REFAHYOL Hükümeti'nin Maliye Bakanı, 2002-2007 yılları arasındaki Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan Hükümetlerinin Devlet Bakanı, Başbakan Yardımcısı… AK Parti’nin kurucularından Abdüllatif Şener, 2007’de yani AK Parti’nin en güçlü olduğu günlerde partisinden istifa etti ve Türkiye Partisi’ni kurdu. Türkiye Partisi kapandı ama Şener siyasetten hiç uzaklaşmadı. Son zamanlarda yaptığı açıklamalarla dikkat çeken Abdüllatif Şener söyleşimizde önemli tespitlerde bulundu.
“Bu seçimlerin en kritik noktalarından biri HDP’nin ne yapacağıdır. HDP bu seçimlerde mutlak suretle sonuç alacak bir çıkış yapmak zorunda” diye konuşan Abdüllatif Şener’e göre HDP ve Saadet Partisi seçimin iki kilit partisi; kilit seçmen ise “Türkiye’nin en mutsuz seçmeni” diye tanımladığı AK Parti içindeki Kürt seçmen…
HDP için, “AK Parti’ye destek vermiş olan Kürt seçmenin oyunu oradan sökmesi lazım” diye konuşan Abdüllatif Şener, “Önümüzdeki seçimlerin en kritik seçmen kitlesidir bunlar ve Türkiye’deki genel oyların yüzde 7’sidir. Buraya hitap edecek aday önemlidir” diyor. İşte cumhurbaşkanlığı seçiminden şeker fabrikalarının özelleştirilmesi kararına kadar gündemdeki önemli konulara dair sorularımıza Abdüllatif Şener’in yanıtları…
‘MUHALEFET CİDDİ BİR HATA YAPMAZSA ERDOĞAN’IN SEÇİMİ 2’İNCİ TURDA ALMASI DA İMKÂNSIZ’
AK Parti ile MHP’nin yaptığı “cumhur ittifakı”nın Erdoğan ile AK Parti iktidarını bitireceğini söylüyorsunuz. ‘Erdoğan, cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk değil ikinci turunu da alamaz’ yorumunuzu neye dayandırıyorsunuz?
AK Parti ve MHP’nin ittifak yaparak seçime girmesi “cumhur ittifakı” sayılmaz çünkü bu ittifakın içinde olmayan partiler var, bu ittifaka oy vermeyecek çok sayıda vatandaş var. Bunu iddialı bir isimlendirmeyle kamuoyuna sundular ama ayrıştırıcı bir niteliği var.
Cumhurbaşkanı adaylarını henüz bilmiyoruz. Erdoğan’ın ittifakın adayı olacağını, Doğu Perinçek’in adaylığını açıkladığını, Meral Akşener’in aday olacağını biliyoruz ama burada asıl önemli olan nokta, bu seçimlere girerken CHP ve HDP ne söyleyecek ve Saadet Partisi nasıl bir tavır sergileyecek. Bu son derece önemli. Muhtemeldir ki ilk turun en önemli ismi, henüz aday açıklamayan bu partilerin tavrıyla belirlenecektir. Ben Sayın Erdoğan’ın ilk turda seçilememesinden öte, muhalefet partileri ciddi bir hata yapmazlarsa ikinci turda da seçimi almasının imkânsız olduğunu düşünüyorum.
'CHP, GÜL’Ü DESTEKLEDİĞİ TAKDİRDE BÜYÜK BİR PARÇALANMA YAŞAR'
Abdullah Gül aday olur mu?
Gül aday olabilir ancak CHP’nin desteğini alamadığı sürece ikinci tura çıkamaz. CHP, Gül’ü desteklediği takdirde büyük bir parçalanma yaşar. Gül’ü destekleyemez ve aday gösteremez diye düşünüyorum. Dolayısıyla Gül’ün durumu biraz zor gibi gözüküyor.
Seçimin kilit partisinin Saadet Partisi(SP) olacağı ortada. Şu ana kadar AK Parti’ye hiç göz kırpmadı. Bu tavrını sürdürür mü?
