İnsani boyut savaşın en can yakıcı, aktörlerin ikiyüzlü tarafını oluşturuyor. Kışkırtılmış savaşlarda ‘insan’ nedir; hedeftir, kurbandır, göçmendir, yitiktir ya da yitikleri olandır. Sıra onların derdine gelince ‘insani yardım’, ‘insani müdahale’, ‘koruma sorumluluğu’ gibi konseptler devreye giriyor. İnsanı insanlıktan çıkaran savaşların müsebbipleri insanlık adına konuşuyor. Çaresizlerin dertleri ve ihtiyaçları stratejik ve siyasi hedefler için ağızlarda geveleniyor.
Hele ki Amerikalılar ‘insani’ diye söze başlayınca şöyle bir yutkunuyoruz. Bu bağlamda ettikleri sözlerin değeri Iraklı gazeteci Muntasır el Zeydi’nin George W. Bush’a fırlattığı pabucun saçtığı toz kadardır. WikiLeaks sayesinde Amerikan güçlerinin nasıl çocuk ve gazetecilerin de aralarında bulunduğu sivilleri hayatın normal akışı sırasında hedef alarak öldürdüklerini de gördük. Mesela helikopterlerdeki kamera kayıtlarından birinde ateş izni veren asker, yaralı halde bulunan iki çocuk için “Bu, çocuklarını savaş alanına getiren ailelerinin suçu” diyordu. Savaşı Irak şehirlerine getiren Amerikalılar! Afganistan ve Irak cehenneminden sonra Suriye’deki korkunç perde kapanmak bilmiyor.
29-30 Mart’ta Brüksel’de Suriye Bağışçılar Konferansı’nın beşincisi düzenlendi. ABD Dışişleri Bakanı Anthony Blinken bu konferans vesilesiyle BM Güvenlik Konseyi üyelerine "Suriye halkının çektiği acıyı düşündüğümde aklıma kendi iki çocuğum geliyor. Onlara yardım etmek için nasıl harekete geçmeyiz? Yapmazsak yazıklar olsun bize" diye seslendi.
Sanırsınız ki Biden yönetimi, Suriye’de savaşın kararttığı hayatlar üzerindeki yükü katlayan Amerikan yaptırımlarına son veriyor. Değil tabii ki. Geçen yıl yürürlüğe giren Sezar Yasası ve 2011’den beri var olan öteki yaptırım kararları Suriye’nin insani krizini derinleştirmeye devam ediyor. Trump yönetimi ülkenin tahıl ambarı ve petrol kuyusu Fırat’ın doğusunu zapt etmeyi yaptırım siyasetinin bir uzantısı olarak Suriye siyasetinin merkezine yerleştirmişti. Bu bel bükücü strateji Biden yönetimince de sürdürülüyor. Benzin ve ekmek kuyrukları uzarken Amerikalılar insani yardımdan bahsediyorsa bundan anlaşılması gereken nedir? Halkın bir bütün olarak acılarının hafifletilmesi mi? Yoksa rejim değiştirme oyununun açlık-yardım çelişkisiyle sürdürülmesi mi? Ya da devletin kontrolünden çıkarılmış bölgelerdeki silahlı grupların statükoyu korumasına yardımcı olunması mı?
Savaşın bitmesine ve krizin aşılmasına imkân vermeyen şartlar dayatmakta ısrarlılar. İnanılmaz bir kamuoyu ve medya yönlendirmesi karşısında meseleye biraz farklı bakmak da zorlaşıyor.
BM’nin talebi 13 milyon yardıma muhtaç Suriyeli için 10 milyar dolarlık bağışın toplanmasıydı. ABD’nin gündemi ise Rusya ve Çin’in vetosuyla kapanan Bab el Selame ve Yarubiye sınır kapılarının ‘insani koridor’ olarak açılması.
