Adalet Ağaoğlu: Devlet Tiyatrosu'nda 'solcu' diye adım çıkmıştı
Türk edebiyatının önde gelen isimlerinden Adalet Ağaoğlu, 91 yaşında vefat etti. Ağaoğlu ile vefatından bir yıl evvel yapılan ve daha önce yayınlanmamış bu röportajında, Güner Sümer'i, Meydan Sahnesi'ni ve tiyatroya olan sevgisini konuştuk. Ağaoğlu, "Her şeyin başında Muhsin Bey vardı. Muhsin Bey beni tutmasaydı, Evcilik Oyunu’nu sahnelemeseydi ben oyun yazarı olamazdım" dedi.
Berat Beyoğlu
Aslında…
Bazı insanların ardından söylenebilecek çok şey vardır. Şiirler okunur, nutuklar atılır… Bazı insanların ardından ise sadece tek bir kelime tıkar bütün söylenecekleri. İşte Adalet Ağaoğlu benim içimde böyle tıkanıp kaldı.
Aslında…
Biz onunla bir daha görüşecektik. Gazeteyi alıp gidecektim. Gizli gizli gülüşecektik.
Aslında…
O gün bir konu üzerine çok derin bir sohbete başlamıştık. Henüz birkaç dakika geçmişti ki yardımcısı usulca omzuma dokunup, güzel ermeni aksanıyla “Adalet Hanımı fazla yormayalım Berat Bey” dedi.
Güner Sümer’in Hüzzam adlı oyunuyla başlamıştı yolculuk. Hüzzam adlı tiyatro oyunu, Mahpeyker adlı bir kadın üzerinden Türkiye’nin eski çalkantılı dönemini ve sosyo – ekonomik değişimini konu alan çok güçlü bir metin. Ve bu metin Prinkipo Sanat yapımcılığıyla yıllar sonra tekrar İstanbul seyircisinin karşısına çıkmıştı.
Hüzzam’ın hayatımı bu kadar değiştirip, beni Adalet Ağaoğlu’na götüren yolculuğa başlatacağını bilmeden, her zamanki gibi sırt çantamı alıp, ustam Nihat Alpetki’nin yönettiği ve yönetmen yardımcısı olduğum bu oyunun provasına gidip geliyordum.
Kadınların ne kadar güçlü olduğunun farkında mısınız? Bir kadının hayali varsa, o kadın ne yapar ne eder o hayalini mutlaka gerçekleştirir. Ve hiçbir engel onu yolundan saptıramaz. O zamanlar hayalini gerçekleştirip Mahpeyker’e hayat veren Ayşenur Özturanlı ile orada tanıştım. Kısa süre sonra da Güner Sümer’in Hüzzam adlı oyunu beni ve Ayşenur Hanımı Türkiye’nin en güçlü kadınlarından birine, Adalet Ağaoğlu’na götürdü.
Adalet Ağaoğlu, 1929 yılında Ankara’nın Nallıhan beldesinde doğar. Ankara Kız Lisesi’ni bitirip, Ankara Üniversitesi Dil, Tarih, Coğrafya Fakültesi – Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun olur. Hakkında konuşmanın cesaret gerektirdiği hassas konular üzerine romanlar, oyunlar yazar. Güçlü, entelektüel ve politik duruşunu yazdıklarına yansıtır. Yarattığı kadın karakterlerle Türkiye kadınlarının haklarını ve önündeki engelleri irdeleyerek, özgürleştirilmiş kadını manifesto niteliğinde bize sunar.
Ayşenur Özturanlı ile birlikte işte bu güçlü kadına doğru yola çıktık. Vardığımız yerde tiyatro ve Güner Sümer hakkında konuşan Adalet Ağaoğlu, yani gerçekleşen hayalim vardı.
Konuştuk, ağlaştık, gülüştük…
Aradan uzun bir süre geçti. Röportaj bir türlü yayınlanamadı. Derken zaman hızla aktı. Önce Adalet Ağaoğlu kıymetli eşini yitirdi. Sonra kendisinin hastaneye kaldırıldığını öğrendim. Sonra pandemi… Şimdi de bir sabah uyanıp, hayallerimin yarım kaldığı gerçekliğiyle yüzleşmek zorunda kaldım.
Dokundu. Sevdi. Güldü. Anlattı. O kadar mutlu oldum ki…
Seni anlatmaya devam edeceğim.
Hoşça kal Adalet Ağaoğlu…
Hoşça kal.
Güner Sümer yaşamınızın neresine doğdu?
Ben Ankara Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirmiştim ve bitirdiğim yıl evde oturmak istemiyordum. Radyoda bir ilan verilmişti, radyoya eleman aranıyordu, ilgilenen şu tarihte sınav var buyursun diye bir ilan verildi. Ben Radyoevine, Ankara Radyosu’na gittim. Sınava girdim ve beni Ankara Radyosu’na memur olarak aldılar. Memur olarak aldıkları yer kütüphaneydi. Kütüphanede yalnızca notalar vardı. Alaturka, fasıl, cumartesi günleri de Cumhuriyet Filarmoni Orkestrası gelirdi. Onlar çaldıktan sonra toplayıp yine kenara koyuyordum. Radyoevine böyle girdim. Daha sonra ben radyo oyunlarını, sanatları, sözlü yayınları yapmaya tayin edildim. Yani temelli olarak orada sözlü yayınlara baktım. TRT’nin özerkliği elinden alındıktan sonra istifa ederek ayrıldım. O arada ‘Arkası Yarın’ları ben koydum. Bazen oyunlar ısmarlardım gelmezdi, sabahlara kadar programı doldurmak için kendim çalışır oyun yazardım. Güner, benim bu meşgalemin içine doğdu. Kendisi de liseyi bitirdikten sonra hukuk fakültesine girince ilk işi Ses Tiyatrosu diye bir tiyatro kurmak oldu okulda. 1960’da oradan ayrıldı. Darbeden sonra her şey kapatıldı. İstanbul’a geçti, İstanbul’da iş bulmak kolay olmadı. Hürriyet Gazetesi’nde fotoroman bile yaptı. Mecburiyetinde kaldı. Çünkü Ankara Sanat Tiyatrosu da kapandı daha sonra.
Peki, oyun yazarken sizinle irtibatı var mıydı? Siz yardımcı oluyor muydunuz ya da o size fikir danışıyor muydu?
1960’da ben Paris’teydim, kendisi de Paris’e geldi o zaman. Baba ve Oğul adlı oyununu Paris’te yazdı. Orada bana okuttu, okurken ağladım. Sonrasında biz ikimiz de oyun yazmalı ve oyun çevirmeliyiz diye düşündük. Fakat genellikle ben Güner’in çalıştığı tiyatrolara çeviri yaptım. Jean Paul Sartre'ın Mezarsız Ölüler’ini ben çevirdim mesela, diğer bazı oyunları da çevirdim. AST’de Güner Sümer sahneye koydu. O arada bazı tartışmalarımız da oluyordu tabi.
İki kardeş, Güner ve Adalet Sümer…
Benim soyadım da Sümer idi o zamanlar, evlenince Ağaoğlu oldu. O dönemler 1954 yılına kadar adım Adalet Sümer idi. Evlendikten sonra kocamın soyadını aldım. Kıyamadım kocama çünkü, Halim benden çok eserlerimi sevmiştir. Onun için bana dayandı çünkü ben bir roman yazmak için evi, memleketi bile terk ediyordum. Halim’i bırakıp gidiyordum, bazen başka şehre de gidiyordum.
Güner Sümer, Hüzzam oyununu yazarken siz o sürece dâhil miydiniz?
Hüzzam’ı yazarken ben yanında yoktum. Güner, bana Hüzzam’ı vermemişti, o dönemde çok ünlü olan iki kadın sanatçıya vermiş oynasınlar diye. Nisa Serezli bir tanesi, öteki de Yıldız Kenter. Aynı zamanda Ayla Algan’a da veriyor oyunu. Ancak onun sağlığında sanırım, onlar bu oyunu tek kişilik oynamaya cesaret edemediler. O göremedi. Başka bir oyunu oynadı Müşfik’ler fakat o dönemde Paris’teydi Güner, göremedi kendi oyununun sahnelenişini. Ancak vefat ettikten sonra bir gün yolda Nisa Serezli beni gördü, bak sana ne vereceğim dedi ve Hüzzam’ı verdi bana. Böylece kitaba koyabildim, kitapta var.
Evrensel değerleri konu alan, her dönemde oynanabilecek bir oyun.
Zaten Güner Sümer’in huyu da, karakteri de böyleydi. Dayanıklı olanlara yüz verdi. Günübirlik şeylere pek saygı duymadı. Ayak Bacak Fabrikası, Sermet Çağan’ın hiç oynanmamış bir oyunuydu. Güner Sümer bu oyunu sahneledi. Büyük bir cesaretti bu. Ayak Bacak Fabrikası yasaklanacak bir oyundu, sahiden öyleydi. Çok parlak bir oyun olduğunu söyleyemeyiz doğrusu. Fakat yönetmen olarak yazarıyla birlikte yan yana oturdular. Sermet Çağan’la birlikte oynayıp, birlikte sergilediler.
'DEVLET TİYATROSU'NDA ÇEVİRİLERİMİ BİLE OYNAMADILAR'
Siz ilk özel tiyatro olan Meydan Sahnesi’nin kuruluşunda varsınız. Uzun yıllar da zaten tiyatroda üretmeye devam ettiniz. O dönemdeki tiyatro ile yakın dönem Türkiye’sindeki tiyatro arasındaki farkı nasıl görüyorsunuz?
Şimdi Devlet Tiyatrosu’nda oyunlar için bir yönetim kurulu vardı beş kişilik, sansürden geçiyordu oyunlar. Bu oynanabilir bu oynanamaz deniliyordu. Bazen de özel tiyatrolarda da bazı oyunların kadrosu olmuyordu, çok kalabalık kadro besleyemiyorlardı. Onun için benim Sessiz Bir Adam adlı oyunum hiç oynanmadı özel tiyatrolarda. Devlet Tiyatrosu'nda zaten solcu diye adım çıkmıştı, çevirilerimi bile oynamadılar.
Zaten siz radyodayken bir gün polis geliyor ve Sartre’ı neden oynattınız diyor, öyle değil mi? Siz de o partiden ayrıldı artık komünist değil demişsiniz.
Evet öyle. Sartre’ın Mezarsız Ölüler’ini oynatınca geldi; ben de o çoktan ayrıldı komünist partisinden dedim. Ben de sanki anlamsızca övünüyorum bu dediğimden, haberiniz yok mu diye kendimi savunuyorum. Ayrıca TRT’de ayrı bir meseleden ötürü Sartre Küba’yı anlatıyor kitabını yayınlattım diye de mahkemeye gittim. Sartre, Küba’ya gitmiş oradaki bir devrimi anlatıyordu bu kitapta. Ayrıca radyoda kitapları seçen bir kurul vardı, onlardan yayınlanabilir kararı çıkmıştı ona rağmen mahkemeye verildik biz. Beraat ettik sonra, çünkü bu oyun evrensel bir oyun dediler, mahkemeden kâğıt verdiler. Tombala diye bir oyunum var, ondan ötürü de mahkemeye verildim. Bu evrensel bir oyun diye bilir kişi raporu geldi, öylece kurtuldum.
'İLK ÖZEL TİYATROYU BİZ KURDUK'
Meydan Sahnesi’nin kuruluşu sırasında başka özel tiyatro var mıydı o zaman?
Hiç yoktu. İlk özel tiyatro Meydan Tiyatrosu, Devlet Tiyatrosu’na karşı kuruldu. Yeni konservatuarı bitirmiş Kartal Tibet ve Çetin Köroğlu Devlet Tiyatrosu’nda girmişlerdi. Onlar oradan ayrıldılar. Ben radyodaki maaşımı bıraktım, onlar da Devlet Tiyatrosu’ndaki maaşını bıraktılar. Meydan Tiyatrosu’nu kalan maaşımızla birlikte açtık. Bir bodrum katı bulduk, kendi paramızla. Halim bize çok yardım etti. Birlikte oraya kira ödedik. İlk özel tiyatroyu; Meydan Sahnesi’ni biz kurduk.
Sizin tiyatroya olan bu büyük sevginiz her zaman vardı.
O dönem öyleydi. Bir kere Muhsin Ertuğrul vardı. Her şeyin başında Muhsin Bey vardı. Muhsin Bey beni tutmasaydı, Evcilik Oyunu’mu sahnelemeseydi ben oyun yazarı olamazdım. Çünkü Devlet Tiyatrosu’nda bana cevap bile vermiyorlardı. Muhsin Ertuğrul, Çatıdaki Çatlak’ı oynattı, Tombala’yı Şehir Tiyatrosu’nda oynattı. İstanbul’dan aldı Devlet Tiyatrosu, Ankara’da da oynadı. Son oyunum Sessiz Bir Adam’ı Muhsin Ertuğrul bile oynatamadı. Çünkü Şehir Tiyatroları’nda belediyenin yönetim kurulu vardı, reddettiler benim oyunumu. Muhsin Ertuğrul bile başa çıkamadı, benim oyunumu oynatamadı. Hala oynanmadı, sahneye konmasını bekliyoruz çünkü çok beğeniliyor oyun. Bir yıl oldu göndereli. Daha önce ben de göndermiştim, ancak çöpe atmışlar oyunumu, ondan sonra sahaflarda bulundu. Yayınevi bulmuş, öylece ortaya çıktı. Sessiz Bir Adam’ın hayatı ayrı bir tiyatro oyunu olabilir. Başından çok iş geçti.
'GENÇLERDEN RİCAM, TÜRKÇE'NİN HAKKININ VEREREK KONUŞULMASI'
Genç tiyatrocular, yetişmekte olan oyuncular, oyun yazarları var. Onlara söylemek istediğiniz bir şey var mı, bir tavsiyeniz? Zaten her konuştuğunuz bizim için bir ders fakat özel olarak üstünde durduğunuz bir konu var mı?
Var efendim. Hem tiyatroda hem de televizyonda rol sahibi oldukları zaman Türkçe konuşmaya dikkat etsinler. Ondan çok rahatsızım. Çünkü Türkçe’nin hakkının verilmesi gerekiyor. Çok hızlı konuşuluyor. Açık oturumları da izleyemiyoruz Halim de ben de. Hiç kimse izleyemiyor çünkü herkes birbirinin lafını kesiyor, bir de çok hızlı konuşuyorlar. Benim gençlerden ricam Türkçe’nin hakkını vererek konuşulması. Çok çektim bu konudan.
Bir de günübirlik Amerikan filmlerinin etkileri görülüyor. Türk oyunlarında çok fazla taklalar atma, fazla hareket var. Fazla hareket yapılıp, takla atılırsa iyi oynanır zannediliyor. Halbuki bizim zamanımızda mimikler çok önemliydi. Bakış önemliydi. Onlar yok oldu, büyük hareketler var şimdi, cambazlıklar var. Bunlar beni rahatsız ediyor. Belki biz hatalıyız, biz moda dışı kaldık. Yeni aletleri, cep telefonlarını anlamıyoruz ikimiz de.
(O sırada Adalet Ağaoğlu’nun yardımcısı gelip, fazla yorulmaması için röportajı tamamlamamızı rica ediyor. Gülüşüyoruz.)
Peki. Çok teşekkür ederiz.
Biz teşekkür ederiz.