Acımasız sınav algoritması eğitim sistemindeki adaletsizliği ortaya çıkardı

Çocuklarımızın geleceğine zarar verecek şeyleri yapanlar belirsiz denklemler değil, politik kararlardır. Zenginlerin çocuklarına bolca not verirken yoksul çocuklara engel oluşturan bu algoritmalar, yalnızca tarihsel ve insani ön yargıların yansımasıdır.

Abone ol

Kenan Malik

Çocukların bildiği ve birçok politikacının bilmiyor gibi göründüğü bir şey var: Birkaç yıl önce psikolog Alex Shaw ve Kristina Olson, küçük çocuklara, odalarını temizleyen ve silgilerle ödüllendirilen Dan ve Mark adındaki iki çocuktan bahsettikleri bir deney yaptılar (neden silginin bir ödül olarak görülmesi gerektiğini bilmiyorum). Beş silgi vardı ve bu yüzden iki çocuk arasında eşit bölünmesi mümkün değildi. Peki, ne yapmalıydılar? Çocukların büyük kısmı, bir silginin atılması gerektiğini düşündü; bu sayede Dan ve Mark arasında eşit bir bölüşüm olabilirdi. Bununla birlikte, çocuklar “Dan’in, Mark’tan daha fazla iş yaptığını” işittiklerinde, Dan’e üç, Mark’a iki tane silgi vermek konusunda kendilerini rahat hissettiler.

Diğer bir deyişle, çocuklar, adalete dair derin bir bağlılığa sahiptiler -çocukları olan herkes en sevdikleri ağlamanın "Ama bu haksızlık!" olduğunu bilir- ama aynı zamanda adaletin anlamının içeriğe bağlı biçimde değişebileceğini de kabul ediyorlardı. Eğer Dan, Mark’tan daha fazla çalışmışsa, her zaman ödüllerin eşit biçimde paylaşılmasını gerektiren adalet anlayışı yerine, daha fazla ödül alması adildi.

SİYASİLERİN ADALET ANLAYIŞI

Adalet meselesi, tabii ki yalnızca çocuklar değil, siyaset açısından da mühim bir mesele. Ancak çocukların aksine, pek çok siyasetçi, adaletin anlamının içeriğe bağlı olduğunu, adil olmanın farklı yolları olduğunu ve daha geniş siyasi hedeflerimize bağlı olarak aralarında seçim yapmamız gerektiğini kabul etmiyor gibi görünüyor.

Sınav sonuçlarını büyük bir başarısızlık olarak görebilirsiniz. Dört ülkedeki (İngiltere, Galler, İskoçya ve İrlanda/ç.n.) sınav yetkilileri tarafından geliştirilen bir algoritma aracılığıyla oluşturulan orijinal sonuç seti, tarihsel olarak dezavantajlı okullardaki istisnai öğrencileri cezalandırdı ve aynı zamanda yüksek başarı karşısında kötü performans gösteren öğrencilere istatistiksel bir destek sağlayarak açıkça adaletsiz davrandı.

Adaletsizliğe karşı duyulan öfke, algoritmik puanlamanın terk edilmesine ve bunların yerine denetimden geçmeyen öğretmen değerlendirmeleri gerçekleştirilmesine yol açtı. Ne var ki, bu yapılan da adil değildi. Öğretmenlerin değerlendirmeleri, gerçek sınav sonucu değerlendirme sistemiyle karşılaştırıldığında yalnızca aşırı derecede cömert olmakla kalmaz, aynı zamanda denetimsiz kalan ve öğrencileri değerlendirirken daha katı olan öğretmenler, öğrencileri cezalandırabilir de.

Ayrıca, bir de şişirilmiş sorunu var. Bu yılki notların önceki yıllardan çok daha iyi olması, onlarla rekabet etmesi gereken hem geçmiş hem de gelecekteki öğrenciler için haksızlığa yol açabilir.

Başka bir deyişle, tüm yöntemler belirli bakış açılarından adil görünürken, diğerlerinden adaletsiz görünür. Sınav yetkililerinin ve politikacıların yanıtlaması gereken soru şu değildi “Sınavların yerini alacak adil bir değerlendirme sistemini nasıl oluşturacağız?” ama “Ne tür bir adalet istiyoruz ve ne tür bir adaletsizliğe tahammül etmeye hazırız?” idi.

BU TERCİH KİME FAYDA SAĞLADI?

