adaylarından biri nasıl kazanacak? Bu da önemli bir soru.
Ne demek istiyorsunuz?
Seçimleri alabilmek için İYİ Parti, Saadet, CHP ve diğer küçük partilerin oylarını almak yetmiyor. Aynı zamanda HDP’nin de, AKP’deki küskün ve kırgın Kürtlerin de, kırgın dindarların da oyunu alacak bir adayın ikinci tura çıkması lazım. Seçim kampanyaları içinde tüm bu seçmen kitlelerine kim güven verecek?
Muharrem İnce böyle bir isim mi sizce?
Bunu tüm kesimler itibariyle sorgulamak lazım. Aksi halde bu tür siyasi süreçleri her zaman lehine işletmeyi başarmış olan Erdoğan, bu kesimlerden kendisini iktidara taşıyacak olanların oylarını domine etmeye çalışabilir.
Erdoğan’ın elinde, muhalefetin açıklarından başka bir koz var mı? “Her şeyi yapabilir” derken kastınız sadece bu mu?
“Kaybetse dahi gitmez” gibi değerlendirmelere katılmıyorum. Bu ülkede ağır-aksak da olsa 70 yılı aşkın bir demokrasi deneyimi var. Böyle bir ülkeden bir lider çıkacak ve “seçim sonuçlarını kabul etmiyorum, sarayı da bırakmıyorum” diyecek! Böyle bir şeyin olması imkânsız.
'SAYIN DEMİRTAŞ’IN İKİNCİ TURA ÇIKMAYACAĞININ GARANTİSİ YOK'
7 Haziran sonrasında bu olmadı mı?
Tam böyle olmadı. Çünkü en azından yasal zeminde müdahale ederek o sonucu elde etti.
Seçim güvenliği meselesi de var tabii…
Eğer “her şeyi yapabilir” cümlem sandık güvenliği meselesini hatırlatmışsa, o güvenliği de muhalefet partileri sağlasın kardeşim! Muhalefet partileri sandık güvenliğini sağlayamıyorsa, parti olarak varlıklarının anlamı ne? Her sandığa güvenilir bir temsilci koymayı başarmalılar. Seçim kurulunun ilan ettiği sonuçları değil, kendi örgütlerinin taşıdıkları sonuçları göstermek suretiyle ilan edip her zeminde bunun müdafaasını yapmalılar. “Her şeyi yapabilir” derken ittifaklarını, mutabakatlarını, anlaşmalarını, sonucu belirleyecek şekilde yönetebileceğini söylüyorum.
Erdoğan ikinci turda kimlerle ittifak, mutabakat veya anlaşma yapabilir?
Örneğin Muharrem İnce ikinci tura çıktığında, CHP seçmeninden firesiz destek alacak. Peki İYİ Parti’nin seçmenleri, Erdoğan’a asla oy kaybettirmeden İnce’ye oy verecek mi? Keza Saadet Partisi ve HDP seçmeninin firesiz olarak Sayın İnce’ye oy vermesi gerekecek. Bu gerçeğin Sayın İnce, Akşener, Karamollaoğlu ve Sayın Demirtaş tarafından sürekli göz önünde tutması lazım. Sayın Demirtaş’ın ikinci tura çıkmayacağının bir garantisi yok. Dolayısıyla Demirtaş dâhil, muhalefetin tüm adayları şimdiden ikinci turun hesabını, stratejisini yapmalıdır. Hele ikinci tura çıkalım, ondan sonra bakarız derseniz, iş işten geçebilir.
Çok sıkı kamuoyu araştırmaları yaptıran Erdoğan, muhtemelen ikinci turda kaybedip kaybetmeyeceğini hepimizden önce biliyor olacak. Sizce kaybedeceğini önceden öğrenen Erdoğan’ın refleksi ne olur?
Pazarlık yapar.
Devri sabık yaratılmaması üzerinden bir pazarlık mı yapar?
Hayır, kaybetmeye dayalı bir pazarlık yapmaz. Sayın Erdoğan, kazanmaya yönelik bir pazarlık yapabilir. Sonuçta muhalefet partilerinden sadece birinin adayı ikinci tura çıkacak, diğerleri elenmiş olacak. Erdoğan, adayı elenmiş partilerden herhangi birinin, rakibine değil de kendisine oy vermesini sağlamaya çalışacak.
