1.
Filistin meselesi kuşaklar boyu sürüp gidiyor. Açık yara. Şimdi daha da kanıyor.
İsrailli gazeteci Amira Hass, Haaretz’de dün yayımlanan makalesinde diyor ki:
“İsrailliler birkaç gün boyunca, Filistinlilerin on yıllardır rutin olarak yaşadıklarını tecrübe etti. Askeri baskınlar, ölüm, zulüm, katledilmiş çocuklar, yollarda üst üste yığılan cesetler, kuşatma, korku, yakınlara yönelik endişe, esaret, intikamın hedefine yerleştirilme, asker sivil gözetmeksizin ateş altına alınma, küçük görülme, binaların yıkımı, tatillerin ya da kutlamaların mahvı, muktedir askerler karşısında acziyet ve yakıcı bir aşağılanma… Bu yüzden de bir daha tekrarlamak gerekir: ‘Biz demiştik’… Sürüp giden baskı ve adaletsizlik, beklenmedik yer ve beklenmedik zamanlarda patlak verebilir. Katliam sınır tanımaz.”
Ortada bir katliam var; Hamas militanlarının, sivilleri feci şekilde öldürdüğü bir katliam. Hass’ın dediği gibi sınır tanımayan bir katliam. Bunun çevresinden dolanarak konuşmak mümkün değil. Bu yakıcı olay, coğrafyada belli ki yeni yangınları da başlatacak.
Başlattı da zaten. İsrail, ülkenin en tepesinde duran sevimsiz zatın ağzından, nasıl cevap vereceğini açıkladı; akabinde de bir karşı katliam başladı. Durmayacaklarını da söylüyorlar. Tabii bir de şu soru var: Daha önce durmuşlar mıydı ki?
Yine Hass’ın söylediğine kulak verirsek, Filistin halkının on yıllarca tecrübe ettiği, etmeye de devam ettiği rutin ölüm ve zulüm kesintiye uğramış mıydı? Görmüş müydük bunu?
Neyi görmüştük? Neyi görmemiştik?
2.
Burada bir Ortadoğu uzmanıymış gibi yazmaya devam etmeyeceğim; çünkü değilim. Bölgede yaşananlarla ilgilenen, uzmanları dinlemeye çalışan bir gazeteciyim sadece.
Bugüne gelen tarihsel süreci ve buradan nerelere gidileceğini uzmanlara bırakıp, şu günlerde neyi görüp neyi görmediğimiz üzerine yazmak isterim. Bir küçük fotoğraf…
Ne gördük peki? Gördüğümüz sırayla…
Hamas militanlarının siviller karşısındaki gaddarlığını gördük. 7 Ekim’de yaşananlar, iki eşitsiz gücü birbirine denk kılmaz, İsrail’in yaptıklarını unutturmaz ama zulüm zulümdür. Gördük.
Sonrası…
Daha birinci dakikada, Gazze’ye yapılan hava saldırısının hemen öncesinde ilk yapılan açıklamanın elektriği kesme ilanı olduğunu gördük. Bu, doğrudan zaten görmekle görmemekle, kimsenin bir şey görmemesiyle ilgili bir mesele… Topyekûn bir karartma.
Bir yandan, Gazze’nin nasıl bir açıkhava hapishanesi olduğunun da altını çiziyor. Gazze’yi görüyor muyuz sahi? Biliyor muyuz?
İsrail, oraya saldırmadan önce elektriğini kesebiliyor. Çünkü şalter onda. Anahtar da onda. İki milyon insan, 365 kilometrekarelik bir alanda, bir tarafları duvar, diğer tarafları deniz tıklım tıkış yaşıyor. İçlerinden tek bir kişi bile kafasına estiğinde dışarı çıkamıyor. İsrail makamlarınca geçerli görülen bir sebeplerinin olması gerek. Gazze’nin dışını hiç görmeden yaşayıp ölen ve öldürülen gençler, çocuklar var. İsrail’de çalışma hakkına sahip olanlar, uzun kontrollerde bekleyecekleri için gecenin kör saatlerinde uyanıyor. Kilitli kapılar altındalar. Şimdi sivillerden Gazze’yi terk etmeleri bekleniyor. Nereye ve nasıl gidecekler? Dümdüz bir yalan.
