Narin cinayeti hakkında en olmadık lafları saatlerce konuşup,
sonra da “Biz burada senaryoları konuşuyoruz, tamamıyla gerçek
olmayabilir” diye bitirmek de neyin nesi? Gerçekliğinden emin
olmayacaksınız ama doğrulanmamış birtakım söylentileri, akıl
yürüterek, acının üzerinde tepinerek reyting devşireceksiniz.
Gazetecilik bunun neresinde?
Günlerdir ekranlarda yapılan bu. Şirin, sevimli bir küçük kızın
öldürülmesi hakkında gazetecilik kodları ve ilkeleri hiçe
sayılarak, toplumdaki travmatik etkileri umursamadan yayınlar
yapılıyor. İnsanların acılarını yaşamalarına izin verilmiyor; bir
köyün tüm ahalisinin yaşamı hoyratça harmanlanıyor. Kanayan yara
pornografik bir şehvetle deşiliyor, kanatılıyor.
Ekran müptelası kimi gazetecilerin siyaset, eğitim, spor, dış
politika, yargı gibi aklınıza ne gelirse her konuda bilirkişi
olduklarını biliyorduk. Narin cinayetini de -her işin uzmanı olan
medya maydanozu tiplerle birlikte- konuşurken hem polis, hem
dedektif, hem savcı, hem de yargıç oldular. Aslında çoğunun
yaptığı, varsayımlara dayalı senaristlik.
Hürriyet’in, “Narin cinayetinde 4 senaryo”,
Korkusuz’un “İşte o üç ihtimal” manşetleri gazetecilerin
varsayımlarının haber sanılmasının çarpıcı örnekleriydi. Gazeteci,
düğümü çözmek, sorulara yanıt bulmak için senaryo oluşturur. Sonra
da araştırır, kanıt bulmaya çalışır. Senaryo, tıpkı iddialar ya da
söylentiler gibi kanıtları bulanamadığı sürece başlı başına haber
olmaz.
Narin’in cesedinin bulunduğu günden, hatta kaybolduğu ilk
günlerden itibaren anne Yüksel Güran, “gayrimeşru ilişki yaşayan
kadın” olarak damgalandı. Hâlâ da tutuklu olan amca Salim Güran ile
ilişkisinden söz edenler var. Örneğin Sabah ve
AHaber, tutuklanan Nevzat Bahtiyar’ın ifadesini, anne ile
amcanın ilişkisini doğrulayan “itiraf” gibi yayımladı. Halbuki şu
ana kadar ilişki senaryolarını doğrulayan bir veri çıkmadı ortaya.
Tersine eşi Arif Güran yalanladı; Narin’in DNA testleri de babası
hakkındaki senaryoları doğrulamadı.
Yine de Didem Arslan Yılmaz’ın
programında, Yüksel Güran’ın, Narin’in arandığı günlerde “evine
çağırdığı ambulanstaki hemşirelere ‘Devlet istiyor, gizli bir test
yapılacak’ diye yanında getirdiği şırınga ile kan aldırdığı”
yazılarak cinsel imalarda bulunuldu. Cumhuriyet’ten
Ekonomim’e kadar birçok yerde “iddia” başlıklarının
altında “ortaya çıktı” diye kesin ifadelerle haber oldu.
Duygu sömürüsü de had safhada. Star ve Show
TV’de Narin’in ölüm haberi, cenaze töreni, bir film jeneriği
gibi müzikler eşliğinde verildi. Halk TV’de Ece Üner’in
sunduğu ana haber ağıtla başladı. Now TV ve bazı
kanallarda da Narin’in bir düğündeki dans görüntüsü ölüm haberiyle
birlikte ekrana getirildi. Ne yazık ki, insanların üzüntüsü
üzerinden reyting, tiraj ve tıklama üretmeye çalışılırken travmatik
etki ağırlaştırılıyor. Oysa haberlerde, “doğal sesin dışında efekt
ve müzik” olmamalı, eski görüntüler haberin içeriğiyle uyumlu
seçilmeli.
TV100 muhabiri Canan Altıntaş’ın canlı yayında “Bir şey
gördüm söyleyemiyorum” diye ağlaması da gazeteciliği görsel şova
dönüştürmenin başka bir örneğiydi. Gazeteci ne biliyorsa söyler,
yazar. Doğrulayamıyorsa, etik açıdan sorun varsa da söyleyemediğini
söylemez. Kaldı ki, sonradan da açıkladı; gördüğü de Narin’in
cesedinin bulunmasından önce köylü kadınların bir evin önünde
dualar okumasıymış. O kadar abartacak bir durum da yokmuş
aslında.
Maalesef senaryo, iddia ve ihtimalleri aktarmaktaki cevvaliyet,
araştırmada gösterilmedi. Örneğin, “WhatsApp mesajları vermiyor”
diye günlerce yazıldı. Ta ki, DW’den bir muhabir META
yetkililerini arayıp da “Mesajları kaydetmiyor, elimizde verecek
mesaj yok” yanıtı alana kadar. Gazeteci önce araştırır sonra
yazar/anlatır ama medyamızda kural tersine döndü.
