Acil gündem: Anayasal kamuoyu
Anayasa, bilimsel bilgi ekseninde Türkiye’nin birikimi ve çağdaş dünyadaki gelişmeler ışığında bugünkü ve gelecek kuşakların özgür birlikteliği için bir barış projesi olarak tasarlanmalıdır. İktidarı sınırlama belgesi olan anayasanın “iktidarın aracı” haline getirilmesine karşı mücadele, gelecek kuşaklara karşı bir ödev ve sorumluluk aynı zamanda.
İbrahim Ö. Kaboğlu
Anayasal olarak resmen yürürlükte olan olağanüstü yönetim, olağandışı ortam ve koşullar eşliğinde uygulanmaktadır. Böyle bir ortamda, rejim değişikliğini hedefleyen bir Anayasa değişikliği, ülke gündemine yerleştirilmiş bulunuyor.
Oysa 15 Temmuz darbe girişimi öncesi “olağan dönem”de bile, anayasal bilgi, yol- yöntem ve hedef üzerine kirlilik, anayasa gündemini zedelemekte idi(1). Şimdi ise, ülkenin olağanüstü hal kanun hükmünde kararnameler (OHAL-KHK) yoluyla yönetildiği bir ortamda, anayasal bilgilenme hakkı ileri derecede sınırlanmış bulunmakta.
Buna karşılık, AK Parti-MHP arasında “kapalı kapılar” arkasında yürütülen bir tür “anayasa pazarlığı”, sadece birkaç madde ile sınırlı bir değişikliği değil, farklı rejim arayışına yönelik çalışmaya odaklanmış durumda. Dahası, “Devletin yeniden inşası” gibi oldukça cüretkâr hedefler de dillendiriliyor. Bu nedenle, olağanüstü ortam ve koşullar, öngörülen anayasa değişikliği ve halkoyuna ne ölçüde elverişlidir?” sorusu öncelikle yanıtlanmalı.
I. ANAYASAL DÜZENİN DEVAMLILIĞI VE İLKE TARTIŞMASI
1) DEVAMLILIK VE DEMOKRATİK SÜREÇ
Başka devletlerde olduğu gibi Türkiye’de de, anayasal süreçler bakımından şu ikili ayrım gözden uzak tutulmamalı:
-Kopma dönemi,
-Devamlılık dönemi.
Kopma döneminin başlıca özelliği, anayasal süreçte güç dengelerinin belirleyici olması; tıpkı 1961 ve 1982’de olduğu gibi. Ama bunun istisnaları da yok değil. Mesela, Tunus’ta, Türkiye’de 1960 ve 1980’e göre daha radikal bir kopma olduğu halde, Anayasa, seçilmiş kurucu meclis tarafından hazırlandı (2011-2014).
Bununla birlikte, anayasal düzenin devamlılığı sırasında anayasa değişikliği veya yenilenmesi, güç dengelerince değil, demokratik ilkeler yoluyla belirlenir ve gerçekleştirilir: ya halkla başlanır ve halkla bitirilir (İsviçre örneği/1999); ya da kurulu iktidar düzleminde tam uzlaşma yoluyla (Finlandiya örneği/2000), anayasa yenilenir.
Türkiye, 2011’de bunu TBMM’de (yani kurulu iktidar düzleminde) tam uzlaşma sağlamak suretiyle yapmaya çalıştı; fakat başaramadı.
Bunun şimdi tek bir seçeneği kaldı: halkla başlamak ve halkla bitirmek.
Siyasal rejimler, parlamenter rejim ve başkanlık rejim yelpazeleri eksen alınarak tasnif edilse de, bunların oluşumunda “tarihsel miras” payı belirleyicidir. Bu nedenle, Devletlerin şu ya da bu rejimi tercih etme yerine, kendi deneyimlerinden ve toplumsal özelliklerinden çıkaracakları dersler öne çıkmakta.
Köklü rejim değişiklikleri, daha çok kuruluş (kimi zaman da kopma) dönemlerine özgü. Olağan dönemlerde rejim değişikliği görülen bir durum olmamakla birlikte, bu yönde bir eğilimin ortaya çıkması halinde yapılması gereken ilk iş, ilke tartışması olmalı.
2) İLKE TARTIŞMASI YAPILMADI
Türkiye açısından ilke tartışması, 1876’da temeli atılan ve 2016’ya kadar biçimlenen siyasal rejim üzerine yapılmalı idi. Aksayan yönleri nelerdir? İşleyişe ilişkin sorunlar, otorite-özgürlük dengesizliğinden mi, yoksa genel anlamda denge-denetim düzenekleri eksikliğinden mi kaynaklanmakta?