Tayyip Erdoğan’ın oy potansiyeline en fazla zarar verecek kişi, Saadet Partisi’nin desteklediği aday olur ama SP de "Erdoğan gitsin" diye herkesi destekleyemez. O da partisinin tabanının onayını alacak birine ihtiyaç duyar. Diğer seçmen kesimlerine de hitap edecek böyle bir aday ortaya çıkarabilirse AK Parti’yi destekleyen seçmenlerden mümkün olduğu kadar fazla oy alacaktır bu aday. Diğer muhalefet partileri de ikinci turda bu adayı desteklerse seçimi alır. Bu bakımdan önemli SP’nin tavrı.
Ancak burada bazı zorluklar var. Herkes, “Yeni bir aday… Türkiye yenilenmeli” diyor; “Türkiye şu ana kadarki antidemokratik siyaset tarzından, hukuk devletinin, insan hakları ve özgürlüklerinin kısıtlandığı ortamdan kurtulmalıdır. Kurtuluşun adresi de Tayyip Erdoğan dışında demokratik kültürü hazmetmiş bir cumhurbaşkanıdır” diyor ama seçimi kazanacak bu niteliklere sahip bir adayı bulmakta zorluk var.
‘CUMHURBAŞKANLIĞINI ALMAK İSTEYENLER SP’Yİ, SP DE DİĞERLERİNİN DUYARLILIKLARINI YOK SAYAMAZ’
16 Nisan’da “hayır” oyu veren kesime baktığımızda, CHP gibi laik ve Atatürkçü seçmen kitlesinin yanı sıra SP gibi AK Parti seçmeninden daha dindar bir seçmen kitlesi var. Diğer tarafta, Türkiye’de Kürt seçmenden ağırlıklı oy alan HDP tabanı varken öte yanda Türk milliyetçiliğini esas alan MHP var. Ayrıca sosyalist gruplar var. Bu kesimlerin hepsi Türkiye’de bir rejim değişikliği sağlayan anayasa metnine kendince gerekçelerle karşı çıkmıştır ama her birinin gerekçesi birbirinden farklıdır. Cumhurbaşkanı gibi bir ortak isimde bu kadar farklı kesimin bir araya gelmesi zordur. 16 Nisan Referandumunu baz alarak konuşanlar bunu ihmal ediyorlar. Evet diyenler daha homojen, hayır diyenler daha karışık bir seçmen kitlesidir ve hele bir kişi bazında onları bir araya getirmek zordur.
SP kendi oy potansiyeliyle cumhurbaşkanı seçemez ama dayatacakları ve ortaya koyacağı prensipler, Tayyip Erdoğan’a karşı en uygun adayın ortaya çıkmasına yol açabilir. Sayısal olarak ne olursa olsun kendi seçmeninin de bu adayı destelemiş olması aslında AK Parti tabanından oy alma anlamına da gelecektir. SP bu açıdan önemlidir ve diğer partilerin, cumhurbaşkanlığı seçimini almak istiyorlarsa SP’yi yok sayamayacaklarını, SP’nin de bu seçimde başarılı olmak istiyorsa diğer partilerin duyarlılıkları konusunda dikkatli davranmak durumunda olduğunu düşünüyorum.
'AK PARTİ’DEKİ KÜRT SEÇMEN, TÜRKİYE’NİN EN MUTSUZ SEÇMENİDİR'
Bugüne kadar Erdoğan’ı destekleyen Kürt seçmenin önemli bir bölümünün AK Parti’den uzaklaştığı ve bu seçmen kitlesinin seçimin belirleyicisi olacağı yorumu yapılıyor. Barzani’yi hedef alan ifadeler, Afrin savaşı, bu seçmen kitlesinin tutumunu değiştirdi mi sizce?
Ben değiştirdiğini görüyorum. Bu seçimlerin en kritik noktalarından biri HDP’nin ne yapacağıdır. HDP bu seçimlerde mutlak suretle sonuç alacak bir çıkış yapmak zorunda. Sadece kendi oylarını koruyarak değil daha önceki seçimlerde AK Parti’ye destek vermiş olan Kürt seçmenin oyunu oradan sökmesi lazım. Bunu başardığı takdirde kendisini göstermiş olacaktır.
