Absürt komediyi teneşir pakladı: Gassal
Son dönem gittikçe yaygınlaşan absürt durum komedisi ölü yıkayıcılığı mesleğine soyunuyor Gassal’de. Tüm espriyi de teneşirin etrafında toplayarak. Cenaze evinde atılmış bir kahkaha gibi.
Hayatımda ilk kez bir gassali bundan yaklaşık 3 ay önce gördüm. Babamın ölümü üzerine cenazesini gasilhaneye getirdiğimizde “Babana gülsuyu dökmek ister misin” diye içeri çağırdıklarında. Gassal deyince suratsız, hayattan bezmiş yaşlı biri beklerken, oldukça aydınlık yüzlü genç iki kişinin bu işi yapıyor olması beni epey şaşırtmıştı. Bir insan bu kadar genç yaşta neden böylesi bir mesleği seçer diye. Ölülerle bu kadar hemhâl olmak insanı ölüm duygusuyla da yakınlaştırır mı ya da soğutur mu bilinmez. Üstelik akla düştüğü anda ölüm fikrinden uzaklaşmayı koşullandıran bir refleksin yoğunca yaşandığı maddi dünyada.
TRT’nin dijital platformu Tabii’nin büyük bir tanıtımla duyurduğu Gassal dizisi tam bu duyguların üzerine denk geldi. Üstelik billboardlarda gören herkesi dehşete düşüren bir reklam kampanyasıyla. Soru çok açıktı ama sanki bir ölümden sonra akla gelecek en son şeydi; “Ölünce beni kim yıkayacak?” Her nedense ölümü düşünmeyi sadece öte dünyaya inananların tekelinde “sarsıl ve kendine gel” ikazıyla yorumlamayı seven muhafazakâr cenah için Gassal’in duyurusu materyalist dünyaya mesaj gibi duruyordu. Kara bir zemin üzerinde koca harflerle. Oysa ölümle bu kadar içli dışlı bir ülkede, hemen her gün neredeyse tesadüfen hayatta kalınan bir toplumda, şairin deyimiyle söyleyecek olursak; “kurşuni bir kış denizi kadar bile taraf tutmayan ölüm” mevcuttu. Finalde herkesi eşitleyen yegâne şeyin ölüm olduğu fikrinden hareketle ve ölümün bu kadar yaygınlaştığı coğrafyada; “Ölümle şaka olmaz diyenler kıyasıya yanılmışlardı bu çağda”
Muhafazakâr cenahın en büyük kompleksi olan kültür dünyasında nitelikli iş üretememek geriliminin ayyuka çıktığı aşikâr. Özellikle dijital platformların yükselişe geçmesinden sonra muhafazakârların vehmettiği cinsellik, LGBT-i gibi unsurlar ve aile yapısının bozulacağına dair endişeler yerli yersiz birçok tartışmaya sebebiyet veriyor. Gassal dizisi bu kompleksi taşıyan cenah için ilk kez rüştünü ispat etme gibi yansıdı sosyal medyaya. Fakat bu dizide yine bir türlü aile kuramayan gassal ne temenni ettikleri kadar dindar çıktı, ne de bir din propagandası güttü. Pekâla bu dizi Netflix’te de yayınlansa kimse garipsemezdi. Türkiye toplumunun geneline sirayet eden bu kısır seküler- muhafazakâr tartışmasının dışında kalarak olabildiğince Gassal dizisini ve çağrışımlarını tartışacağım.
ÖLÜ YIKAMAYA KALKIŞAN ABSÜRT KOMEDİNİN TENEŞİR ÜZERİNDEKİ KAHKAHASI
Öncelikle absürt sahne kurmak, bir durum komedisi yaratmak ve atmosferik sekanslar üreterek espriyi sözden çok resimle anlatma konusunda oldukça akıcı ilerleyen bir dizi Gassal. Yer yer sıkıcılaşan uzun sekanslar olmasına rağmen çağın ritmine uygun bir hızda akıyor her biri bağımsız da izlenebilecek bölümler. Gibi’nin tavana çıkardığı gündelik hayatın absürt komedisi furyasının teneşir üzerindeki karşılığı gibi. Ortada bütün hikâyenin merkezine oturan teneşir olunca teneşirin etrafı da komedinin unsurlarıyla sarmalanıyor. Hemen herkesin durup düşüneceği ölüm duygusuna karşı bazen durumun absürtlüğünün dozu gayet güzel karikatürize ediliyor. Daha önce İşler Güçler ve Kardeş Payı gibi başarılı çalışmalarıyla tanıdığımız Selçuk Aydemir’in atmosfer kurmadaki yönetmen dokunuşu hissediliyor.
Durumun şaşkınlığı bizi içine çekerken burada en can alıcı soru geliyor; ölümün mizahı yapılabilir mi? Kimileri için öteki dünyaya intikal etmek, kimileri için toprağa karışmak olan bu bilmediğimiz mefhum üzerinden komedi unsuru üretmek belki de ilk kez bu kadar yoğun bir şekilde espriye konu ediliyor. Gassal’i ayrıksı kılan da bu. Bu coğrafyanın ölüme karşı geliştirdiği kültürü, taziye evlerini, ağıtları düşününce insanın ölüm fikrinden bir an evvel kaçmayı ve -sloganı ölümü hatırlatsa da- kendini gündelik hayatın aksiyonuna bırakmayı istemesi gibi sunum çıkıyor Gassal’den. Adı faniliğe tezat olarak Baki konulduğu hissedilen ve ilk kez gassallik mesleğinin işlendiği hikâye bu yönüyle hepimizin bir gün yolunun uğrayacağı teneşirin etrafında kahkahaya davet ediyor. Bu durum Gassal dizisini ölümü dinî bir hatırlatma olmaktan çok dünyevî insanlık hâlleri içine sokuyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın İBB Başkanlığı dönemindeki röportajından daha sonraları viral olan videosundaki “Mezarlıklara fazla gitmediğiniz için sevgili Musa oradaki gelişmeleri göremiyorsunuz” cümlesinden ilhamla insanın işi düşmedikçe gitmediği gasilhanedeki gelişmeleri Türkiye’deki izleyici ilk kez görüyor. Dizi “Ben gassalim beni televizyonlara çıkarmazsınız çünkü bayılıyorsunuz yaşamaya” diyerek mesajını ilk elden veriyor. Fakat ölüye alışmak ölüme alışmayı hızlandırmıyor. Karakterin en büyük çatışması ise burada başlıyor. Ben hep ölü gördüm, ölümü değil diyen gassalin en büyük endişesinin kendisini kimin yıkayacağı üzerinden yersiz bir korku taşıması etrafı çok daha fazla şeyle doldurulabilecek bu güzel buluş için bana göre hafif kalıyor.
Yalnız, mutsuz ve biraz aksi bir adam Baki. Fakat mizahi abartının dozu arttırılarak fazla karikatürize edilmiş bir tip. Bir gassal için fazlaca eğitimli, bilge bir hâli var ve oldukça hazırcevap. Annesini çocukken kaybetmiş, babası ise sebebini anlamadığımız bir biçimde 20 yıl hapis yattıktan sonra çıkmış. Edebiyatın, tarihin, mitolojinin en yaygın konularından olan babayı öldürmek gassal tarafından da kendi meşrebince dolaylı olarak işleniyor. Babaya kefen geçirildikçe geçmişin hesabına kitabına, verilemeyen kavgalarına, söylenemeyen sözlerine yönelik bir hıncı hissediyorsunuz. Hayat gün be gün ölüme doğru giderken gassalin yalnızlığı arkadaşları tarafından sana bir kız bulalım teklifiyle sonlandırılmak isteniyor. Tavsiye edilen kızların da mürüvveti görülemeyince, ölü yıkayıcının hayatı da ölümle kardeş bir biçimde yalnızlaşıyor. Hastane odasında herkesin yakınlarının ziyarete gelip, korkunç bir yalnızlığa hapsolduğunu gördüğümüz gassal ile en çok özdeşleşme kurulabilecek yer ise burası. Her geçen gün ölüme yaklaştığımız hayatın üzerine bir de çözümsüz bir yalnızlık eklenince arabesk kaçınılmaz oluyor.
HANİ EN SEVDİĞİNİ KAYBETTİĞİNDE
Tam da burada 80’lerin Yeşilçam melodramlarının dört duvarı yıkan güncellenmiş versiyonuyla müzik giriyor. Müslüm filminden aşina olduğumuz Şahin Kendirici ve saz arkadaşlarının sahneye çıktığı an her bölüm finaline bir arabesk şarkı bırakıyor. Klip mantığıyla 80’leri anımsatan bu sekanslar finalin dramatik etkisini arabeskin tınılarına bırakıyor. İzleyeni konuyla baş başa bırakmak yerine müziğin kollarına atması günün sinema anlayışı için bir nebze demode. Bu yönüyle çağın modernize olmuş sinema tekniklerinin içinden birden bir Ferdi Tayfur filmi fırlayıveriyor.
Sonuç itibarıyla Gassal kurduğu atmosferin çekiciliğini durum komedisiyle arabesk bir hüznün arasına koymayı başarıyor. Bir espriden çok bir görüntünün şaşkınlığına gülenler için bire bir. Afallatıcı sekanslar tiyatral bir sahne kurarak akıllıca düşünülmüş. Fakat hikâye çatışmasını düşünecek olursak ilk kez işlenen bu güzelim konu keşfettiği buluşun altında kalıyor bana göre. Bir sezona sığmayan hikayesiyle gelecek sezon ya da sezonlarda bu durum kurtarılabilir mi muhtemelen bu kadar popülerleşen diziyi bir limana vardırmayı düşünen senaristlerin de belki aklından geçiyordur. Dizinin yayınlanmaya başladığı tarihlerin Ferdi Tayfur’un vefatına denk düşmesi diziyi popüler kültür alanına bomba gibi düşürürken, bir diğer sözü edilmeden geçilemeyecek durum ise kriminal bir vaka olarak ‘şiddet faili’ Ahmet Kural’ın ışıltılı dünyadan aforoz edilince karşı mahalleye kaçıp ölü yıkaması da diziyi yine magazinelleştiriyor. Popüler kültür unsurları diziyi gündemde tutmaya devam ederken ölümü düşünmeyi sadece muhafazakârlığın tekelinde olduğu düşünenler için ise bence şecaat arz edeyim derken sirkatin söyler cinsinden dünyevî bir malzeme bırakıyor Gassal.