Belgesel seçkisinde yer alan filmler, insan odaklı gelecek vaat eden genç yönetmenlerin üretimleriydi. Bu insan odaklı listenin yanında bir Ukrayna savaş propagandasına da maruz kaldık. "Ukraynamızın Gökleri" adlı savaş yanlısı materyalde, Ukrayna savaşı için pick-up kamyonet talebinde bulunan bir grubunun reklamını izledik. Pick-upların savaşlardaki maharetlerinin anlatıldığı materyalin sonunda ise bir internet sitesinin adresiyle Ukrayna askerlerine destek için para talep edildi.
13. Uluslararası Suç ve Ceza Film Festivali, Atlas, Kadıköy ve İBB Beyoğlu Sineması'ndaki gösterimlerle 17-23 Kasım arasında yapıldı. Bu yıl ilk defa verilen Sinema Yazarları Derneği SİYAD Ödülü için Aslı Ildır ve Sezen Sayınalp'le birlikte jüri olarak bulunduk. Türkiye’den ve dünya sinemasından seçilmiş, ana temaları adalet olan Altın Terazi Uzun Metraj Film Yarışması’nda yarışan 9 filmi izleyip Sinema Yazarları Derneği En İyi Film Ödülü’nü verdik. Bu vesileyle İspanya’dan İran’a, Yemen’den Romanya’ya uzanan zengin bir dünya sineması seçkisi olan yarışma filmleri için aldığım notları paylaşayım.
Bu 9 film, Jaione Camborda’nın "Çavdar Başağı", Sepideh Farsi’nin "Deniz Kızı", Alireza Khatami ve Ali Asgari’nin "Fani Dizeler", Amr Gamal’ın "Hayat Yükü", Tunahan Kurt’un "Karganın Uykusu", İsmail Güneş’in "Kurban", Tudor Giurgiu’nun "Özgürlük", Asimina Proedrou "Saman Altında Su" ve Philippe Van Leeuw’un "Sınır" filmleriydi. Biz SİYAD En İyi Film Ödülü’nün, ''savaşın şiddetini gündelik hayatın akışıyla iç içe, bölgenin çok kültürlü yapısını da dahil ederek ve etkileyici bir görsel dille anlattığı'' gerekçeli kararıyla Sepideh Farsi’nin "Deniz Kızı" filmine verdik.
İspanyol filmi Jaione Camborda’nın "Çavdar Başağı", listedeki en iyi görüntü yönetmenliğini bünyesinde barındırıyordu. Görüntü yönetmeninin kim olduğuna baktığımdaysa Portekiz sinemasının en önemli görüntü yönetmenlerinden biri olan Rui Poças ismi karşıma çıktı. 80’den fazla filmin görüntü yönetmenliğini yapan Rui Poças, özellikle birkaç yıl önce çok sayıda festivalde ödül alan Amerika’nın sömürülme hikayesine farklı bir üslup getiren "Zama" filmiyle çok sayıda en iyi görüntü yönetmeni ödülü almıştı. "Çavdar Başağı", 70’lerin İspanya kırsalında gayriresmi olarak kadınların doğumuna yardım eden bir kadının, evlilik dışı hamile kalan bir kadına istemediği hamileliğini sonlandırmak için yardım ederken trajik bir duruma sebebiyet vermesinden ötürü başına gelenleri anlatıyor. Film, kadın dayanışmasına odaklanan yapısına rağmen bu dayanışma ruhunu inşa ederken en temel şiar olan kadının kendi bedeninin sahibi olmasıyla ilgili kurduğu bağ oldukça tutucu ve özgürlük karşıtı bir yere yaslanıyor. Yönetmenin doğumu kutsayan tavrına şerh koyuyorum.
Yemen’i bu yıl Oscar’da temsil eden Amr Gamal’in "Hayat Yükü" filmi, Yemen filmi olarak oldukça zorlu bir coğrafyadan sinema üretimi olması ve üstelik coğrafya için tabu bir konu sayılabilen kürtaj üstünde durması sebebiyle ilgiyi hak eden bir yapım. Böylece listede hem İspanya’dan hem de Yemen’den bu konuda film görmüş olduk. Benim Arap coğrafyasından izlediğim ilk kürtaj hikayesiydi. Bu konuda çok sayıda İran filmi görmüştüm ama bir Arap filminde bu konuya ilk defa rastladım. Ancak konunun anlatım dilinde önemli eksikler kendini belli ediyordu. Öncelikle çekimlerde ısrarla karakterlere yaklaşamayan ve detay çekimleri eksik bırakan yaklaşım, karakterlerin duygu durumlarıyla özdeşlik kurmaya imkan vermiyordu. Oyunculuklar da belki bu kamera yaklaşımının da etkisiyle oldukça tiyatral kalmıştı. Suudi Arabistan’ın son yıllarda sinemaya destek projesi olan Red Sea Fonu’ndan faydalanarak çekilen film, cesaretli ama eksik parçaları ağır basan bir yapımdı. Bu vesileyle bir parantez açarsak Suudi Arabistan, Red Sea adından bir film festivaline de başladı birkaç yıldır. Kendisi ve etkilediği diğer İslam ülkelerinin sinemayla kurdukları ilişkiyi arttırmak için çok geç kalınmış bir hamleyi başlatan Suudi yönetimi buralarda yeni filmler çıkmasına vesile oluyor. Ben de sürecin nasıl devam edeceğini yakından takip ediyorum.