Bence AK Parti’deki Kürt seçmen Türkiye’nin en mutsuz seçmenidir çünkü Tayyip Erdoğan’ın politikalarıyla büyük hayal kırıklığı yaşıyor. Sur’da, Şırnak’ta, Cizre’de, Nusaybin’de, ittifak yaptığı Devlet Bahçeli’nin ifadesiyle taş taş üstünde, baş baş üstünde koymamış, MHP politikalarına yakınlaşmış Erdoğan’dan Güneydoğu ve Doğu Anadolu seçmeninin mutsuz olduğunu düşünüyorum. Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi(IKBY)’nin bağımsızlık referandumunda Erdoğan’ın verdiği demeçler, özellikle o bölgedeki Kürtleri acından öldürebileceğini ifade eden cümleleri o seçmen kitlesini çok incitmiştir (Erdoğan, IKBY’nin referandum kararına tepkisini, 26 Eylül 2017 tarihinde, “Vanayı kapadığımızda iş bitti. Tırlar Kuzey Irak’ta çalışmadığı anda bunlar yiyecek bulamayacaklar” sözleriyle dile getirmişti). Mesud Barzani’ye yönelik hakaretamiz ifadeleri de aynı şekilde…
Hâlbuki daha önceki seçimlerde sürekli Barzani’den destek almıştı. Afrin harekâtı… Suriye’nin, 2011’deki olaylarının başlangıcından itibaren neredeyse mantar tabancası bile patlamayan sakin, özellikle de Kürt nüfusunun yoğun olduğu bölgesinin savaş alanına dönmüş olmasından mutsuzdur AK Parti’deki önemli bir seçmen kitlesi. Son olarak da MHP ittifakından dolayı mutsuzdur ama bu seçmen kitlesi, dini duyarlılıkları nedeniyle gidecek yer bulamıyor. Kızıyorlar. İşte bu mutsuz seçmen kitlesi önümüzdeki seçimlerin en kritik seçmen kitlesidir ve Türkiye’deki genel oyların yüzde 7’sidir. Buraya hitap edecek aday önemlidir. Seçimlerin kilidi, bu seçmen kitlesindedir. İşte burada SP’nin konumu son derece önemlidir.
'SP, ÖZGÜN VE AK PARTİ’DEN AYRI ÇİZGİSİNİ SÜRDÜRMEK ZORUNDADIR'
Seçime çok uzun zaman var. Bu süre zarfında Saadet Partisi de tavrını değiştirip “cumhur ittifakı”na katılırsa ne olur?
Öyle yaparsa bu seçmen kitlesini tatmin edemez Saadet Partisi. Ayrı bir duruşla ilgisini çekebilir bu seçmen kitlesinin ama AK Parti’nin yanında o da AK Partilileşir. SP bundan sonra var olacaksa ve güçlü olacaksa geleneksel milli görüş çizgisini, tavrını sürdürmesi lazımdır. Adalet ve Kalkınma Partisi milli görüş gömleğini çıkarmış bir partidir. Bunu Tayyip Erdoğan vaktiyle kendisi de anlatmıştır ve dış politikada küresel güçlerle iş birliği yapmıştır. Milli görüş ise milli ve yerli bir çizgidir, anti-Amerikanist bir çizgidir. “Arap Baharı”nda ABD ile işbirliği yapmış, İslam dünyasındaki bu kan gölüne dönmüş manzaraların paylaşımını sağlamış bir siyasi çizgiyle entegre olursa bundan sonraki dönemde SP de buharlaşır. SP, özgün ve AK Parti’den ayrı çizgisini sürdürmek zorundadır.
Verdiğiniz röportajlarda, “Türkiye’nin normalleşmesi için Tayyip Erdoğan’ın seçimi kaybetmesi gerektiğini” söylüyorsunuz ve kendinizle ilgili de “önümüzdeki yerel ve genel seçimde daha aktif siyasi pozisyon yakalarsam Cumhurbaşkanlığı seçimlerine talip olurum” diyorsunuz. CHP’den gelecek belediye başkanlığı seçimine de “olabilir” diye yanıt vermiştiniz. Bir kez daha soralım, Cumhurbaşkanlığına aday olmayı düşünüyor musunuz?
Adayları konuşmanın vakti, saati değil bana göre. Tayyip Erdoğan bile aday olacağını açıklamamıştır. Bahçeli, “Adayımız Erdoğan” dedi ama Erdoğan, ben adayım dedi mi? Ben duymadım. Demek ki iddialı adaylar seçim yaklaştığında ortaya çıkacaklar.
'MUHALEFETİN GÖREVİ İKTİDARIN SİYASİ PARADİGMAYI OLUŞTURMASINI ENGELLEMEKTİR'
CHP’nin, AK Parti-MHP ittifakına karşı HDP ile ittifak arayışına girmesi yönünde bir beklenti var seçmenin bir bölümünde. Ancak bildik nedenlerle bu gerçekleşmiyor. CHP’nin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bence muhalefetin en büyük sorunu HDP’ye karşı siyasetin gerektirdiği demokratik bir tavır sergileyememeleri. Adeta siyasetin paradigmasını iktidar partisinin genel başkanı belirliyor, muhalefet partileri de onun belirlediği paradigmanın sınırları içinde siyaset yapıyor. Hâlbuki muhalefetin görevi iktidarın siyasi paradigmayı oluşturmasını engellemektir. Eğer bu değirmene su taşıyorlarsa muhalefetin başarılı olma şansı yoktur. Niye HDP konusunda iktidar partisi Genel Başkanının söylediklerini söylemek zorunda hissedersin muhalefet partisi olarak? Erdoğan “HDP iyidir” dediğinde bakıyoruz ki bütün muhalefet de “iyidir” diyor, kötü dediğinde bütün muhalefet koro halinde kötüdür diyor. Böyle bir şey olmaz!
Anayasamıza, Siyasi Partiler Kanununa ve Seçim Kanununa göre HDP diye bir parti var mı? Var. Bu partinin milletvekilleri var mı, yasama sürecine katılıyorlar mı? Evet. Oy vererek Meclis’ten geçmesini sağladıkları yasalara, bu ülkedeki 80 milyon insan uymak zorunda mı? Evet. Meclis Başkanvekilleri var mı? Var, Mithat Sancar… AK Partili milletvekili, HDP’li Meclis Başkanvekili konuş dediğinde konuşuyor, sus dediğinde susuyor mu? Evet.
İktidar partisi Genel Başkanının muhalefet üzerindeki stratejilerinden biridir HDP. Yargılananları, milletvekilliği düşürülenleri bir tarafa koyduğumuz halde de yasal bir partidir. Yargı da siyasallaşmıştır. Bir takım cezalara çarptırılanlar ister milletvekili ister parti üyesi ister belediye başkanı olsun bunların konumunu, siyasallaşan bir yargının işleyiş biçiminden bağımsız olarak değerlendiremeyiz. Yargı siyasallaşarak kimin eğilimine hizmet ediyor? İktidarın. Muhalefet partileri, iktidarın ördüğü bu paradigmayı belli noktalarda yıkmadıkları takdirde kendi geleceklerini de eritirler.
'YASAKLI SEÇİM KAMPANYASIYLA İKTİDAR, EN BÜYÜK HEZİMETİ ALIR'
CHP, “seçim güvenliği” konusunda siyasi partileri ziyaret ediyor. Önce İYİ Parti ile görüştü ardından HDP ile. CHP-HDP görüşmesinden sonra “Kaygılarımız ortak. Ortaklaştığımız birinci husus, OHAL şartlarında seçime gidilemeyeceği” açıklaması yapıldı. OHAL koşullarında ve siyasallaşan bir yargıyla güvenli seçim yapılabilir mi?
Önemli sorunlar var elbette ama her şeye rağmen seçimlerin güvenliğine dair muhalefetin yapacağı çok iş var. Muhalefet, vatandaşın attığı oya sahip çıkmasının gerekli olduğuna inanır ve tedbirleri alırsa vatandaş buna sahip çıkabilir ama seçimler yapılıncaya kadar en çok çalışılması gereken konu seçim güvenliğidir. Bunu umut ederim ki gerektiği gibi yapıyorlardır. SP Genel Başkanı’nı ziyaret etmiştim. Orada da seçim güvenliğiyle ilgili yoğun çalışmaların yapıldığını biliyorum. Başarılı olmamak için hiçbir neden yoktur.
Devletin tüm olanakları iktidarın elinde. 16 Nisan’da yaşananlar hafızalarda. Ayrıca OHAL’de sokağa çıkmak dahi yasak. Meclis dışı muhalefet seçim kampanyası yürütebilecek mi?
Böyle bir şey iktidar partisine de zarar verir. OHAL’li, yasaklı, tek yanlı bir seçim kampanyasıyla seçimleri almaya çalışıyorsa iktidar tarihindeki en büyük hezimeti alır.
