Yıl biterken dört başı mamur bir özet yapmaya hangimizin nefesi yetebilir! Hayatta kalanların çoğu yapayalnız hissetti bu yıl. Farklı konularda, farklı farklı yalnızlıklar... Elime büyüteci alıp zoraki bir umut avına çıkacak değilim. Ama biliyorum ki yapayalnızlar bir araya gelir, birbirlerini anlarlar. Ve açacak bir pencere eninde sonunda bulurlar. Gazete Duvar okurlarının edebiyat tutkularına güvenip bir yılbaşı öyküsü bırakıyorum buraya: “Açık pencere”.
***
Şeniz, salondan yatak odasına doğru yürürken yine kendi rüzgârında üşüdü. Odasına girdikten sonra oyalanmadı, yatağı ortalayıp yorganın altında küçüle küçüle huzursuz bir uykuya daldı.
Kaçamadığı güne uyandığında kalbi sızlamaya başladı. Bu gece kalabalık evlerde nefeslerinden bunalıp pencereleri açacak insanları, pencerelerden sokaklara taşacak gülüşmeleri, evlerin delikli tuğlalarının arasından gökyüzüne yükselecek şarkıları düşününce işe gidemeyeceğini anladı. Şirkettekiler gün boyunca yılbaşı planlarını, sofra hazırlıklarını neşeyle anlatacaklardı yine, ama onun bunları dinleyecek gücü yoktu. “Gitmeyeceğim,” dedi başına yorganı çekerken. Sesi yorganın altında boğuldu. Karanlık. Başını yorgandan dışarı çıkardı, kısa, sık kirpiklerinin arasından dargın bakışlarını tavana dikti. Bembeyaz. Tavanı bıkkınlıklarıyla doldurması iki dakika sürmedi. Yorganı üstünden hızla attı, yataktan fırladığı gibi sert rüzgârlarda koridoru aşıp tuvalete ulaştı. Aynaya baktı ama kendine bakmadı. Aynadan yansıyan, boyası çoktan gelmiş duvarı ve üzerindeki karasineği süzdü. Uçmayan, mevsimini aşmış karasinek huzursuz etti Şeniz’i. Dönüp duvardaki karasineğe yakından bakacaktı ki atkuyruğuna takıldı gözleri. Pespayeliği, vazgeçmişliği, korkaklığı, tek başınalığı sarkıyordu arkasından... Karasineği aynadan kontrol etti, yüzünü yıkamadan tuvaletten çıkıp salondaki berjere oturdu. Çocuk hikâyelerinde, sıcacık bir hırka giymiş fare ya da tavşan berjere oturduğunda şöminenin ateşi yüzüne vurur, pötikareli masa örtüsünün üzerinde bir somun ekmek durur, şamdanlarda sıra sıra yanan mumlar odanın diğer tatlı detaylarını aydınlatır. Yalnızlığın bu özendirici halinden Şeniz’in salonunda eser yoktu. Burada işler ulu köknar ağacındaki, yuvadaki gibi yürümüyordu.
Şeniz yatak odasına geri dönüp usulca girdi yatağa. Üstü alelade örtülmüş, saçları özensiz, gözleri ne tam kapanan ne de tam açılan naylon oyuncak bebek gibi gözüküyordu.
Uyudu Şeniz.
İşyerinden kimse aramadı.
Uyudu, uyandı, tekrar uyudu Şeniz.
Uyandı Şeniz, yattığı yerden perdeyi açınca havanın karardığını gördü. Günden geriye baş edebileceği bir zaman kalmıştı. Yataktan kalktı.