Romanyalı yönetmen Tudor Giurgiu’nun çektiği "Özgürlük" filmi, Çavuşesku’nun devrildiği zaman aralığına odaklanan ve ayaklanan halk, askerler, polis ve istihbarat elemanlarının arasında yaşanan kanlı çatışmaların etkilerini gösteren tarihi bir yapımdı. Oldukça etkileyici sokak çatışmalarını bünyesinde taşıyan film, bizim sinemamızda oldukça eksik kalan 12 Eylül öncesinin sokak hareketlerinde yaygın olan şiddetin sinemaya yansıtılamamış hikayelerinde örnek alınacak planlar içeriyordu. Ancak sokaklardakiler tutuklanıp da bir spor salonunun havuzuna doldurulduktan sonra temposu düşen ve seyrini devam ettirmesi zorlaşan bir yapıma dönüştü. Tarihi bir gerçekliği resmetmek isteyen yönetmen tutuklanan bir havuz dolusu farklı fikirdeki Romanyalının hikayesinden yeni bir sinema çatışması kuramamış.
Yunanistan’ı bu yılki Oscar yarışında temsil edecek olan Asimina Proedrou’nun "Saman Altında Su" ismiyle Türkçeleştirilen filmi, başarılı bir ilk film örneğiydi. Yunanistan’ın hem toplumsal dinamiklerine hem ülkedeki göçmenlerin yasadışı yollarla öteki Avrupa ülkelerine kaçırılma dramına hem de bireysel bir aile hikayesine odaklanan yapım, bunları farklı bireylerin gözünden anlatarak bir dinamik yapı kurmaya çalışmış. Film, Yunanistan’la Kuzey Makedonya arasında kalan nehirde balıkçılık yapan kasabalıların yaşamını resmediyor. Komşunun sineması namına umut veren bir ilk film.
Belçikalı yönetmen Philippe Van Leeuw’un yönettiği "Sınır" filmi, yine bir göçmen hikayesinden hareket ediyor. Başarılı Avrupalı başrol oyuncusu Vicky Krieps’in iyi bir performans gösterdiği film, sınır kavramının çatışmalı atmosferini resmediyor. Meksika sınırında Amerika’ya geçişleri engellemek için görevli bir sınır kolluk kuvveti kadının görevini insani olmayacak şekilde ciddiye almasının yarattığı tahribata odaklanan film, hem göçmenlik hem bölgedeki Amerikan yerlilerinin yaşamı hem de bir genç kadının erkek egemen bir ortamın içinde baskılanmış karakterini erkekleşerek dışavurumunu anlatırken üstüne bir de kadının aile ilişkilerine grince bütünlüklü yapısı dağılmaya başladı.
Tunahan Kurt’un ilk yönetmenlik deneyimi olan "Karganın Uykusu", seçkinin yerli filmlerinden biriydi. Adana ve Ankara film festivallerinden ödüller alan film, başarılı bir ilk film olarak bu yılın festivallerinde öne çıkan bir yerli üretim. Özgün konusu, etkileyici başrol oyuncusu, fark edilir bir özenle oluşmuş görüntü yönetimi ve müzik kullanımı filmin güçlü yanlarını oluşturuyor. Başroldeki Ahmet Ağgün, görüntü yönetmen Ziya Kasapoğlu ve müzikleri yapan Canset Özge Can farklı festivallerde aldıkları ödüllerin hakkını veren bir incelikle çalışmışlar.
Filmin zayıf kalan taraflarıysa yan karakterlerin yönetilememiş olması ve ana hikayeye adeta montelenmiş olan göçmen hikayesi. Yan karakterler repliklerini hızlıca söyleyip çabucak uzaklaşmak ister gibi bir halleri var. Ağızlarına oturmayan kitabi cümleler konuşma diline dönüşmüyor. Göçmen gelen genç kadının kusursuz, aksansız Türkçesi de bir sorun. Kaçak olarak geldiği halde yıpranmamış güzelliği ve gitmekten vazgeçme nedeni filmin en zayıf taraflarını oluşturuyor. Uzun metraj film çekmenin giderek zorlaştığı ülkemizde umarım yönetmen deneyimlerini artırarak sinemayla ilişkisini yeni filmleriyle devam ettirir.
İlk yönetmenlik deneyimi olan yerli yönetmenin yanında uzun süredir üretimine devam eden başka bir yerli yönetmen İsmail Güneş de son filmi "Kurban" filminin ilk gösterimiyle seçkide yer aldı. "Kurban" filmi, ulusal sinemada üstünde durulmayan bir hikaye olan, askerde evlatları olan ailelerinin yaşamlarına odaklanıyor. Sakarya kırsalındaki aile yoksulluğun olanca yıpratıcılığıyla boğuşurken tek umutları oğullarının askerde kalarak onlara ekonomik bir destek unsuru oluşturmasıdır. Şaşırtıcı olmayan sonuyla zayıf bir çatışma üstüne bina edilen filmin en güçlü yanı başrol oyuncusunun başarılı performansıydı. Biçimle ilgili temel sorunların başında ışığın kaynağından yoksun bir aydınlatma yaklaşımının kullanılmış olması beni rahatsız etti. Film için inşa edilen evin bol pencereli yapısına rağmen filmin önemli bir kısmının geçtiği evde her yer bir televizyon projesinde olacak şekilde aynı aydınlık yaklaşımla sunuluyordu. Camlardan gelen ışığın yaratacağı doğallık filmde es geçilmişti. Sesin kullanımındaysa doğal atmosfer seslerini alamıyorduk. Kurulan mekanlarsa sınıfsal aidiyetlere uygun olmakta sorunlar yaşıyorken gerçekçilikle kurduğu ilişkisi de oldukça zayıftı. Kahvehanenin renkli ve yeni hali yaşanmışlık barındırmıyordu. Karakol olma iddiasındaki iç mekanın duvara iliştirilmiş polis logolu bir A4 kağıdının dışında telsiz sesinin varlığının atmosferin karakol olması için yeterli sayılması sanat yönetimi namına daha özenli bir tabloya ihtiyaç olduğunun gösteriyordu. İçerik olaraksa en zayıf taraf, başta da dediğim çatışmasının tahmin edilebilir bir zeminde karşımıza çıkmasının yanında yönetmenin olguya bak açısındaki sorgulamasız hal olduğunu söyleyebiliriz. Yönetmen, evlatları askerde olan ailelere bu filmle sunduğu önerme, evlatlarını daha önce olduğu gibi yitirerek ailelerin ekonomik bir kazanım elde etmeye devam edebileceğidir. Bu çapraşık ve trajik denklem filmde idealize edilen bir sinema diliyle sunuluyor. Bu durumun bir realite olması sanatın bunu sorgulaması ya da bir yönetmenin bu duruma kendi bakış açısıyla görsel bir dille tepki göstermesine engel değil.
İranlı yönetmenler Alireza Khatami ve Ali Asgari’nin yönettiği "Fani Dizeler" filmi, ilhamını Füruğ Ferruhzad’ın şiirinden alan ve epizotlardan oluşan karakomik bir İran tablosuydu. İnanç, sosyal yaşam, iş hayatı ve eğitim gibi şehir yaşamının temel uğrak mecralarında İranlıların başta devlet erki olmak üzere güç sahiplerinin maruz bıraktıkları baskı ve müdahale unsurlarını eleştiren yapım, mizah ve bütünlük ilişkisini başarıyla tutturan muhalif bir İran sineması örneği. Yönetmenlerinin pasaportlarına filmden ötürü el koyulmuş olduğundan İran dışına çıkamıyor olsalar da filmlerinin çok sayıda ülkede gösterileceğine kuşku yok.