'ERDOĞAN’IN YAPTIRDIĞI ANKETLER KAMUOYUNDA YAYINLANMAZ'
Erdoğan’ın talimatıyla üç ay boyunca (mayıs ayına kadar) anket yapılmasının yasaklandığı haberi yansımıştı kamuoyuna. Erdoğan’ı ve partiyi yakından tanıyan, bilen bir siyasetçi olarak yorumunuz nedir?
Tayyip Erdoğan partiyi kurduğu günden beri anketlere büyük değer verir. O günden bu yana kendisine anket yapan kuruluşlar, kamuoyu eğilimlerini ölçme konusunda epey mesafe almışlardır. Kendisine yanlış sonuçlar getirdikleri takdirde hep hesap sormuştur. Sonuçların eline geldiğini düşünüyorum. Erdoğan’ın yaptırdığı anketler kamuoyunda yayınlanmaz, bilinmez. Yürütme Kurulu üyelerine birer örnek verme ihtiyacı duyulduğunda da orijinalindeki rakamlar değiştirilerek dağıtılır. Yani anket sonuçlarını bir tek kendisi bilir. Anketlere ara vermiş olduğunu zannetmiyorum. Kendi anketçileri çalışıyordur, sonuçları ne partililer ne de kamuoyu biliyordur ama Türkiye’nin nereye gittiğini görüyordur. O nedenle önündeki süreci yönetmeye çalışıyor. Anketler aleyhine. “Üç ay bu ortamda anket yapılamaz” falan, piyasaya anket sürmeye meraklı kuruluşlara, “piyasaya anket sürmeyin!” direktifidir.
Afrin savaşının başından bu yana AK Parti’nin oyunu arttırdığı yorumu yapılıyor. Sizce Erdoğan bu savaşla siyasal başarı elde etti mi?
Buna katılmıyorum. Kıbrıs Barış Harekâtı’nda Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğrenciydim. Sokaktan kahvehanelere, gece gündüz her yerde Kıbrıs’ın fethinden söz edilirdi. O dönemde Başbakan olan Sayın Ecevit, MSP ile yapmış olduğu koalisyonu bozup onu oya dönüştüreceğini düşündü ama önemli bir oy artışı sağlayamadı ve iktidar olamadı. Afrin harekâtı, vatandaşın gündeminde Kıbrıs Barış Harekâtı gibi konuşulan bir konu haline dönüşmemiştir. Türk ordusu planlanan şekilde ÖSO ile beraber Afrin’de ilerlemektedir. Türkiye’de kamuoyu, şehit sayısının ve ölen insanların sayısının fazla olmamasına yönelik temenni içindedir. En son 8 şehit haberiyle birlikte Afrin harekâtı başladığından beri en yoğun tartışma gündemini oluşturmuştur. Bu bakımdan bu süreç siyaseten nedir derseniz, iktidar partisine, Sayın Erdoğan’a siyasi yarar sağlayacak bir şey değildir. Dileriz ki orada hiçbir askerimizin burnu kanamazsın, orada yaşayan insanların da burnu kanamasın. Kimsenin zarar görmesini de temenni etmeyiz çünkü Afrin’de yaşayan çok sayıda insan burada yaşayan vatandaşlarımızın akrabalarıdır. Bir taraftan kendi ülkelerinin ordusunun yapmış olduğu harekât, diğer yanda orada yaşayan akrabaları var. Onların zarar görmesini de istemiyorlar. Keşke barış olsa, anlaşsalar da bu silahlar sussa diye bekliyorlar.
İnşaat sektörünün yerini savaş sanayi almış görünüyor. Afrin’de Türkiye savaş sanayi ürünlerinin boy gösterdiğini Cumhurbaşkanından kabine üyelerine kadar hepsinin ağzından duyuyoruz.
Dünyanın her tarafında savaş haberlerini ülkeler aynı zamanda propagandaya yönelik kullanırlar. SBF’de öğrenciliğim zamanında savaş teorileriyle ilgili bir dersteki hocamızın anlattıkları hiç hatırımdan çıkmaz. Savaşları kim çıkarır sorusuna farklı teorilerle yanıt verilir, bunların arasında “savaşı çıkaranlar, silah üreticileri ve tüccarlarıdır” diyen bir görüş de vardır. Savaş dediğiniz şey karmaşıktır. Savaşın ve savaşan tarafların gerekçeleri vardır. Ben asıl savaş bahanelerinden korkuyorum.