Mutfağın önünden geçerken elini uzatıp tek hamleyle tezgâhta duran, paketi açık çubuk krakeri aldı. Salonda, yemek masası üzerinde duran montunu giyerken şöyle bir pijama altına baktı. “Ne farkı var bir eşofmandan,” diye konuştu. Kendini ikna etmesi kolay oldu. Evin kapısını açtı, elinden kurtulan kapı apartmanda sanki bir patlama yaşanmışçasına ses çıkardı. Gören ve onu bilmeyen biri olsaydı şu merdivenlerde, kapıyı bu denli çarpacak kimsesi var sansaydı. Gümbürtüye alışık olmayan Şeniz tedirginlikle merdivenleri inmeye başladı. Sokaklarda yorulup tekrar uykuya dönecekti. Cebinden beş altı çubuk kraker çekti, kemirmeye başlamasıyla yüzünü buruşturması bir oldu. Bayat krakeri yine de yemeye devam etti. Sokağa çıktığında buz gibi hava eve hemen geri dönme isteği uyandırdı ama vazgeçmedi, yürümeye başladı. Önünden geçtiği apartmanların pencerelerine gözlerini dikmedi, sağa bakmadı, sola da. Kırık dökük beton kaldırımlara... sadece onlara baktı. Üşüdükçe iyice onlara benzedi. Yanıp yanıp sönen renkli ışıklar vurdu yüzüne kimi sokaklarda, süslenmiş yılbaşı ağaçlarının ışıkları... Başını kaldırıp da bir kere bile bakmadı ışıklara. Yürüdükçe kaldırımlarda kedi evleri... Çoğu boştu. Yürüdükçe kaldırımlarda yoğurt kaplarında yemek artıkları. Yılbaşı sofralarından sokaktakilerin payına düşen. Yürüdükçe kaldırımlarda kediler, kimi yalnız kimi arkadaşlarıyla. Yürüdükçe kaldırımlarda düşürülmüş bozuk paralar. Yamalar, çukurlar, Şeniz kaldırımlarda. Şeniz’in yolu kaldırımlar.
Mahalleden uzaklaştıkça damsız evlere dönüştü kaldırımlar. Kat kat battaniyelerin altında kat kat yalnızlıklar. Kimi oturmuş, sarılmış battaniyelere gözleri hep uzakta, kimi uzanmış kendi icat ettiği tuhaf bir uykunun koynunda, kimi elindeki radyoyla başka diyarlarda, kimi ortada yok, karton yatağı boş. Yürümeyi bıraktı Şeniz. Hiçbir geceyi diğerinden ayırt etmeyenlerin yanında durdu. Konuşmadı. Konuşmaktan korktu. Battaniyeler gibi sözcükler de örtmeyecekti nasılsa hiçbir şeyi. Biraz ötede çömeldi. Şeniz, cızırtılı bir radyo, keskin bir soğuk, insanlığa küs kalpler... Bir aradaydılar.
Radyonun cızırtısını çarpan kapıların sesi bastırdı. Eski bir minibüs yanaşmıştı kaldırıma. Üzerinde belediyenin ismi yazıyordu. Yılbaşı gecesi mesai yapmanın memnuniyetsizliği yüzlerinden okunan iki kişi aceleyle topladı battaniyeli insanları. Şeniz’in gözleri adamları takip etti. Herkes minibüse bindirildi. Şeniz çöktüğü yerden hızla kalktı, kapısı kapanmadan süzüldü minibüsün içine. Uyuyan uyumaya, radyo dinleyen dinlemeye, uzaklara bakan uzaklara bakmaya devam etti. Şeniz insanları toplayan iki adamı izledi. Kalabalığın dilini konuşuyorlardı. Mesailerini bitirmeye biraz daha yaklaştıkları için artık mutlulardı. Bir süre sonra minibüs çirkin, yatay bir binanın önünde durdu. Minibüsten indirilip tek kişilik kamp yataklarıyla dolu bir spor salonuna götürüldüler. Sıcaktan gevşeyenler çoktan uykudaydılar. Ortalığı nefeslerin ağır kokusu sarmıştı. Şeniz uzaktaki pencereye doğru yürüdü, nefeslerden bunalıp salonun penceresini açtı. Salona şöyle bir göz gezdirerek boş bir yatak buldu. Yorganın altında küçüle küçüle huzurlu bir uykuya daldı.