Tabii gerçeğin peşinde koşan, somut kanıtları ortaya koyup
başarılı işler yapan gazeteciler de vardı. Zaten asıl ilerleme
onlar sayesinde oldu, onlar kamuoyunu bilgilendirdi.
Masumiyet ilkesi de tersine işledi. Önce köydeki herkes suçlu
ilan edildi medyamızda. Cinayetin siyasi yanı olduğuna da peşinen
karar verdi, hüküm yürüttü kimi gazeteciler. Kanıtlar yeni yeni
ortaya çıkıyor ve suçlular belirleniyor; üretilen senaryolar birer
birer çürüyor.
Bilgi karmaşası doğmasında yetkililerin kabahati de büyük.
İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya bile “Çok açık değil mi” diyerek
günler öncesinden tüm aileyi peşinen suçlu ilan etti. Polis,
jandarma ve savcılık da baştan itibaren gazetecileri
bilgilendirecek şeffaf bir kanal oluşturmadı. El altından
bilgilendirmeyi yeğleyerek, şüphelilerin ifade metinlerini
sızdırarak, söylenti ve senaryo gazeteciliğini teşvik ettiler.
Yine de medyanın Narin’i böyle sahiplenmesinin, ana gündem
maddesi haline getirmesinin katillerin bulunmasına yönelik mesafe
alınmasında büyük etkisi olduğunu söylemeliyim. Daha özenli olunsa
ve araştırmacı gazetecilik örnekleri yarışsa daha hızlı sonuç
alınabilirdi.
SÖYLEŞİ ROLÜ YAPAN GAZETECİ
AKP Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu, en olmadık
sözleri, en olmadık zamanda söyleyen kişi olarak öne çıktı bu
süreçte.
Narin’in öldürülmesiyle ilgili olarak Sözcü TV’ye
“Bizlerin bazen bilmediği, bazen de bilip söylemememiz gereken
şeyler var çünkü aile bizim dostlarımızdır” demesi haklı olarak
tepki çekti. Yanlış anlaşıldığını savunarak sözlerini düzeltmeye
çalışırken yine Sözcü TV’ye konuştu. Ama bu kez de
sözleri “AKP’li vekilden istifa sinyali” diye haber oldu.
Bunun üzerine Ensarioğlu, sözlerinin çarpıtıldığını, siyaseti
bırakmayı düşünmediğini belirten bir açıklama daha yapmak zorunda
kaldı. Bu gelişmelerin gazetecilik açısından asıl dikkat çeken
tarafı, Sözcü’nün haberini savunmak için yaptığı
yayındı.
Sözcü TV Ankara Temsilcisi Mehmet Bal, ekrana çıkarak
Ensarioğlu ile telefonla yapılan söyleşinin ses kaydını yayımladı. Fakat sanki görüntülü
söyleşi yapılıyormuş gibi, ekranın bir tarafına Ensarioğlu’nun
portresini koydular; öbür tarafta da Mehmet Bal, sanki o anda
karşısında Ensarioğlu varmış da canlı söyleşi yapıyormuş gibi
soruları seslendirdi. İnanılmaz ama gazeteci olarak ekranda rol
yaptı; söyleşi yapan gazeteciyi oynadı! Bu sırada ekranın altında
“Ensarioğlu röportajı Sözcü TV’de” yazıyor, izleyici
“canlandırma” olduğu konusunda uyarılmıyordu.
Son derece yanıltıcı, gerçeği deforme eden ve gazetecilikle
bağdaşmayan bir habercilik tarzı bu. Birincisi gazeteci rol yapmaz,
habere oyunculuk katmaz, haberde canlandırma da olmaz. Söyleşi
neyse odur, aynen verirsiniz; ses ise ses, görüntü ise görüntü.
İkincisi, Ensarioğlu’nun sözleri kayıttan, Mehmet Bal’ın
soruları canlandırmayla aktarılınca söyleşinin özgün halini ne
kadar yansıttığına emin olmak mümkün değil. Örneğin, Mehmet Bal,
uzun bir soruyla Ensarioğlu’na, Sözcü TV’yi suçlamadığını
söyletmeye çalışıyor; bir sorusunu “Bizim yönlendirdiğimiz
sorularda bir çarpıtma olmadığını söylüyorsunuz değil mi, doğru
anlıyorum” cümlesiyle bitiriyor. Ensarioğlu’nun yanıtı ise bu
cümleye tam karşılık vermiyor.
Teknoloji olanak tanıyor diye telefonla yapılan bir söyleşiyi
televizyonda görüntülü gibi sunmak etik bir davranış olamaz.
Teknolojide sınır olmayabilir ama gazetecilikte sınırlar vardır;
gazeteciler, editörler ve de sunucular bu sınırları
içselleştirmeli.
