Acun Karadağ: Herkes sussun 'işimi geri istiyorum' sloganı yayılmasın istiyorlar
OHAL KHK’si ile ihraç edilmesinin ardından Ankara Yüksel Caddesi’nde “İşimi geri istiyorum” eylemleri yapan öğretmen Acun Karadağ, altı aydır tutuklu bulunduğu cezaevinden tahliye edildi. Kronik rahatsızlıkları varken pandemi döneminde cezaevinde kalan Karadağ iki kez çıplak aramaya maruz kaldığını anlattı. Yüksel Direnişi’nin kriminalize edilmeye çalışıldığını söyleyen Karadağ’a göre tutuklanmalarında amaç, “İşimi geri istiyorum” talebinin yayılmasına engel olmaktı.
ANKARA - OHAL döneminde yayımlanan Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile ihraç edilmesinin ardından Ankara’da, Yüksel Caddesi’nde bulunan ‘İnsan Hakları Anıtı’ önünde ‘İşimi geri istiyorum” eylemi yapan öğretmen Acun Karadağ 22 Ağustos 2020 tarihinden bu yana tutuklu bulunduğu cezaevinden tahliye edildi. İşlerine geri dönme talebiyle eylem yapan Alev Şahin, Mahmut Konuk, Armağan Özbaş, Mehmet Dersulu, Nazan Bozkurt’la birlikte “Terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla Ankara 28’inci Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanan Karadağ, gözaltı sürecinde ve cezaevinde yaşadıklarını anlattı.
Hakkınızda “Terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla açılan dava kapsamında, Ağustos 2020’de gözaltına alındınız ve altı aya yakın süre cezaevinde kaldınız. Gözaltında, cezaevine sevk edildiğiniz on güne yakın süreçte neler yaşadınız?
Gözaltı süreci berbattı. Benim dört tane kronik rahatsızlığım var. Kalp pilim var, yüksek tansiyon ve astım hastasıyım. Bunların hepsi de raporlu. Kızıma nişan yapmaya üç gün kala gözaltına alındım. İnsan, ‘Çok acil bir şey miydi?’, ‘Bir yerlerde birilerine zarar mı veriyordum?’ diye düşünüyor. Birisi seri katildir, ikinci cinayeti işlememesi için alırsınız bir yere kapatırsınız. Böyle bir şey değil. Zaten pandemiden dolayı mart ayından hazirana kadar hiç dışarıya çıkmadım. Kamuoyunu etkileyen Yüksel Direnişi’nin toplumdaki etkisi açısından gözaltına aldıklarını düşünüyorum. Çünkü sonradan gördük Ankara’ya kimseyi sokmadılar. Ankara’da çok küçük bir hareketlilik bile istemiyorlar. Toplum hareketliliğinden çok korkuyorlar.
‘HİJYEN DİYE BİR ŞEY HİÇ GÖRMEDİM’
Dokuz gün gözaltında kaldım. Hijyen diye bir şey görmedim. Pandemi sürecinde bari olsun dedik. Dokuz günde bir kere bile yerler paspas yapılmadı. Son derece kirli ortamlarda gözaltında kaldık. Pespaye bir fezlekeyle karşılaştık. “Üyesi olduğunuz örgüt” diye başlıyor sorular. Tüm soruların başlangıcı buydu. Böyle bir yargıda bulunulur mu? Masumiyet karinesi ihlal edilerek böyle bir soru sorulur mu? Savcı da aynı fezleke üzerinden yargıda bulunarak “şunu yapmışsın”, “bunu yapmışsın” diyor. Sorulardan tutuklanacağınızı anlıyorsunuz ve hakimin karşına çıkıyorsunuz. Polis hakimin yanına girip çıkmaya çalışıyor. Hakim zaten baskı altında çünkü siyasi polis sürekli gözünün içerisine bakıyor. Dolayısıyla tutuklama kararı çıkıyor. Tamamen İçişleri Bakanı’nın talimatıyla yapılan bir operasyonla tutuklandık. Sincan Hapishanesi’ne götürüldük.
‘ÇIPLAK ARAMAYA MARUZ KALDIM’
Sincan Hapishanesi’ne siyasi polis bizi teslim etti. Oradan sonrasına polis girmemesi gerekirken arama odasına götürüldük. Orada bir kadın polis arama odasına girdi. Orada iki gardiyan vardı, onlara arama konusunda talimat verdi. Ömer Faruk Gergerlioğlu da duyuruyor. “Yok yalan söylüyor” diyorlar ama bunu birebir kendim yaşadığım için biliyorum. Çıplak arama diye bir şey var. Gerçekten soyuldum. Üstüm başım her şeyim çıkartıldı. Üstelik de emniyetten gelmeme, orada aranmama rağmen çıplak aramaya maruz kaldım. Onursuz aramaya tabi tutuldum. Oradan sonra hücrelere götürüldük. 14 gün arayla iki kere test olduk, karantina sürecini geçirdik.
‘BÖYLE BİR EZİYET BEN ÖMRÜMDE GÖRMEDİM’
22 Ağustos’ta tutuklandık. Karardan bir ay sonra bizi Kayseri’ye sürgün ettiler. Bize, “Sincan Kadın Hapishanesi’ne sevkiniz çıktı” dediler. Biz oraya gideceğimizi, aynı hücreye konulacağımızı düşünerek Alev (Şahin) ve Nazan (Bozkurt) ile eşyalarımızı ortak topladık. Herkesin eşyası karışık olarak torbalardaydı. Sonra bir baktık ki ayrı arabalara bindirildik. Kimimizin defteri, kalemi başka birisinde; kimimizin kıyafeti başka birinde gitmiş. Mektuplarımıza el konuldu. Oraya gelmiş kargolarımız verilmedi. Hak ihlaline uğramakla birlikte tekli hücre diye sevkli araçları var. Dışarıyı göremediğiniz demir bir kutu. Elleriniz kelepçeli. Sandalyede oturuyorsunuz, ne ayaklarınızı uzatabiliyorsunuz ne sırtınızı dayayabiliyorsunuz. Böyle bir eziyet ben ömrümde görmedim. Ankilozan spondilit hastalarının yarım saatte bir esnemeleri gerekir. Ben sekiz saat boyunca böyle yolculuk ettim. Bundan büyük bir işkence düşünemiyorum. Kayseri Kadın Kapalı Hapishanesi’ne Alev ile birlikte geldiğimizde, kelepçelerimiz açıldığında ağrılarımdan ayakta duracak durumda değildim. Üç saatte orada üst araması, eşya araması yapıldı. Bakın orada çıplak aramayla karşılaşmadım. Orada normal bir aramadan geçtik. Üstümdeki hırkayı bile çıkarmadılar.
‘SİNCAN’DA BİR DAHA ÇIPLAK ARAMAYA TABİ TUTULDUM’
Çıplak aramaya maruz kaldığınızı ifade ettiniz. Görevliler hakkında suç duyurusunda bulundunuz mu?
Bulundum. Sincan’da mahkemeye getirildiğimde bir daha çıplak aramaya tabi tutuldum. Onunla ilgili de yarın suç duyurusunda bulunacağım. Kayseri’deki hapishaneden bir günlüğüne Sincan Cezaevi’ne gelmişsiniz, mahkemeye gideceksiniz, belki oradan tahliye olacaksınız. Hapishaneden jandarmayla gelmişiz. Devletin kurumları ikisi de. İçeride rahatlıkla elle arama yapabilir. Ben kollarımı açtım iki yana. “Hırkamı çıkartayım arayın” dedim. “Öyle değil” dedi bir görevli. “Nasıl yani” dedim. “Hepsini çıkaracaksınız” dedi. Ben de bunu yapmayacağımı söyledim. Sonra gitti üç gardiyan daha getirdi yanında ve beni kendileri soydular. Sonra da, “Eğer soyduğunuz gibi üstümü giydirmezseniz böyle çıplak kameraların önüne çıkacağım. Teşhir edeceğim” dedim. Böyle bir tehditle karşılaşınca pantolonuma kadar giydirdiler. Düğmesine kadar iliklediler. Çorabımı giydirmediler bir. O çıplak aramadan sayılmıyor gibi düşündüler sanırım.
‘’ÇIPLAK ARAMA MESELESİNİ UNUTALIM’ DEDİLER’
Biz Alev Şahin’le birlikte getirildik. Müdür olduğunu sonradan öğrendiğim biri, “Sorun çıkarmazlarsa ikisini aynı hücreye koyalım. Sorun çıkarırlarsa ikisini ayrı hücrelere koyalım” dedi gardiyanlara. Ben de nasıl sorun çıkarabileceğimizi düşündüm, zaten hapishanedeyiz… Sonrasında arama odasında anladım ki çıplak arama konusunda sorun çıkarmaktan bahsediyorlarmış. Nitekim ona karşı çıktığımız için bizi ayrı hücrelere kapattılar. Hücrelere kapatıldıktan sonra bir erkek gardiyanla beni çıplak arayan kadın gardiyan geldi. Böyle alttan alarak, “Öğretmenim işte biz de emekçiyiz. Yoldaşız. Bu çıplak arama meselesini unutalım” gibi cümleler kurdular. İkide bir “arama mevzunu unutalım” diyorlar. Ben de suç duyurusunda bulunacağımı söyledim. Bunun üzerine gittiler geldiler bana “unutalım” diye dil döktüler. Emir kulu olduklarını söylediler. Benim şikâyet etmemi engellemeye çalıştılar.
‘HER GİRDİĞİMİZ KOĞUŞTA ÇAMAŞIR SUYUYLA TEMİZLİK YAPMAK ZORUNDA KALDIK’
Kronik rahatsızlıklarınızın olduğunu belirttiniz. Korona virüsü salgınında risk grubunda yer alıyorsunuz. Pandemi koşullarında cezaevinde neler yaşadınız?
Pis. Biz her girdiğimiz koğuşta çamaşır sularıyla temizlik yapmak zorunda kaldık. Kitap konusunda sorunlar yaşanıyor. İki ay içerisinde on kitaptan başka kitap alamıyorsunuz. Diyelim bir araştırma yapıyorsunuz, birçok kaynağa ihtiyacınız var hepsini aynı anda alamıyorsunuz. Kitap okumayı herhalde roman okumak olarak algılıyorlar. “10 tane anca okursun” diye düşünüyorlar ama ben bir günde bir kitap bitiriyorum.
Siz daha önce hiç cezaevine girmiş miydiniz?
Evet. 2013’te sendikal eylemlerden kaynaklı 176 arkadaşımız gözaltına alınmıştı. 86 kişiyle birlikte ben altı ay tutuklu kalmıştım. Sonra da tahliye olduktan sonra öğretmenlik görevime devam ettim.
2013 yılında cezaevine girişiniz ile 2020’deki girişiniz arasında cezaevinde yaşadıklarınız anlamında farklar var mı?
Karşılaştırılamaz bile. Onunla bu karşılaştırılamaz. Evet çıplak arama o dönemde de vardı. Ama kitap alma verme gibi şeyler yoktu. Bunu da ben şeye bağlıyorum. Dışarıda bir Gezi ayaklanması, hareketlenme ve muhalefet vardı. Hapishanelere bu kadar yüklenemiyorlardı. İçeriyi belirleyen dışarısıdır. Eğer muhalefet varsa, eğer haklar dışarıda alınıyorsa içerideki tutsaklar da rahat eder. Eğer dışarısı suskunsa içeriye zulüm etmek çok kolay. Dört duvar arasındasınız, sesinizi duyurmanız çok zor. 2013’teki hapishanelerin durumunu Gezi ayaklanması sürecine bağlıyorum.
‘EN ÇOK KIZIMI ÖZLEMİŞTİM’
Altı aylık tutukluluğun arından tahliye edildiniz. Dışarıda neyi en çok özlediniz? Çıktığınızda herhangi bir şeye şaşırdınız mı?
Ben evden dün çıkmış gibi eve girdim. En çok kızımı özlemiştim. Ona kavuştuğum için çok sevindim. Ne bileyim, yemeklerden filan özlediğim vardı. Cezaevinde kitap da okuduk, çayımızı da içtik sohbetimizi de yaptık. Ama üç kişisiniz ve yalnızsınız. Bundan fazlasını görme şansınız yok. Bir telefon hakkınız var ve sadece kızınızla görüşüyorsunuz. Arkadaşlarımın sesini özlemişim. Uzun uzun yürüyüp geniş göğe bakmayı da çok özlemiştim. Alev’in bir notu vardı. O uzun uyumayı çok özlediğini söylüyordu. Onu iletmiş olayım.
‘DEVLETİN ÇİVİSİ ÇIKMIŞ BEN ŞİMDİ HANGİ YARGIYA GÜVENEYİM’
Nisan ayında yargılandığınız dosya kapsamında üçüncü kez hâkim karşısına çıkacaksınız. “Terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla yargılanıyorsunuz. Bu suçlamaya karşı duruşmada neler söyleyeceksiniz?
Ben savunmamı verdim. 25 sayfaydı. Başından sonuna kadar olanı biteni ve düşüncelerimi anlattım. Savunmamda, “İçişleri Bakanı bir siyasi partinin mensubudur, bağımsız olmak zorunda da değildir. Kolluk gücünü ve devletin kurumlarını tekrar iktidarda kalmak için kullanabilir. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Bu anlamda İçişleri Bakanı’na güvenmiyorum, güvenmek zorunda da değilim. Onun emrindeki polis teşkilatının içerisinde 40 bin polis terörist ibaresiyle ihraç etti iktidar ve 40 bin terörist daha çıkmayacağını bize kim garanti edebilir? Bu anlamda emniyet teşkilatına ve fezlekesine güvenmiyorum. Siz niye güveniyorsunuz? Devlet çivileri olan bir gemiye benzer ve bu çiviler yerinden oynarsa devlet çöker ve hepimiz boğuluruz, denizin dibini boylarız. Devletin çivileri de kurumlarıdır. Bütün kurumların çivilerini tek tek yerinden oynatan, güvenilmez kılan iktidar varken ben bu kurumlara neden güveneyim. Devletin çivisi çıkmış ben şimdi hangi yargıya güveneyim. Siz nasıl güveneceksiniz, söyleyin biz nasıl güvenelim” dedim.