Adalet, kendi içerisinde anlam ifade eden bir şey değildir ve bir insanın daha geniş siyasi vizyonuyla tanımlanır. ‘En fazla sayıdaki insan için en büyük iyilik’ kavramına kendini adamış bir ‘faydacı’ (ing. ‘Utilitarian’), Aristoteles’in Politika adlı eserindeki sözleriyle 'eşit olan kişilere eşit şeyler verilmesi gerektiğine' inanan bir Aristotelesçiden farklı bir adalet anlayışına sahiptir. Piyasanın, malların adil bir şekilde dağıtılması için en iyi şekilde düzenlenmesini isteyen bir serbest piyasa özgürlükçüsü açısından adalet, başlangıç noktası toplumsal ihtiyaçlar olan bir sosyalistten farklıdır.

Bununla birlikte, politikacılar ve karar mercileri, bilimin ya da istatistiklerin ‘adil olmanın’ ne olduğunu tarafsız biçimde tanımlayabileceği bahanesini içselleştirerek, adalete karşı teknokratik bir bakış açısını gittikçe daha fazla benimsediler. Kraliyet İstatistik Derneği’nin gözlemlediği üzere, bu yaklaşımdaki sorun, bir algoritmanın 'yalnızca teknik olarak açık ve tarafsız bir prosedür olmaması', 'bir dizi yargı ve seçeneği içinde barındırması' idi. Bir algoritmanın sonuçları, ne yapması istendiğine ve hangi verilerle beslendiğine göre değişir.

İngiltere’deki Ofqual ve İskoç Yeterlilik Kurumu gibi sınav mercileri, okul fiyaskosunda, birincil kaygının not enflasyonunu önlemek olduğunu belirttiler. Politikacılar bir kez bu tercihte bulunduktan sonra, yanlış politik cevabı üretmesi nedeniyle algoritmayı suçlamak, insanların aldığı bu kararın sorumluluğunu kabul etmeyi reddetmekten biraz daha fazlasıdır.

SORUMLUSU ALGORİTMALAR DEĞİL

Yazar ve yayıncı Timandra Harkness’ın da ifade ettiği gibi, algoritmalar 'ön yargı motorlarıdır'. Beslendikleri veriler kaçınılmaz olarak insan dünyasının tarafgirliği ve ön yargıları tarafından lekelenir. Denetlenmemeleri, ürettikleri sonuçları besler. Ve algoritmaların tahminler yaptığı yerlerde, bu tarafgirlik ve ön yargılar geleceğe yansıtılır.

Sınav algoritmalarının dezavantajlı okullardaki öğrencileri cezalandırmasının nedeni, bunun gerçek hayatta da yerleşik bir ‘algoritma’ olmasıdır. Eğitim sistemi uzun zamandır işçi sınıfından gelen öğrencilerin hırslarını bertaraf etmeye ve daha ayrıcalıklı olanların ilerleyişini kolaylaştırmaya hizmet etti. Sonuçlarda görülen büyük başarısızlık, genel olarak her yıl olan bitenin keskin bir ifadesidir.

Siyasi yargıların ‘tarafsız kararlar’ diye kabul edilmesiyle ilgili sorunu yalnızca algoritmalarda görmüyoruz. Yaz boyunca bakanlar, 'bilimin yolundan ilerlediğimizi' öne sürerek kendi salgın politikalarını meşrulaştırdılar. Bilimsel veriler ve modelleme, farklı politik kararların sonuçlarını anlamamıza yardımcı olabilir; ancak bize hangi kararın sosyal veya ahlaki açıdan tercih edilebilir olduğunu söyleyemezler.

Notların şişirilmesini önlemek mi yoksa tarihsel olarak beklenenden daha iyi olan öğrencileri ödüllendirmek mi daha iyidir? Okulların açılmasının sağladığı faydalar, korona virüsünün daha fazla yayılması riskinden daha mı ağır basıyor? Bunlar yalnızca ampirik (denenerek ispatlanması gereken/ç.n.) sorular değil, aynı zamanda siyasi bir yargı da gerektirir.

Brexit (AB’den ayrılma/ç.n) referandumu kampanyası esnasında Michael Gove, “Bu ülkedeki insanlar zaten yeterince uzmana sahipti” dedi. Göründüğü kadarıyla, hiçbir hükümet, Boris Johnson yönetiminden daha fazla bu düşünceyle uyum içinde olamaz. Bununla birlikte, onunki, sanki siyasi sorular uzmanlar tarafından çözülmesi gereken gerçek teknik sorularmış gibi davranarak, kendi kararlarının sorumluluğundan kaçan bir hükümet. Belki de Gove’un söylemek istediği şuydu: “Bize yanlış siyasi kararlar için mazeret sağlayabilecekleri anlar dışında, yeterince uzmana sahiptik.”

Yazının aslı The Guardian sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)