Sonuç; katılımcı devletler 2021-2022 için sadece 6.4 milyar dolar taahhüt etti. Bu kadar gündemi yönlendiren ABD’nin taahhüdü 596 milyon dolar. 6.4 milyar doların 2 milyar dolarını Almanya karşılıyor. ‘Mücahit sever’ Katar 100 milyon dolar, insancıllığıyla dillere destan Amerikan yedeklemesi Kanada 50 milyon dolar, BAE 30 milyon dolar veriyor.
BM yetkilileri kariyerleri “Rezalet” demeye elvermediği için “Hayalkırıklığı” demekle yetinmişler.
Blinken eski politika üzerinde ‘insani’ damardan gidiyor. Donald Trump 2019’da “Hep dedik; ‘Petrolü tut’. Petrolü (elimizde) tutmak istiyoruz? Ayda 45 milyon dolar? Petrolü tut” derken daha açık sözlüydü!
Batılı müttefikler toparlanmayı ve yeniden yapılanmayı imkânsız kılan bir siyasette diretiyor. Sezar Yasası enerji başta olmak üzere altyapıya yaptırımları bloke ediyor. Bunun çok yıkıcı bir etkisi var. Basit bir örnek: Petrol ve doğalgaz tesislerinden hükümetin kontrolünde olanlar bile yıkımlar yüzünden önemli ölçüde çalıştırılamıyor. Doğalgaz üretimindeki düşüşe bağlı olarak santraller elektrik üretemiyor, günlük elektrik kesintileri artıyor. Pek çok şey birbirine bağlı olarak tökezliyor. 2011’de 29 milyon metreküp olan günlük doğalgaz üretimi 2016’ya gelindiğinde 6.5 milyon metreküpe geriledi. 7 elektrik santralının günlük ihtiyacı bile bunun iki katı. Hükümete göre petrol ve doğalgaz tesislerinin rehabilitasyonu için gereken kaynak 12 milyar doları aşıyor. Suriye’nin yeniden inşasının maliyetiyle ilgili tahminler ise 450-500 milyar dolar.
Petrol ve Mineral Kaynakları Bakanı Bessam Tomeh petrol kaynaklarının yüzde 90’ının Amerikan kontrolünde kaldığını ve bu alandaki zarar-ziyanın 92 milyar doları bulduğunu belirtip ekliyor: "Servet kaynaklarımızı kullanmamızı ve temel malların ülkemize ulaşmasını önleme bakımından Suriye savaşında olanlar başka hiçbir ülkede olmadı."
Blinken’a göre mülteciler geri döndüklerinde tutuklanıp işkence görecekleri için onlara geri dönün baskısı yapmak da yanlış. Burada başından beri hareket noktasının değişmediğini anlıyoruz: Mültecileri bir baskı ve şantaj aracı olarak kullanmak. (Tabii Avrupa’nın duruşu mülteciler komşu ülkelerde kalmadıkları için zaman içinde değişti.)
“İnsani yardım” sirkinin gölgesinde ABD ve Batılı müttefikleri yaptırımları sonlandırmayacaklarını, yeniden inşa yatırımlarının önündeki engeli kaldırmayacaklarını ve Şam’la diplomatik normalleşmeyi önleyeceklerini söylüyor. Ta ki Suriye’de siyasi geçiş sağlanıncaya kadar. Bağım konferansına ev sahipliği yapan AB Dış İlişkiler ve Güvenlik Politikası Yüksek Temsilcisi Josep Borrell de Blinken ile aynı dalga boyunda, “Rejim yaptırımların kaldırılmasını düşünmeden önce açık bir davranış değişikliği benimsemelidir” diyor. Davranış değişikliğinden şunları kast ediyorlar:
- Görev süresi 17 Temmuz’da dolacak olan Beşşar el Esad öncesinde seçime gitmeyi aklından çıkarsın.
- BM Güvenlik Konseyi’nin 2254 nolu kararı uyarınca geçiş sürecine yönelik uygun adımlar atsın.
- Cenevre’de yeni anayasa hazırlansın, uluslararası standartlara uygun seçimler yapılsın.
Aksi halde Batılı ortaklar normalleşmeye geçit vermeyecek. İnsani kriz sonuç olduğu kadar hedeflenen rejim değişikliğini mümkün kılmanın da bir yolu, haliyle kararlaştırılmış bir politika.
Batı ittifakının durduğu yerden bakılınca Rusya yanına Çin’i de alarak Suriye’yi açlığa sürükleyen suçlu. Çünkü BM Güvenlik Konseyi’ndeki veto kartını kullanarak Ocak 2020’de Yarubiye, Temmuz 2020'de Bab el Selame kapısını BM’nin doğrudan yardımlarına kapattırdı. (Bab el Selame Türkiye’nin desteklediği grupların kontrolünde.) Fakat teyidi imkansız bir rakamla “4.5 milyon insan yaşıyor” dedikleri İdlib’e açılan kapı Bab el Heva açık! Fırat’ın doğusunda Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) kontrolündeki alana açılan Yarubiye kapısı kapalı ama kuzey ucunda Semelka-Fişhabur geçişi BM dışı insani yardımlar için işliyor. Amerikalıların sevkiyat güzergâhı da burası.
İnsani yardımlarla ilgili restleşme Rusya açısından da karşı stratejinin bir parçası. ‘Açlık oyunları’, savaşın çirkinliğini yansıtan bir tespit ise bu az ya da çok bütün aktörler için geçerli. Savaşı kazanmaksa mesele kimsenin bu oyundan geri kaldığı söylenemez.
Rus yetkililerin açıklamalarına baktığımızda da izledikleri siyasetin mantığında şunları görüyoruz:
- Yardım stratejisi Suriye’nin bütün bölgelerini kapsayacak şekilde düzenlenmeli.
- Terör örgütleri İdlib’e gönderilen insani yardımlara ya el konuluyor ya da haraç kesiyor. Bu durum terör örgütlerinin beslenmesini sağlıyor.
- Silahlı gruplar insani yardımların akışını sağlamak için sivilleri rehine gibi kullanıyor.
- İnsani yardımlarla ilgili karara yaptırımların kaldırılması eşlik etmeli. Bir tarafta krizi derinleştiren yaptırımlar sürdürülürken diğer tarafta insani yardım sorunu çözmüyor. İdlib’den hükümetin kontrolündeki bölgelere açılan üç noktadan insanların geçişini engellemeleri de bunun göstergesi.
- İnsani durum siyasi baskı ve manipülasyon aracına dönüştürmemeli.
Bu minvalde Rus Dışişleri Bakan Yardımcısı Sergey Verşinin suçlamalara yanıt verirken halk ekmek ve benzin gibi temel ürünlerin eksikliğiyle mücadele ederken ABD'ye Suriye'den Irak'a her gün konvoylarla tahıl ve petrol kaçırdığını söylüyor. “23 Martta Suriye-Irak sınırından 300 benzin tankeri, ay başından beri de en az 200 tahıl dolu kamyon geçti" diyor.
Özetle Batı’nın insani yardım stratejisi Türkiye destekli grupların yığıldığı kuzeybatı ve Türkiye’nin hedef aldığı SDG’nin kontrolündeki kuzeydoğu bölgelerinde mevcut statükoyu Şam’ı baskı altında tutacak şekilde korumaya endeksli.
Tersinden Rus stratejisi ise hükümetin kontrolünde olmayan bölgelerdeki statükoyu bozma, yardımlarda Suriye hükümetinin eksen alınmasını sağlama ve siyasi-ekonomik tecridi kırma amacına dönük.
Hükümetin kontrol ettiği bölgelerde çalışan BM bağlantılı insani yardım örgütleri de devletin aşırı kontrolü, şüpheciliği, bürokratik zorluklar ve gecikmelerden yakınıyor.
İnsanilik bunun neresinde derseniz, savaşta en başta feda edilen şeyin bu olduğunu hatırlamamız gerekiyor.