Bunca yaptıklarından ve MHP’yle ittifaktan sonra HDP tabanından oy alma ihtimali söz konusu olmadığına göre Erdoğan’ın elinde en azından Kürt kozu yok. Geriye kim kalıyor?
Af çıkışıyla birlikte Bahçeli’nin, Erdoğan’ın seçimi kazanabilmesi için, seçim ortamında yapabileceği her şeyi hoş göreceği sonucunu çıkarttım. Ayrıca bu tür anlaşmalar her zaman kamuoyunun bildiği şekilde yapılmaz.
Bu değerlendirmelerinizi biraz daha somutlaştırabilir misiniz?
Siyasette vakti gelmeyen sözü söylemek doğru değildir. Somuta girmeye gerek yok ama kamuoyunun da diğer partilerin de bilmediği bir süreçle ikinci tura gidilebilir…
Bahçeli’nin af talebi, AKP’nin seçimleri kaybedeceği öngörüsüyle hapisteki ideolojik ortaklarını çıkarma gayesine dayanıyor olabilir mi?
Seçim öncesinde bir affın çıkması zaten mümkün değil. Nitekim AKP’nin genel başkanı da hemen bunun önünü kapatmak istedi. Ama bunun iktidarın ortağı tarafından telaffuz edilmiş olması, beklentisi olanlara bir ışık yakmıştır. Bu yakılan ışığın üzerine, seçim sonuçlarını etkileyecek bir bina inşa etmek kolay hale gelmiştir.
Nasıl bir bina bu?
İkinci turda Saadet seçmeni İnce’ye mi, Erdoğan’a mı, Akşener’e mi Demirtaş’a mı oy verir? HDP seçmeni, Demirtaş ikinci tura çıkarsa ona oy verir. Peki CHP, İYİ Parti ve Saadet seçmeni Erdoğan’a mı, Demirtaş’a mı oy verir? İYİ Parti tabanı İnce’ye mi, Erdoğan’a mı oy verir? Keza, Akşener ikinci tura kalırsa, muhalefet partilerinin tabanları kime oy verir?
'ERDOĞAN, DEVLETİN İÇİNDE BİR YALNIZ İNSANDIR'
Muhalefet cephesindeki bu çelişkiler, Erdoğan’ı daha avantajlı gördüğünüz anlamına mı geliyor?
Hayır, kimse kaybetmiş değil. Ama bu çelişkilere muhalefet adaylarının dikkatini çekmek istiyorum. Seçim kampanyasını sadece meydanlarla sınırlı yürütmemeleri gerektiğini hatırlatıyorum.
Sizce devlet, Erdoğan’sız bir seçeneğe hazır mı?
Devlet Erdoğan’sız bir seçeneği hasretle bekliyor. Devlet dediğiniz, insanlardan oluşuyor. Yasama, yürütme ve yargıdır devlet. Yargıda hakimler, savcılar, idarede bürokratlar vardır. Yasamada bakanlar, milletvekilleri, partinin genel başkanları, belediye başkanları vardır. Bunların çoğunluğu şu an Erdoğan’ın ekibi gibi görünüyor. Ama hiçkimsenin çok telaffuz etmediği şey şu: Erdoğan’ın ekibi, Erdoğan’dan korkuyor. Sevgisinden değil, korkusundan dolayı Erdoğan’ın hükmüne ram olmuşlardır. Bütün yargıçlar, bürokratlar, partisinin belediye başkanları, her seferinde üçte ikisini değiştirdiği milletvekilleri, bakanları sürekli kendileriyle oynanmış hissi içindeler. Erdoğan’ın gideceğini görmedikleri sürece, itaatleri çok koyu olacaktır. Ama gideceğini hissettikleri an, insanlar önce korkularından kurtulmak isterler. Hepsi korkularından kurtulmak için ipi çekecektir. Onun için devletin içinde bir yalnız insan gibi görebilirsiniz Sayın Erdoğan’ı. Ama bu taşları kendisi örmüştür.