YALANDAN DÜNYA BİRİNCİLİĞİ
Onlarca haber sitesi ve gazete, “12 yaşındaki piyanistten 1
yılda 2 dünya birinciliği” başlığıyla kullandı Anadolu
Ajansı’nın haberini. Antalya’da yaşayan
Bade Uygun adlı çocuğun, Viyana’nın ardından, Barselona’daki “Grand
Prize Virtuoso uluslararası müzik yarışması”ndan da altın madalya
alarak birincilik ödülüyle döndüğü anlatılıyordu.
Haberde Bade Uygun ve öğretmeni dışında kaynak olmamasından
şüphelenerek sözü edilen yarışmanın web sayfasına baktım. Öyle dünya
ölçeğinde bir yarışma değil, 185 Euro ödenerek başvurulan, sürekli
farklı ülkelerde müzik yarışmaları ve kazananlarla konserler
düzenleyen bir organizasyon ile karşılaştım. Benzerleri Türkiye’de
de olan ticari bir organizasyon.
Bu yıl Viyana’da yapılan yarışmada farklı enstrümanlar ve yaş
gruplarına göre 18 yaşın altındaki 90’dan fazla çocuk kazananlar
listesine girmişti. Barselona’daki kazananlar listesinde ise 56
çocuğun adı yer alıyordu. Daha ilginci, Viyana kazananları arasında
Bade Uygun’un dışında Türkiye’den 12, Barselona kazananları
arasında Türkiye’den 4 çocuğun daha adı vardı. Hatta 7 yaşındaki
Alp Ata Demir de hem Viyana hem de Barselona kazananları listesine
girmişti.
Türkiye’den katılan öbür çocukların ve özellikle de Alp Ata
Demir’in yazılmamış olması, haber hazırlanırken araştırma
yapılmadığını gösteriyor. En azından yarışma sayfasına bakılsa öyle
“Dünya birinciliği” diye büyütülecek bir olay olmadığı
anlaşılırdı.
Daha önce de defalarca benzer haberlerle karşılaştık.
Uluslararası başarı kazandığını söyleyen herkese inanılıp, kontrol
edilmeden haber yapılıyor; editörler de hiç sorgulamadan
yayımlıyor. Daha önce onlarca böyle uluslararası yarışma kazanma
haberlerinin palavra olduğu haberi çıktı ne muhabirler bir deneyim
çıkardı ne de editörler.
Her haber böyle yapılıyorsa vay gazeteciliğin haline…
TEK CÜMLEYLE:
- AKP iktidarından güç alan Turkuvaz Medya, “Turkuvaz Medya
Grubu’nun Youtube kanalları çalındı” haberi nedeniyle erişim engeli
koydurduğu Medyaradar’ın yeni alan adına da erişim engeli
kararı aldırarak siteyi kapattırdı; gazetecilik yapılmasını
engelledi.
- Habertürk, Hürriyet, Sözcü, Milliyet ve Yeni
Şafak, Ayhan Bora Kaplan suç örgütü davasında şikayetçilerden
İlhan Tatar’ın, eski içişleri bakanı Süleyman Soylu ve Yargıtay
üyesi Yüksel Kocaman’ı suçlayan sözlerini haberden ayıkladı.
- Türkgün ve Türkiye gazetelerinin “Devlet
Bahçeli’nin hayatı kitap oldu” haberinde kitabı kimin yazdığı
bilgisi yoktu.
- Hürriyet ve Türkiye’nin, “Alper Gezeravcı
Uzay Komutanı oldu” başlığı yanlıştı; Gezeravcı, komutan olmadı,
“Uzay Komutanlığı emrine” atandı.
- Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdülkadir Uraloğlu, 85 milyon
kişinin kimlik verilerinin pandemi döneminde çalındığını
doğrulamasına rağmen, Dezenformasyonla Mücadele Merkezi,
“sızdırılmış bir veri olmadığı” açıklaması yaparak dezenformasyon
yaptı.
- Yeni Akit, Sezgin Baran Korkmaz’ın, Eski CHP
milletvekili ve hukukçu İlhan Cihaner’e yönelik suçlamalarını
doğrulanmış gibi yayımladı; Cihaner’in yanıtına da yer
vermedi.
- Gazete Pencere’nin “Gelinlik gitti üniforma geldi”
başlığı yanlıştı; üniforma yerine “forma” ya da “önlük”
denilmeliydi.
- Karar’ın, “Çocuk yoksulluğu yetişkinlerdren daha
fazla” haberinde analist Hakkı Hakan Yılmaz’ın paylaştığı verilerin
TÜİK’ten alınmış olduğunun belirtilmemesi eksiklikti.
- ASAL Araştırma’nın telefonla yaptığı araştırmada, 18 yaş üzeri
2 bin kişiden sadece yüzde 0,9’u “Türkiye’de en güvendiği kurum”un
medya olduğu yanıtını verdi.
- ELEŞTİRİ, ŞİKÂYET
VE ÖNERİLERİNİZ
İÇİN: