Adalet Yürüyüşü ve sendikalar
Adalet talebi hepimizin talebi olmalı. En çok da, bu düzenin mağdurlarının, işçilerin, emekçilerin talebi olmalı, sendikaların talebi olmalı, işçilerle birlikte güçlü bir ses yükseltilmeli. DİSK ve KESK cephesinden katılımlar devam edip, sendikaların katılım için hazırlıkları devam ederken, ülkenin en büyük konfederasyonu olan Türk-İş ve sendikalarında ki sessizlik dikkat çekici
Nuran Gülenç
CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun Ankara’dan İstanbul’a başlatmış olduğu “Adalet Yürüyüşü” 17’nci gününü geride bıraktı. Yürüyüş, Gezi Direnişi’nden sonra en kitlesel, sürekli ve barışçıl bir eylem olarak devam ediyor. Ülkedeki adaletsizlikten yakınan herkese açık bir yürüyüş.
Referandum sonrası güç devşiren AKP’nin bu yürüyüşten rahatsız olduğu biliniyor. Ancak kendisi için ne kadar tehdit olarak algıladığı tartışılır. Yürüyüşün, anında iktidar kanadında, geri adım atılmasını sağlayacağını düşünmek elbette zor. Ancak, “Adalet Yürüyüşü” güç biriktirmek, moral yükseltmek adına desteklenmesi gereken bir eylemdir. Sanırım buna ihtiyacımız olmadığını da kimse söyleyemez.
Hükümet programına aldığı saldırılara devam ediyor. 28 Haziran’da yürüyüşün 14’üncü gününde, 12 akademisyen daha üniversiten atıldı.
Nuriye Gülmen ve Semih Özakça her geçen gün ölüme daha fazla yaklaşıyor. Hükümetten geri adım yok. Aksine, kışkırtıyor. Nuriye Gülmen ve Semih Özakça destekçilerine göz açtırmıyor. Ülkenin vicdan sahibi sanatçılarını tehdit ediyor.
Nuriye tepkisizliği, aldırmazlığı, vicdansızlığı “kaslarımla birlikte, adalet de eriyor” diye tanımlarken, adaletin insan hayatı için önemini gözümüzün içine sokuyor.
OHAL’de, işçilerin ve sendikaların talepleri baskılanıyor, grevler yasaklanıyor.
Bu arada Meclis tıkır tıkır işliyor. İşçi düşmanı yasalar görüşülmeye ve çıkarılmaya devam ediyor. İş Mahkemeleri Kanunu Yasa Tasarısı ile işçilerin dava açma hakları ellerinden alınacak. Zorunlu arabulucu dayatılacak, alacakları gasp edilecek.
Böylece işçilerin kıdem alacağı dahil olmak üzere tüm alacakları kesintiye uğrayarak gasp edilecek. Görünen o ki adaletin terazisi artık daha da fazla bir biçimde işverene çalışacak. İşçinin hiçbir hakkı olmayacak.
Esnek çalışma biçimi olan, uzaktan çalışma yönetmeliğinin hazırlandığı bilgisi, gazetelerde çarşaf, çarşaf. Güvencesiz çalışma giderek yaygınlaşıyor.
Varlık Fonu’na devri yapılan işyerlerinde işten çıkarmaların, sendikasızlaştırmanın, ücretlerin düşürülmesinin önü yasal düzenlemelerle açılıyor. Kamu çalışanlarının iş güvencesi kaldırılıyor.
Kıdem tazminatının Fon’a devrinde derinden bir hazırlık sürüyor. Başbakan Binali Yıldırım “derdimiz üzüm yemek” diyerek, kıdemi iç edecek bir formülün peşini bırakmadıklarını dile getiriyor.
İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu delik deşik, kamu işyerlerinde ve işçi sayısının 50’nin altında olduğu işyerlerinde, başta uzman istihdamı olmak üzere kimi İSG yükümlülükleri, 2020 yılına ötelendi. İşyerlerinde İşçilere verilmesi zorunlu olan periyodik iş sağlığı ve güvenliği eğitimleri, uzaktan eğitimle ortadan kaldırılmaya çalışılıyor.
İşçi ölümleri artıyor. Cinayetler atarken hiçbir önlem alamayan hükümet, bir de “ hedef sıfır kaza” diyerek, aklımızla dalga geçiyor.
AKP’nin 15 yılda yaratmış olduğu iklim kadına yönelik şiddetti arttırırken, çocuk tecavüzleri had safhalara ulaşmış durumda. Yolda, sokakta, otobüste, minibüste kadına saldıranlar, çocukları taciz edenler ellerini kollarını sallayarak topluma salınıyor.
Adalet herkese lazım, olmadığında bugünkü Türkiye olursun, tuttuğun dokunduğun her yerden elinde acı kalır.
Bunun için, adalet talebi hepimizin talebi olmalı. En çok da, bu düzenin mağdurlarının işçilerin, emekçilerin talebi olmalı, sendikaların talebi olmalı, işçilerle birlikte güçlü bir ses yükseltilmeli. DİSK ve KESK cephesinden katılımlar devam edip, sendikaların katılım için hazırlıkları devam ederken, ülkenin en büyük konfederasyonu olan Türk-İş ve sendikalarında ki sessizlik dikkat çekici.
Daha dün, Petkim’de yaşananlar hafızadayken, Varlık Fonu’na devri yapılan onca şirketin ardından BOTAŞ ve TPAO’ta çalışanlara yönelik saldırılar kapıdayken, OHAL nedeniyle işten atılmış üyeleri varken, sendika yöneticileri ve üyeleri hapisteyken, grevler yasaklanırken ve adını tek tek saymayacağım OHAL’in anti demokratik uygulamalarından muzdarip sendikaların, sessizliği düşündürücüdür.
Yıllardır partiler üstü politika diyerek, iktidarda kim varsa suyuna gitmeye maharet sayan Türk-İş yönetiminin de, ILO’ya katılım konusunda hükümetten yemiş olduğu tokat, - DİSK’in ve KESK’in vermiş olduğu mücadele ile kıl payı Memur- Sen’in yerine tekrar katılmıştı- anlaşılan aklı başına getirmemiş.
AKP ile kimi çıkar birlikteliği içinde olan ya da şimdiden bir sonraki seçimin hesabında olup “tabanımız muhafazakar” söyleminin arkasına sığınan sendikacılar bilmelidir ki, artık grev hakkınızın, örgütlenme özgürlüğünün ve ifade özgürlüğünün olmadığı bir ülkede, sizler de sendikacı olarak kalamazsınız.
Unutulmamalıdır ki; bu ülkenin emekçileri, işçileri sesini yükseltmediği sürece sermayenin ve iktidarın saldırıları durmayacak, ADALET gelmeyecek.