Çağdaş anayasaların denge ve denetim düzeneğinin ana halkaları ekseninde;
-Her erk içinde,
-Üç erk arasında,
-Üç erk ile uzman ve özerk kuruluşlar arasında,
-Merkez ile yerel arasında,
-Ulusal hukuk ile uluslararası hukuk arasında,
-Devlet (iktidar-otorite) ile toplum (özgürlük) arasında,
Denge ve denetim düzeneğinin kurulması gerekir.
Acaba, bunların hangisinde ve/ya hangilerinde dengesizlik var da, siyasal-anayasal düzenin işleyişi “patinaj” yapıyor? Çağdaş anayasal yaklaşım, rejim düzleminde değil, rejim içi önlemleri öne çıkarmakta: kurallar, kurumlar ve başvuru yolları düzleminde.
Anayasa değişiklikleri, genellikle bu bağlamdaki sorunlara odaklanır. Hatta, anayasanın yenilenmesi durumunda bile, denge ve denetim düzeneğine ilişkin sorunlar gözden geçirilir.
Öte yandan; kurumların ve rejimin sürekliliği, devletlerin gelişmişlik düzeyi ile doğru orantılıdır.
1982 Anayasası, TBMM tarafından çok sıkça gözden geçirildi ve insan hakları alanında hayli yol alındı; ne var ki, az törpülenen veya yeterince törpülenmeyen kısmı, hak ve özgürlükler alanında oldu. Bu gereğin karşılanmasını beklerken, tam tersine, iktidar lehine dengesizliği derinleştirici bir değişiklik yapıldı: 2007.
Bu değişiklik, 2014’te rejim değişikliği gerekçesi olarak kullanılmaya başlandı.
Oysa 1982 Anayasası işleyişinde karşılaşılan sorunlar, öncelikle Türkiye’nin siyasal rejim deneyimi bağlamında tartışılmalı idi.
Bu yapılmadığı için, önerilen yeni modeller dayanaksız kalıyor ve gelecekte ortaya çıkması muhtemel siyasal kriz, bugün yapılmak istenen rejim değişikliği gerekçesi olarak kullanılmaya çalışıldığı için inandırıcı olamıyor.
II - OHAL’DE ANAYASAL KAMUOYU NE ÖLÇÜDE OLUŞTURULABİLİR?
Anayasal bilgi kirliliği, yol ve usul kirliliği ile hedef kirliliği, “15 Temmuz 2016 öncesi” gündemi kaplayan üç katmanlı kirlilik, “doğru ve bilimsel bilgi”, “yol temizliği ve demokratik yöntem” ile “hukuk devleti ve haklar toplumu hedefi” ile aşılabilirdi ancak.
Bu üç katmanlı kirlilik, 15 Temmuz ve özellikle OHAL yönetimi altında daha da katmerli hale geldi; bu nedenle, bilimsel bilgi paylaşımı, demokratik yöntem umudu ve hukuk devleti hedefi, daha da belirsiz bir hale geldi. OHAL-KHK uygulaması, anayasal düzeni büyük ölçüde askıya aldığından, OHAL’in kaldırılması ve anayasal kamuoyunun oluşturulması, öncelikli gündem haline geldi.
1) SERBEST TARTIŞMA/SAYDAMLIK VE TUTARLILIK
Anayasa değişikliğinin öncülleri, ifade özgürlüğünün serbestçe kullanılması, medyaya eşit giriş hakkı ve kamu gücünü elinde tutan devlet organlarının yansızlığı.
Anayasal bilgi kirliliği, hakkın öğeleri, zamana ve mekâna dair olmak üzere üç boyutlu:
-Bilgi hakkının öğeleri: Kirlilik, bilgi verme hakkı/ bilgi alma hakkı ve karşılıklı bilgi iletişimi olmak üzere her üç öğeyi de kapsıyor.
-Zamana dair: Anayasa’nın dünü, bugünü ve geleceği üzerine yanlış bilgiler.
Mekâna dair: Ulusal, uluslararası durum ve karşılaştırmalı anayasa hukuku ve siyaset bilimi verileri bakımından.