‘ŞEKER FABRİKALARI, ÜLKE EKONOMİSİ ADINA VERİLEN TAVİZLERDEN Mİ?’
3 Kasım 2002 Genel Seçiminin ardından 58 ve 59’uncu Hükümetlerde Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak görev yaptınız. Özelleştirme İdaresi Başkanlığı, Devlet Planlama Teşkilatı gibi önemli kurumlardan sorumluydunuz. O tarihlerde özelleştirmeler çok tartışılırdı. Bugün, şeker fabrikalarının satışı kararını nasıl değerlendiriyorsunuz?
14 şeker fabrikasının özelleştirmesine yönelik iktidarın aldığı karar, nişasta bazlı tatlandırıcı kotasındaki gelişmelerle birlikte değerlendirilmeli. AK Parti iktidara geldiğinden beri nişasta bazlı tatlandırıcı kotasında sürekli artış var. Bunun anlamı şudur, uluslararası tatlandırıcı devlerinin inisiyatifine girmiş, onların beklentilerine uygun şekilde kendi ülkesinin piyasasını yöneten bir iktidarla karşı karşıyayız. Meşhur Cargill şirketi geliyor akla. Acaba şeker fabrikalarımız ABD-Türkiye arasındaki sıkıntılar nedeniyle veya Türkiye’deki siyasetçilerin kendi bireysel sıkıntıları nedeniyle ülkemiz ekonomisi adına verilen tavizlerimizi mi anlatıyor? Bildiğimiz bir şey var, bu şeker fabrikaları, arazileri değerlendirilmek suretiyle paraya evrilecek şeyler. Geçmişte de çok sayıda KİT satılmış, arazilerine AVM’ler yapılmıştı.
'ERDOĞAN ÖNCE BİLYELERİ SAÇAR, SONRA TEPEDEN BAKARAK TOPLAMAYA BAŞLAR'
Cargill’in Şeker Kurumu’nun kapatılması ve şeker fabrikalarının özelleştirilmesine yönelik yönlendirme yaptığına dair haberler üzerine Cumhurbaşkanı’nın Başdanışmanı Yiğit Bulut bir açıklama yaptı ve “Cumhurbaşkanı şeker fabrikalarının satışına asla izin vermez” dedi. Araba cam filmlerinde olduğu gibi yine iyi polis-kötü polis oynanıyor yorumu yapılıyor. Katılıyor musunuz?
Vatandaşın, politikacıların konuştuklarına değil de yaptıklarına bakması lazım. Önce KHK ile Şeker Kurumu kapatıldı. Pancar ekim alanları günden güne azaldı. Sanki o KHK ile şeker fabrikalarının özelleştirilmesine alt yapı sağlandı.
Sayın Erdoğan’ın çalışma yöntemini biliyorum. Bir şeyi planlayıp düzenli bir şekilde onu yürütmez. Önce bilyeleri saçar, sonra tepeden bakarak toplamaya başlar. Şeker fabrikalarının özelleştirilmesi, araba cam filmleri, motorlu taşıtlar vergisi oran artışı… Sayın Erdoğan’a danışılarak, kendisinin de içinde bulunduğu süreçlerde karara bağlanan konuları ilgili bakanlık ilan ediyor. Sonra kamuoyundan tepkiler gelmeye başlayınca sanki o kararı kendisi değil de o bakanlık almışçasına müdahale ediyor. Özelleştirme talimatını kendisi vermiştir. Kamuoyunu biraz rahatlatmak için adım atmış görüntüsü verebilirler. Tam geri adım atacağını sanmıyorum. Medyası da hazırdır destan yazmaya. Sonra bakacağız ki elimizde şeker fabrikası kalmayacak.
Olan yerli ve milli şeker pancarına olacak.
Kendinize yerli ve milli dediğiniz zaman milletin yarısını bölüp çöpe atıyorsunuz. Millet dediğiniz şeyi bölerek, parçalayarak millilik olmaz. İkincisi yerli ve milli olmak için ekonomi politikalarınızda yerli ve milli olmalısınız. Yerli ve milli duruş yerine küresel şirketlere kendi ekonominizi boğdurmaya yönelik kararlar alıyorsunuz. Bu gayrimilli bir politikadır!