‘HERKES SUSSUN İSTİYORLAR’
Direnişte olanları bitenleri her şeyi de anlattım. Bu direniş illegal ilan edilmese polis müdahale etmese ne olur? Etrafında milyonlar toplanır. İllegal ilan edilmesi gerekir ki bu direniş ortadan kaldırılabilsin. “İşimi geri istiyorum” talebi yayılmasın. Yine bunları mahkemede söyledim. İşsizlik, yoksulluk, işten atılmalar arttıkça bu slogan Türkiye’nin her yerine yayılacak. Bu kaçınılmaz bir şey. Bu sloganı günde iki kere haykıran birileri birilerine örnek olacak. İşten atılan işimi geri istiyorum diyecek. Yüksel Direnişi’nin kriminalize edilmesinin de asıl amacı budur. Herkes sussun bu slogan yayılmasın istiyorlar. Bizim hedef gösterilmemizin tek sebebi iktidarın kendi koltuğunu korumak için eylemleri yasaklamak istemesi.
‘NİYE ÖBÜRLERİ SUÇ SAYILMIYOR DA BU SUÇ SAYILIYOR?’
Örneğin Mustafa Koçak’ın ailesine baş sağlığına gitmişsin diyor. Niye bu suç? Mustafa Koçak’ın kesinleşmiş bir yargı kararı mı var? Kaldı ki kesinleşmiş bile olsa biz Mustafa Koçak’ın şahsını mı sahipleniyoruz yoksa adil yargılanma talebini mi sahipleniyoruz? Bunlara falan çok bozulmuşlar. Sadece bunları seçip almışlar. Biz Rabia Naz’dan tut Şule Çet’e kadar, Çorlu Aileleri’nden tut madencilere kadar herkesin sesini duyduğumuz ve dillendirdiğimiz halde, özellikle bu örgütle yargılanan iki üç davayı örnek alıp, onların taleplerine destek çıkmak anlamında örgüt bağlantısı kuruluyor. Böyle bir saçmalık olabilir mi? Biz yüzlerce insanın sesi olduk. Yüksel Caddesi’nde her gün bir hak ihlalini dillendirdik. Niye onlar yok?
‘İADE ETMELERİ ONLARIN HAYRINA OLUR’
İhracınızın ardından OHAL Komisyonu’na başvurdunuz. Buna ilişkin olumlu ya da olumsuz bir yanıt alamadınız. Siz cezaevindeyken komisyonun görev süresi bir yıl daha uzatıldı. Komisyondan nasıl bir sonuç bekliyorsunuz? Son olarak bundan sonra ne yapacaksınız?
İhraç edilen Mehmet Dersulu ve Nazan Bozkurt’a komisyondan ret kararı gelmişti. Gerekçe olarak da ihraç edildikten sonra haklarında açılan davaları göstermişlerdi. Siz atmasanız insanlar bu eyleme başlamayacak ve bu davalar açılmayacaktı. Attığınız anda niye attınız? O gerekçe söylenmez mi? Dolayısıyla benim üzerimde de böyle bir karar da verilebilir, çok şaşırırım iade kararı da verilebilir. Benim hiçbir suçum yok. Gösterebilecek hiçbir şey yok. İade etmeleri iyi olur. Onların da hayrına olur. Çünkü iade edilmezsem onları şikayet edeceğim ve AİHM’e kadar gideceğim.
‘SAĞLIK KOŞULLARIM SOKAKTA DİRENMEYE MÜSAİT DEĞİL’
Bundan sonrasında ise… Sağlık koşullarım sokakta direnmeye çok müsait değil. Altı merdiven bile çıkamıyorum. Hapishane astım hastalığımın ilerlemesine neden oldu. 52 yaşına da geldim. İçimden çok şey yapmak geliyor ama bedenim buna izin vermiyor. Ama mücadelenin mutlaka bir yerindeyim, hukuk mücadelemi de yürüteceğim. Geleceğin neler göstereceği belli olmaz. Tepem atar yine sokak eylemi yapabilirim. Ama şu süreçte pandemi rayına oturana kadar sokağa çıkmayı düşünmüyorum. Ama tüm direnenlerin sesi olmaya çalışacağım.