Başka…
Elektrik keseceklerini, gıda ve yakıt girişini sıfırlayacaklarını söyleyen İsrail Savunma Bakanı Yoav Gallant, “insansı hayvanlarla” savaştıklarını söyledi. Tarih de gördü, notunu aldı. Bu cümle tarihe geçecek. Talihsiz bir beyanat olarak değil, bir zihniyet yapısının tescili olarak… Kendisini üstün görmüş her grubun kafasında yer etmiş düşünce kalıbının son zinciri olarak…
Ama bir yandan, hür düşüncenin her şeye rağmen eğilip bükülmediğini de gördük. Muhalif Haaretz gazetesi daha ilk günden, başyazısından başlayarak Başbakan Netanyahu’yu ve onun fanatik savaş kabinesini hedefe koydu ve onun sorumluluğuna işaret ederek yayın yaptı. “Birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyulan bugünlerde” falan demedi; ahlaksız ve yolsuzluğu tescilli bir savaş lordu olan başbakanlarının arkasında kuyruğa girmedi. Güçlü bir tavır. Bir de şu: İsrail’in de fanatikliğe karşı durmaya çalışan, çözümü destekleyen bir nüfusu da var. Çok zor ama çoğalmalarını; bu yoz zihniyeti ortadan kaldırmalarını dileyelim.
Tarihin en büyük güvenlik devleti söyleminin balon olduğunu da gördük. Uzmanlar bu işin nedenini nasılını araştırırken, İsrail medyasında, günah keçisi arayan şahinlerin, “kapıları Hamas’a solcular, güvercinler, progresifler açmıştır” diye iştahla tartıştıklarını gördük. Savaşçılar yapamadıkları her şeyin bedelini barışçılara ödetmeye çoktan hazır.
En “objektif” bulunan, bilinen medya örgütlerinin kafasının nasıl çalıştığını da gördük. BBC; İsraillerin “öldürüldüğünü”, Filistinlilerin ise “öldüğünü” tek bir cümle içinde tweet’ledi mesela. Bize her şeyi tarafsız aktaracaklarına nasıl inanalım?
Kendi medyamıza gelirsek… Influencer’ımsı gazeteciler ile sosyal medyada ne idüğü belirsiz “haber” hesaplarının yüz binlerce insan için birincil haber kaynağı olduğunu gördük. Her konuda uzman bu gazeteciler akıllarına gelen her şeyi fikir zannediyor ve artık bunları dümdüz, dolaysız, bağlamsız aktarıyor. Spektaküler buldukları şeyleri söyleyip kafalarına göre takılıyorlar. Onların günü, onların çağı…
Sosyal medya hesapları ise bazen bile isteye, bazen ideoloji ama çoğunlukla fazladan etkileşim uğruna dezenformasyon yayıyor; bazen çaylaklık ve mesleki yetersizlikle yayılan dezenformasyona alet oluyor ama hiçbir zaman hiçbir noktada hiçbir sorumluluk üstlenmiyorlar. Tweet’lerini silmeleri yeterli.
Bu arada savaş sürüyor, büyüyor.
Bunlar da İsrailli gazeteci Amira Hass’ın gördüğü: “Önceki olaylarda gördüğümüz üzere, normalliği azıcık sarsılınca, İsrail’in otomatik olarak vardığı sonuç, ölüm ve yıkımla amaç şimdiye kadar hasıl olmamış gibi, Filistinlerin hava saldırılarıyla daha çok öldürülmesi, daha çok yıkım, daha çok intikam. Hükümetin de ordunun da birçok İsrailli’nin de vardığı sonuç bu. Ayrıca, İsrail’e destek açıklamak için yarışırken onun yapısal şiddet ve zulmünü, bir yandan da Filistin halkının yurtlarından sökülüp atılıyor olmasını görmezden gelen birçok Batı hükümeti de belli ki böyle düşünüyor.”
Bu dehşet sarmalı büyüyecek, onu da görüyoruz. Başka bir şey görmek de mümkün değil.