Yol ve yöntem dahil, Anayasa yapım ortam ve koşulları bakımından, son yıllara dair şu saptamalar fikir verici olabilir:
-Yürürlükteki Anayasa, sürekli ihlâl edilmekte; demokratik hak ve özgürlükleri zedeleyen yasaların yürürlüğü devam etmekte; hatta, yenileri yürürlüğe konmakta idi. Dahası, uygulamalar, mevzuatın ve mahkeme kararlarının çok gerisinde.
-1982 Anayasasındaki değişiklikler, hak ve özgürlükler alanında devlet görevlilerine daha çok yükümlülük yüklediği halde, tam tersine, yetkilerini daha çok kullanmakta ve hak ve özgürlükleri daha çok sınırlamakta.
-Çelişki ve etik bir sorun: 2011’de yeni anayasa için TBMM’de bir “Anayasa Uzlaşma Komisyonu” kurulduğu tarihten sonra bile, Anayasa’ya aykırı birçok yasa yapıldı ve yürürlüğe kondu.
-Dahası, 2016’da yeni anayasa için girişimde bulunulurken, -dokunulmazlıkların kaldırılması amacıyla- Anayasa’ya aykırı Anayasa değişikliği yapıldı.
-Yargı bağımsızlığını düzenleyen Anayasa md.138’i ihlal, alışkanlık haline getirildi.
Bu olumsuz ve anayasa-dışı süreç, anayasa yapım koşullarını ortadan kaldırmış bulunuyordu: medyaya eşit giriş hakkı dahil, düşünce ve ifade özgürlüğü, toplanma ve gösteri özgürlükleri ile örgütlenme özgürlükleri hukuken ve fiilen ileri derecede kısıtlanmış bulunuyor. Mesela, toplanma ve gösteri hakkı kullanan grupları dağıtmak için kolluk güçleri, biber gazı kullanımını alışkanlık haline getirdi. Oysa bu konuda, toplantı “yasa dışı” olsa da, şiddet kullanımının haklı olmadığına dair İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nin birçok kararı bulunmakta.
Hedef kirliliği ne anlama gelmekte? Yeni Anayasa’nın başlıca hedefi rejim değişikliği; bu da, “başkanlık rejimi”. Anayasal düzenin devamlılığı sırasında, “rejim değişikliği” gerekçesi kullanılarak anayasa yenileme hedefi, karşılaştırmalı anayasa hukuku ve siyaset biliminde bir ilk şeklinde karşımıza çıkarıldı.
Kısaca Türkiye medyası, -özellikle görsel medya- “bilgi/yol ve hedef kirliliği” aracı haline getirilmiş bulunuyor.
Bu durum karşısında öne çıkarılması gereken ; önce doğru bilgi temelinde “anayasal kamuoyu”, sonra “yol temizliğinin asgari eşiği olarak “anayasal kazanımlar” ve nihayet anayasa hedefi olarak “hukuk devleti ve haklar toplumu” olmalıydı.
“Olağan” dönemde bunlar yapılamadan, Türkiye, 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra resmen ve anayasal olarak olağanüstü yönetime girdi.
2- OHAL’DE ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ MÜMKÜN MÜ?
Kaldı ki, olağanüstü yönetimler anayasa değişikliğine elverişli ortamlar değildir. Nitekim OHAL, sıkıyönetim, savaş, işgal vb. ortam ve koşullarda değişiklik yasak ve kayıtlamaları öngören birçok anayasa vardır. Fransa (1958), Portekiz (1976), İspanya (1978), Brezilya (1988), Romanya (1991), Belçika (1994) örnekleri belirtilebilir. Bizde bu tür kayıtlar bulunmamakla birlikte, sıkıyönetim döneminde yapılan 1971 Anayasa değişiklikleri, öğretide, meşruluk bakımından uzun süre tartışıldı. 1982 Anayasası yapım ve oylaması sırasındaki ortam ve koşulların gölgesi de, -Anayasa’da TBMM tarafından defalarca gerçekleştirilen olumlu yöndeki değişikliklere karşın- silinmiş değil. Bugün ise, ülke genelinde geçerli bir olağanüstü hal (OHAL) ortamında yapılacak anayasa değişikliği, benzer bir tartışmayı beraberinde getirecek. Üstelik, bugünün koşulları, 1970’ler ve 1980’ler ortamından çok daha ağır; sıkıyönetim ötesi bir durum ve bir savaş ortamı.
3- REJİM DEĞİŞİKLİĞİ MÜMKÜN MÜ?
Böyle bir ortamda, Anayasa değişikliğinin de ötesinde köklü bir rejim değişikliği öngörülüyor. Oysa, rejim değişikliği, genellikle kuruluş ve kopma dönemlerinde veya darbe sonrasında olur. Buna karşılık, 15 Temmuz darbe girişimi bastırıldığı halde, OHAL ortamında rejim değişikliği yapmak, demokratik hukuk devleti açısından son derece sorunlu olduğu gibi, darbe girişimi öncesi dönem üzerinde de ciddi soru işaretleri yaratıyor.
Usul ve yöntem açısından; Hükümet ve Cumhurbaşkanı, Anayasa Değişikliğinin öncülüğünü yapmakta. Oysa, Anayasal girişimin kimin tarafından ve nasıl yapılacağı, madde 175’te ayrıntılı olarak yazılı ve bunda yürütme organının yeri yok.
Yanıtlanması gereken temel soru şu: Bu ortamda “anayasal kamuoyu” oluşabilir mi?
Halkoylaması, seçmenlere sunulan seçeneklerin saydam ve korkusuz bir biçimde tartışılabildiği ve serbest tercihlerin ortaya çıktığı bir ortamda mümkün olabilir. Oysa, güncel durum buna engel: görsel-işitsel medya, büyük ölçüde Cumhurbaşkanı ve Hükümet denetiminde. Bunların parti ayağı, AK Parti ve MHP. Devlet organları yönünden uzantıları: valiler ve diğer kamu görevlileri.
Muhalefet partileri, çok sınırlı olarak medyada yer bulabiliyor; sivil toplum örgütleri ve uzmanlar ise, başkanlık rejimi propagandası yapmaları ölçüsünde.
Bu bakımdan, ortam ve koşullar, 1971, hatta 12 Eylül döneminden de olumsuz; çünkü, o zaman sadece devlet radyo ve TV yayını vardı; dolayısıyla, siyasal iktidarın propaganda araçları sınırlı idi. Bugün, CB konuştuğu zaman, birkaç eğlence ve magazin kanalı dışında, bütün yayınlar “canlı yayın” adı altında kesiliyor. Başbakan için de, çoğu zaman paralel bir uygulama söz konusu.
Kısacası, görsel-işitsel iletişim özgürlüğü temelinde örgütlenmesi ve hizmet vermesi gereken medya (özgürlük alanı)’nın, parti ve tek adam hizmetinde seferber edildiği bir ortamda “anayasal kamuoyu” oluşamaz. Bu nedenle, bu ortam ve koşullarda “anayasa yoluyla rejim değişikliği”, meşru ve demokratik olmamanın ötesinde, toplumun bugünü ve gelecek kuşaklar açısından tehlikelidir de.
III.- ANAYASAL ÖNCELİKLER VE KAZANIMLARI SAHİPLENME
Şu halde OHAL’in kaldırılması öncelikli bir sorun. Anayasal kazanımları sahiplenmek ise, insan haklarının asgari güvenceleri ve anayasal gelecek bakımından önem taşımaktadır.
1) OHAL KALDIRILMALI
Anayasal kamuoyu karartması karşısında şu üçlünün birlikte etkisi ve yarattığı tehlike derinleşiyor: Anayasal bilgi kirliliği, anayasasızlaştırma ve anayasa fetişizmi.
Bu üçlünün yol açtığı tehlikeler ise, bir başka üçlü ile özetlenebilir:
-Anayasanın –kişisel iktidar uğruna- araçsallaştırılması,
-Depolitizasyon,
-Totalitarizm eğiliminin meşrulaştırılması.
OHAL yönetiminde; savaş ortamında bile mutlak olarak korunan ve hatta dokunulamadığı için “her zaman, her yerde ve herkes için” geçerli olarak nitelenen güvenceler zedelenmiş ve ihlal edilmiş bulunuyor (Any., md.15/2). İnsan haklarının sert çekirdeğinin dokunulmaz olduğu fikrini yaymak; bunları her türlü tartışmanın asgari eşiği olarak kabul etmek.
Öneri: Bu tehlikelere karşı uyanık olmak ve bunların ortadan kaldırılması yönünde bilimsel bilgi temelinde planlı, kapsamlı ve sürekli çalışmalar yürütmek.
2) ANAYASAL KAZANIMLAR SAHİPLENİLMELİ
1982 Anayasasında hak ve özgürlükler lehine gerçekleştirilen değişikliklerin bilinmesi ve sahiplenilmesi, siyasal ve idari makamların işlem ve eylemlerinin anayasal sınırlar içinde kalmasını sürekli talep etme olanağını verir.
Aynı çerçevede çıkarılacak bir anayasal bilanço2, yeni anayasa adına yapılacak çalışmanın asgari eşiğini göstermesi bakımından önem taşımaktadır. Bunun daha somut anlamı şudur: hak ve özgülükler alanındaki kazanımlardan geri bir düzenleme yapılamayacak; siyasal ve idari otoritelerin yetki alanı ise daha fazla genişletilemeyecektir.
Anayasa değişikliği veya yeni anayasa için taban şu olmalı: “insan haklarına dayanan demokratik ve laik sosyal hukuk devleti”.
-İnsan hakları, üçlü ilişkide tasarlanmalı: kişiler arası ilişkiler; sosyal ve mesleki ortam ve ilişkiler; çevresel ilişkiler.
-Demokrasi: Anayasal demokrasi, üç boyutlu olarak ele alınmalı: çevresel demokrasi ( anayasa bir “doğa sözleşmesi”), demokratik toplum (anayasa bir “toplum sözleşmesi) ve siyasal demokrasi (anayasa bir “siyasal sözleşme”) dir.
-Laiklik, dört düzlemde: 1) Devlet, hiçbir dini tanımayacak,
2) Devlet, bütün inanç ve dinler karşısında nötr olacak ve hepsine eşit muamele edecek.
3) Anayasa da, dünyevi bir metin olup, bütün ilahi kitapların güvencesidir;
4) İnsan hakları-din ilişkisi bakımından;İnsan hakları, din özgürlüğünün de güvencesidir.
Bu olgu ve gerçeklikler, geniş toplum kesimlerine sürekli anlatılmalıdır.
-Sosyal hukuk devleti: insan haklarına saygı, insan haklarını koruma ve geliştirme yükümlülüğü altındaki devlet.
Bütün bunlar, anayasa değişikliği veya yenileme çalışmasına nereden başlanması gerektiği üzerine yeterli fikir vermektedir; kuşkusuz usul olarak, demokratik yöntem gereğini göz ardı etmemek kaydıyla.
Belirtilen nedenlerle, Anayasa değişikliği, ancak olağan anayasal düzende ve özgürlükçü bir ortamda gerçekleştirilebilir. Anayasanın yenilenmesi ise, ancak seçimle belirlenen “anayasa kurucu meclisi” yoluyla meşru ve demokratik olarak yapılabilir3
3) ANAYASAL KAMUOYU İÇİN…
SONUÇ OLARAK; anayasal kamuoyu için şu üçlü aşama izlenebilir:
1) HAYIR: OHAL’e hayır! Önce olağanüstü hal kaldırılmalıdır.
2) HAYIR VE ÖTESİ: Başkanlığa hayır; ama demokratik anayasal seçenek(ler) önerisine evet. Başka bir deyişle, “hayır” ile yetinmeksizin demokratik anayasa seçenekleri de sunulmalıdır.
3) TOPLUMSAL BARIŞ İÇİN ANAYASA: “İnsan haklarına dayanan demokratik ve laik sosyal hukuk devleti” için fikri, hukuki ve eylemsel sürekli mücadele, Türkiye barışı/bölge barışı ve dünya barışı ereğine yönlendirilmelidir. Bu hedefte Anayasa, bilimsel bilgi ekseninde Türkiye’nin birikimi ve çağdaş dünyadaki gelişmeler ışığında bugünkü ve gelecek kuşakların özgür birlikteliği için bir barış projesi olarak tasarlanmalıdır.
İktidarı sınırlama belgesi olan anayasanın “iktidarın aracı” haline getirilmesine karşı mücadele, gelecek kuşaklara karşı bir ödev ve sorumluluk aynı zamanda.
(1) Bkz. İbrahim Ö. Kaboğlu, “Önce Demokrasi: Türkiye’nin Anayasa Sorunsalı”, “Önce Demokrasi” Girişimi (01.06.20166 ): www. oncedemokrasi.org
(2) Bir bilanço denemesi, büyük ölçüde 1982 Anayasasının değişiklikler sonucu başkalaşım (metamorfoz) sürecini yansıtmak durumunda.
(3) 2011’de başlatılan Anayasa çalışmaları sırasında bu yönde öne sürülen görüş üzerine ayrıntılı bilgi için bkz. İbrahim Ö. Kaboğlu, “Anayasa Yapım Süreci ve Yöntemi”, Hangi Anayasa?, İmge kitabevi, Kasım 2012, s.199-2015.
*Prof. İbrahim Ö. Kaboğlu, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi - Anayasa Hukuku Öğretim Üyesi