Listedeki tek animasyon film olan Fransa’da yaşayan İranlı yönetmen Sepideh Farsi’nin yönettiği "Deniz Kızı" filmi, 1980’de Saddam Hüseyin kuvvetlerinin İran’a saldırmasıyla başlayan İran-Irak Savaşı’nın ilk döneminde bombalanan Abadan şehrinde geçiyor. Abadan şehri sakinlerinin gündelik yaşamını ve şehirden çıkış için bir gemiye toplanıp ayrılmalarını adeta Nuh’un gemisi metaforuyla farklı inanç ve kültürlerden insanlardan bir kolaj zenginliğinde sunan film, adeta küçük bir İran panoraması çıkarmaya çalışırken iç piyasa filmlerde karşımıza çıkmayan İran’ın azınlık unsuru farklı inançtan insanların varlığını da göstererek yurtdışında yaşayan bir İranlı yönetmenin farkını ortaya koymuş. Animasyonun hem müzikleri hem de renk paletlerindeki uyumla incelikli bir çalışmanın karşılığı olan filmde Abadan şehrinin Arapça konuşulan bir şehir olmasının yarattığı Iraklılarla olan kültürel ortaklığı es geçilince bazı noktalar seyirciler için havada kalsa da seçkinin başarılı filmlerinden biri olarak öne çıkıyordu.
İNSAN HİKAYELERİNDEN PROPAGANDA MATERYALLERİNE BELGESEL SEÇKİSİ
Adalet temasıyla gösterilen kısa belgesel yarışması seçkisinde yer alan 10 belgeselden de örnekler izlemeye imkan buldum. Ado Hasanović’in Srebrenitsa’da soykırımdan kurtulanlarla yaptığı görüşmelere odaklanan "Adalet Arayışı", Charles Emir Richards’ın son 2 yıldır festivallerin gediklisi "Suriyeli Kozmonot", Harun Yel’in bir mezarlığın imara açılmasıyla mezarlığa evler yapılmasıyla yaşananları anlattığı "Yeryüzündekiler", Yalçın Çifçi’nin bir okulun bahçesinin mezarlığa açılmasından ötürü öğrencilerin yaşadıklarını anlatan "Beyaz Dağın Çocukları", Mert Eşberk Mihraç ve Can Bakıner’in deprem sonrası Hatay Samandağ’daki yaşamı resmeden belgeseli "Şimdi Ne Olacak?", Volkan Durmuş’un Uganda’dan Türkiye’ye çalışmaya gelen bir kadının yaşamına odaklanan "Yada Yağmurları", Semih Sağman’ın Filipinli bir balıkçının gündelik yaşamına odaklanan çalışması "Hayatımın En Güzel Günü", Deniz Devrez’in Gökçeada Rumlarının zorlu yaşamını resmeden filmi "Onlar İçin İmroz", Tran Hoang Calvin’in Amerika’da eski mahkumların sicillerini temizleme mücadelesini anlatan "Temiz Bir Sayfa" ve Bobby Roth’un Ukrayna savaşında izleyicilerinden Pick-up kamyonet talep eden "Ukraynamızın Gökleri" belgesellerini izledik.
En İyi Belgesel Ödülü alan Yalçın Çifçi’nin Maraş Göksun’da bir köy okulunda çektiği "Beyaz Dağın Çocukları" belgeseli, ödülü hak eden, benim de favori filmlerimden biriydi. Belgeselini görsel bir anlatıma yaslamaya çalışan, ilginç konusunu uzatmadan veren bütünlüklü hali övgüyü hak ediyor. Umarım yönetmen aynı bölgeden beslenmeye devam ederek yeni üretimler yapar. Semih Sağman’ın Filipin’de çektiği ve Tahran Kısa Film Festivali’nde En İyi Uluslararası Belgesel Ödülü alan yapımı "Hayatımın En Güzel Günü" de önemli bir deneyim barındırıyor. Zira Türkiye’den bir yönetmenin gidip Filipinler’de bir balıkçının yaşamını görsel bir dili yaslanarak belgelemesi oldukça önemli.
Belgesel seçkisinde yer alan filmler, insan odaklı gelecek vaat eden genç yönetmenlerin üretimleriydi. Bu insan odaklı listenin yanında ön jüriden nasıl geçtiğini anlayamadığım bir Ukrayna savaş propagandasına da maruz kaldık. "Ukraynamızın Gökleri" ismini taşıyan savaş yanlısı materyalde Ukrayna savaşı için pick-up kamyonet talebinde bulunan bir grubunun reklamını izledik. Pick-upların savaşlardaki maharetlerinin anlatıldığı materyalin sonunda ise bir internet sitesinin adresi verilerek Ukrayna askerlerine destek için tank görevi görsün diye pick-up için para talep edildi. Bu kadar net bir propaganda materyali nasıl oluyor da adalet iddiası taşıyan bir film festivalinde kendine yer bulabilir anlamak mümkün değil.
Yaşamımızdan giderek uzaklaşan adalet kavramı, sinemanın sorgulayan ve düşündüren etkisini es geçmeyen yönetmenlerin ısrarıyla adalete odaklanan festivaller vesilesiyle daha geniş bir alana nüfuz eder umarım.