“Mahkemeler adaletin arandığı yerlerdir. Adalet modern
devletlerde hukuk aracılığıyla tesis edilir. Hakikate ulaşmak için
yol gösterici normlar ve bu normların yorumundan türetilen hukuki
argümantasyon kullanılır. Normların sistematize edilmesi,
sınıflandırılması nasıl hukukbilimcinin işiyse, yorumlanması ve
hükme varılması hukuk uygulayıcısının işidir. Davalı taraflar
karşısında bir üçüncü taraf olarak ortaya çıkan mahkeme bu hükümler
aracılığıyla konuşan yargıçlarca kurulur. Adaletin antropolojik ya
da kavramsal tarihindeki intikam, kıyas gibi anlamlar modern hukuk
ile geride bırakılmıştır. Ya da engizisyon yargılamalarındaki
hakikati soruşturmak yerine işkence yoluyla itiraf almak gibi
uygulamaların modern hukukta yeri yoktur. Hakkımda tesis edilen
hukuksuz işlemden 5 yıl geçtikten sonra, OHAL İşlemleri İnceleme
Komisyonu’nun kararının tarafıma tebliğ edilmesi sonucu gerekçesini
öğrendiğim işleme karşı mahkemeye başvurabiliyorum.”
Yukarıdaki paragraf, OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu’nun
başvuruma verdiği ret kararının iptali için verdiğim dilekçeden
alınma. Hukuk ve adalet arasındaki ilişkinin özdeş olmadığını,
hukukun adalet arzusunu tatmin etmeye yönelik modern bir araç
olduğunu, bu sayede adalet arzusunu tatmin etmek için başka
araçların geride bırakılabildiğini anlatmaya çalışmıştım.
Peki, hukuk adalet arzusunu tatmin etmezse, hukuk aracılığıyla
adalete erişemezsek ne olur? Adalet arzusu tatmin edilmezse ne
olur? Bu soru AKP sonrası dönem için çok önemli, AKP döneminde
yaşadıklarımızı aşacak biçimde önemli. Cumartesi annelerinin
kayıplara ilişkin adalet arayışı, Şenyaşar ailesinin adalet
arayışı, her gün birbirine eklenen kadınlar için, Şule Çet için,
Dina için, Yeldana için adalet arayışı. Bağlayıcı mahkeme
kararlarına rağmen cezaevlerinde tutulan Kavala’nın, Demirtaş’ın
adalet arayışı. Son yıllar içinde bir bir kapatılan JİTEM
davalarında adalet arayışı. Mahkeme salonlarının dışını adalet
isteyen pankartlarla, sloganlarla dolduran insanların, bizzat
mahkemenin dışında oluşan bu simgesel alanın gösterdiği bir şey
var.
Selahattin Demirtaş’ın DAD’ını yeni okuyabildim. Adalet fikri
üzerine şekillenen öykülerin bizzat adalet arayışının bir öznesi
tarafından dile getirilmesi hiç de kolayca geçiştirilecek bir
özdeşlik değil. Demirtaş’ın yarattığı öyküler, adalet sorununu
kendi hikayesinin kıyısında dahi dolaştırmadan
evrenselleştirebilmesi nedeniyle ayrıca bir gerilimi barındırıyor.
Öykülerin her birinde hiç gizlenmeyen, ima edilmeyen, derinlerde
aramamızı gerektirmeyen bir adalet arayışına verilen cevaplar var.
Fakat hiçbirinde “mahkeme” öyküdeki özne, nesne, hatta tümleç bile
değil. Bir psikiyatri kliniği tüm çalışanlarıyla adaleti sağlayan
bir mekân olabiliyor örneğin, Bir avukat ve iki çalışanı adalet
uygulayıcıları olabiliyor, hatta Tanrı ile yapılan bir sözleşme
aracılığıyla mekân-zamandan bağımsız bir arayışı görebiliyoruz; ama
mahkeme öykülerde yok, ne adalet sağlayıcı bir mekân olarak ne de
kurum olarak.
Demirtaş’ın eserlerini okumaktan büyük bir zevk alıyorum, edebi
bir hazzın ötesinde. Bir arkadaşınızın yazdığını okurken
gösterdiğiniz ciddiyet ve gevşeklik arasındaki hissin içindeki
hazdan bahsediyorum. Örneğin beğenmediniz bir cümle yapısı
gördüğünüzde ne gerek vardı; ya da yahu şu espriyi de araya
sıkıştırmasaydın olmaz mıydı diyebilecek rahatlıkla; altını
çizdiğiniz cümleleri tekrar tekrar okuduğunuz bir ciddiyetin
birlikteliğinden bahsediyorum. Fakat DAD’ı, açıkçası böyle
okumadım. Yazar, sağ olsun mizahtan hiç vazgeçmiyor, ama eserdeki
arayışın, adalet arzusunun tatmininin ülkemizin geleceği, barışın
ve demokrasinin imkânı bakımından o kadar gergin bir alan ki,
mizahın sağlayacağı daha rahat bir düşünme ortamına girmeye bir
türlü izin çıkmadı, öykülerde bolca kullanılan mizah öğelerine
rağmen.
Ülkemizde, adalet arzusunun tatmininin mahkemelerin dışına
taşınmasının bir anlamı var. Demirtaş’ın DAD’ı belki de bunun en
iyi anlatımlardan biri olmuş. 15 Mayıs’a ilişkin bir hayalimiz
varsa da başlangıç noktasını buradan kurmak gerek;
yoksullaştırılan, ezilen, aşağılanan, işkenceye uğrayan, görmezden
gelinen, öldürülenler için adalet arayışını mümkün kılacak bir
hukukumuz olacak mı? Adalet arzumuzu tatmin edecek mekanizmalar,
mahkemeler kurulacak mı?